Anarşist Teori ve Stratejinin Unsurları: Felipe Corrêa ile röportaj (1. Bölüm)

Mya Walmsley tarafından gerçekleştirilen ve Red and Black Notes‘ta yayımlanan bu röportajda São Paulo’daki Anarşist Örgüt Liberter Sosyalizm/Brezilya Anarşist Koordinasyonu üyesi olan Felipe Corrêa, Latin Amerika’da ortaya çıkan ve yakın zamanda dünyanın farklı yerlerine de yayılan anarşist gelenek olan especifistanın (spesifizm) teorik ve stratejik anlayışını ayrıntılı biçimde tartışıyor. Uzunluğunun yanı sıra değindiği konulardaki farklılıklar nedeniyle röportajı iki bölüm olarak yayımlamayı uygun gördük. İlk bölümde Corrêa, ideoloji ve teori arasındaki fark, toplumsal güç, iktidar ve tahakküm gibi kavramlara dair spesifist akımın bakış açısını ortaya koyuyor.

Yeryüzü Postası


2. Bölüm

Anglosferde [1] örgütlü anarşizmin istikrarlı bir şekilde canlanması, anarşizmin temel stratejik sorularıyla yeniden bir ilişkiye yol açmıştır. Devrimci bir örgüt nasıl yapılandırılmalıdır? Devrimci bir örgüt reformlar için nasıl mücadele etmelidir? Devrimci örgüt, devrimci süreçte nasıl bir rol oynar? Bu sorularla uğraşırken en yeni modern anlayışlar kuşkusuz, örgütlü sınıf mücadeleci anarşizm geleneğinin -anglosferde uzun bir gerileme döneminde zayıfladığı  esnada- büyüdüğü ve başarılı bir şekilde mücadele ettiği Latin Amerika’daki anarşist hareketten geldi.

Etkilerine rağmen, bu hareketi motive eden fikirlerin ve tarihin çoğu, İngilizce konuşan bir izleyici için büyük ölçüde erişilemez. Bu geleneğin – especifismo (spesifizm) olarak adlandırılan – anglosfere bomba gibi girişi, 2006’da Adam Weaver’ın bu eğilimin kilit noktalarıyla ilgili kapsamlı girişiyle old ve bunu bölgedeki hareketin teorik çözümlemelerinin çoğunu özetleyen Rio de Janeiro Anarşist Federasyonu’nun (Federação Anarquista do Rio de Janeiro – FARJ) 2008 konferans platformunun tam çevirisi izledi. Spesifizm, Latin Amerika’da oybirliğiyle kabul edilmemesine ve kuruluşlar arasında tam anlamı ve uygulanmasına ilişkin tartışmalar devam etmesine rağmen, bu konferans platformu, bölgede ilk kez tutarlı bir şekilde ortaya çıkan özgün teorik açılıma İngilizce konuşan bir dinleyici kitlesi sağladı.

Bunu takiben çevrilen belki de en can alıcı kitap, Latin Amerika’daki hareketin olağanüstü bir anlatısı olmasının ötesinde, bizzat spesifizmin yükselişi için temel bir metin olan 2018’de Ángel Cappelletti’nin Latin Amerika’da Anarşizm’inin çevirisiydi. Bununla birlikte, bu röportajla bağlantılı olan şey, son birkaç yılda Felipe Correa’nın bazı kilit müdahalelerinin Enrique Guerrero-López tarafından tercüme edilmesinin, ‘Toplumsal Anarşizm ve Örgütlenme’de ortaya konulan çalışmanın netleştirmesini ve geliştirilmesini sağlamış olmasıdır. Sao Paulo’daki Anarşist Organizasyon Liberter Sosyalizm / Brezilya Anarşist Koordinasyonu’nda (OASL/CAB) bir militan ve teorisyen olarak bu çeviriler, Latin Amerika Anarşizminde ortaya çıkan stratejik tartışma ve düşünce birliği hakkında bir fikir veriyor. Bununla beraber bu yolla, kışkırtıcı biçimde ilham vererek İngilizce konuşan dinleyici kitlesinin erişemeyeceği derinlikte bir stratejik ve teorik tartışma açığa çıkardı.

Latin Amerika anarşizmi tartışmalarını anglosfere açıklama ve yayma ruhuyla, 2022’nin başlarında Felipe Correa ile temasa geçtim ve ona [spesifist] eğilimle ilgili, okuma grupları ve gayri resmi tartışmalar sırasında, elimizde bulunan metinler üzerinden çeşitli yoldaşların gündeme getirdiği soruları sordum. İktidar kavramından örgütlerin rolüne ve anarşizm ile sınıf siyaseti arasındaki ilişkiye kadar uzanan sorularıma verdiği kapsamlı yanıtlar,  bu önemli eğilim hakkında değerli ve benzersiz bir anlayış ortaya koyuyor.

Yoldaş Felipe Correa’nın sorularımı yanıtlarken gösterdiği sabır ve metnin İngilizce’ye çevrilmesine yardımcı olan Enrique Guerrero-López’in yardımı için minnettarım.

Bu röportajı kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz Felipe! Bu sorularla ilgilenmek için ayırdığınız zamanı takdir ediyorum – umarım ilginç ve verimli olurlar. Tanımayanlar için, kendiniz, ne tür bir militan çalışma yürüttüğünüz ve spesifizm eğilimi hakkında çok kısa bir özet yapmak ister misiniz?

Merhaba Mya! İlginiz için teşekkür ederim. Bu röportaja cevap vermek benim için bir zevk. Ben Felipe Corrêa ve yirmi yılı aşkın bir süredir militan anarşist faaliyet ve ayrıca araştırma ve düzenleme gibi anarşizmle ilgili çeşitli çalışmalar sürdürüyorum.

Militanlık alanında, São Paulo’daki Anarşist Örgüt Liberter Sosyalizm / Brezilya Anarşist Koordinasyonu (OASL/CAB)[2] üyesiyim. Yaklaşık 20 yıldır Brezilya’da spesifizmi inşa ediyorum. Eyalet düzeyinde ve ulusal düzeyde, şu anda sendika militanlığına dahilim, öğretmen sendikalarından birisinin (SINPRO) üyesiyim, bir üniversite profesörüyüm, esas olarak Sosyal Bilimler ve araştırma faaliyetlerinin yanı sıra kaynak yönetimi ve politik eğitim alanlarıyla ilgileniyorum.

CAB, Bakunin ve İttifak’tan[3] [Uluslararası Sosyalist Demokrasi İttifakı] günümüze kadar var olan tarihsel anarşist örgütsel düalizmin Latin Amerika’daki bir ifadesi olan especifista – spesifist anarşizm ya da basitçe spesifizm- adlı anarşist akımın bir parçasıdır. Latin Amerika’da bu terim, 1956’da kurulan ve 1960’larda ve 1970’lerde askeri diktatörlüğe karşı mücadelelerde merkezi bir rol oynayan Uruguay Anarşist Federasyonu’nun (FAU) teorik ve pratik kavramlarına atıfta bulunmak için kullanılmıştır. FAU kurduğu ve/veya güçlendirdiği örgütsel yapılar sayesinde Uruguay solunun en büyük ikinci gücü haline geldi. Sendikal alanda ve kitlesellik anlamında, yalnızca Uruguay Komünist Partisinden daha küçüktü; silahlı düzeyde sadece Tupamaros’tan daha küçüktü. Ancak, her iki kampta da faaliyet gösteren tek güç oydu.[4]

Latin Amerika diktatörlüklerinin sona ermesiyle, özel spesifist anarşizm yeniden ortaya çıktı. Önce Uruguay’da, 1980’lerin ortalarında ve sonra diğer ülkelerde. Brezilya bu süreçte önemliydi ve ilk especifista deneyimlerini 1990’ların ortalarında yaşadı. Brezilya’nın farklı bölgelerinde gelişti ve 2002’de Örgütlü Anarşizm Forumu’nda (FAO) açıkça dile getirildi. Varlığının genişlemesi ve örgütsel bağların artmasıyla, 2012’de amacı ülke genelinde hücrelere sahip ulusal çapta bir siyasi örgüt oluşturmak olan Brezilya Anarşist Koordinasyonu’nun (CAB) kurulmasının koşulları ortaya çıktı.

Politik çizgi açısından spesifizm, Bakunin ve Malatesta’nın konumlarından ilham alan bir anarşist akımdır; Dielo Truda grubunun ve anarşizmin diğer tarihsel klasiklerinin bakış açılarına yakındır.

Bu, anarşizmin önemli stratejik tartışmaları üzerine bir dizi pozisyonu savunan bir akımdır. İlk olarak, örgütsel tartışmayla ilgili olarak, spesifistler  anarşistlerin kendilerini siyasi bir örgütte anarşistler olarak ve toplumsal örgütlerde (sendikalar ve toplumsal hareketler) işçi olarak ifade ettikleri örgütsel düalizme ihtiyaç olduğunu savunurlar. İkinci olarak, reformların rolüne ilişkin tartışma karşısında spesifistler, beklenen fayda ve kazanımlara bağlı olarak, bunların devrimci bir sürece katkı sağlayabileceğini düşünürler. Üçüncüsü, şiddet tartışmasıyla ilgili olarak, spesifistler bunun daima kitle hareketlerinin inşası bağlamında ve onunla birlikte yürütülmesi gerektiğini düşünürler. Kitle hareketlerinin toplumsal düzeyinde, spesifizm, devrimci sendikalizmle pek çok benzerliği olan bir programı savunur.

Entelektüel üretim alanında, anarşizm üzerine araştırmaları derinleştirmeyi ve yaymayı amaçlayan uluslararası bir proje olan Anarşist Teori ve Tarih Enstitüsü’nü (IATH) koordine ettim. IATH ile bağlantılı, esas olarak anarşist siyaset teorisi alanında ve üniversite ile bağlantılı araştırmalar yapıyorum. Aynı zamanda, militan propaganda ve akademik çalışmalar üzerine yayımlanmış yaklaşık 40 kitabı bulunan anarşist bir yayınevi olan Faísca Publicações Libertárias’ın editörüyüm.[5]

Çok teorik bir soruyla başlayacağım. Anarşizm, İktidar, Sınıf ve Toplumsal Değişim ‘de[6], ideolojinin politik iddialarda bulunduğu ve pratik stratejik müdahaleler ürettiği, teorinin ise gerçeklik anlayışlarını belirleyen metodolojik iddialarda bulunduğu noktasından ideolojiyi teoriden ayırarak anarşizmi bir ideoloji olarak tanımlıyorsunuz. Bu ayrım neden bu kadar önemli ve anarşist teori, anarşist ideoloji ve anarşist pratik arasında ne tür bir ilişkiye işaret  ediyor?

Bizim yani, teorik ve ideolojik birliğin örgütsel ihtiyaç olduğunu savunan anarşistler için, anarşizmin ne olduğuna dair kesin bir cevaba sahip olmak önemlidir. Ve bu tartışmada, Latin Amerika spesifist hareketi büyük ölçüde Uruguay Anarşist Federasyonu’nun “Huerta Grande: Teorinin Önemi” başlıklı 1972 tarihli bir metnine atıfta bulunur. Bu, Malatesta’nın bilimsel ve ideolojik-doktriner alan ayrımına dair düşüncelerini baz alan bir metindir.[7]

“Huerta Grande” ve Malatesta’da görülen bu anlayışa göre, bilim alanı ile ideoloji-doktrin alanını birbirinden ayırmak gerekir. Bilim, geçmişin ve bugünün araştırılmasını destekler ve olsa olsa gelecekte muhtemelen ne olacağını gösterir. İdeoloji-doktrin alanı yargılanacak gerçeklik için ve esas olarak hedeflerin ve eylem hatlarının oluşturulması için değerlendirme unsurları ortaya koyar.

Bu ayrım iki nedenden dolayı çok önemlidir. Bir yandan, gerçekliğin (bilimsel alanın) yorumunun doktriner -ideolojik unsurlar tarafından çarpıtılmasını – veya zaman zaman söylediğimiz gibi, geçmişte ve şimdi olanla, geçmişte veya şimdi olmasını istediğimizin yer değiştirmesini- engellemeyi amaçlar. Anarşizm için tutarlı bir strateji, gerçekliğin doğru (teorik ve bilimsel olarak titiz) bir okumasından başlamalıdır. Öte yandan, [bu ayrım] reformist hatta muhafazakar pragmatizm adına dönüşümden vazgeçen bir gelecek perspektifinin önüne geçmeyi amaçlar. Anarşizm için tutarlı bir strateji, ütopik ya da finalist diyebileceğimiz unsurları içermeli ve bunları devrimci yollarla gerçekleştirmeye çalışmalıdır. Japon anarşist Osugi Sakae’nin “bir inanan gibi davranmayı, bir şüpheci gibi düşünmeyi” tavsiye ettiği sloganında bu pozisyonun iyi şekilde özetlendiğine inanıyorum.[8]

Bu pozisyon aynı zamanda, bu unsurlar içinde en çok ve en az esnek olanları işaret eder. Bilimsel alan, doktrinel-ideolojik alandan daha esnek (açık) olmalıdır. Sosyal gerçeklik anlayışımızı geliştirmek için bilimsel alandaki gelişmelerden faydalanmamız gerekiyor. Bu, tutarsız bir teorik çoğulculuğun veya anlamsız bir “herkes için özgürlük”ün savunulması anlamına gelmez ve gelemez. Sadece anarşist oldukları için hatalı, kesin olmayan veya modası geçmiş yöntemlere, teorilere ve çalışmalara bağlı kalmamamızı sağlayan bir başlangıç noktasıdır.

Karşılaştırdığımızda, ideolojik-doktriner alan, özellikle anarşist ilkeler söz konusu olduğunda, çok daha az esnektir. İlkelerimiz konusunda açık ve esnek (“anti-dogmatik”) değiliz. İlkeleri bu şekilde ele alanlar, toplumsal değişim ve dönüşüm kudretinden yoksun bir pragmatizme düşerler. Strateji ile ilgili olarak, genel stratejinin daha katı olduğunu, devamla biraz daha az katı ve daha esnek olan dönemsel stratejilerin olduğunu ve son olarak taktiklerin daha esnek olduğunu söyleyebiliriz.

Bu pozisyon gerçeklik tahlilinde bir miktar tarafsızlığı savunan – ve bunun mümkün olduğuna inanan – katı pozitivizmle karıştırılmamalıdır. Bu böyle bir tarafsızlığın imkansız olduğunu, ancak anarşistlerin bilimi uygularken, ideolojik-doktriner pozisyonları tarafından ihanete uğramamaya dikkat etmeleri gerektiğini ifade eder. Bu Marksizm ve anarşizm de dahil olmak üzere genel olarak solda çok yaygın olan bir şeydir.

Bunun teori, ideoloji ve pratik arasında işaret ettiği ilişki şöyledir. FAU ve Malatesta’dan gelen bu varsayımlarla hareket ederken anarşistlerin şunları savunduklarını söyleyebiliriz: Gerçekliği analiz etmek ve tam olarak “nerede olduğumuzu” bilmek için kesin bir teorik (bilimsel) perspektif ihtiyacı. Bu gerçekliğe ilişkin yargılarımızı desteklemek, söz konusu dönem için nihai hedefleri, olası ve arzu edilen eylem hatlarını belirlemek için ideolojik (anarşist) bir perspektife -yani tahakküm eleştirisi, öz yönetimin savunulması ve genel hatlarıyla “nereye ulaşmayı hedeflediğimize” ve “bunun nasıl olacağına” dair öneri ortaya koyan stratejik bakış açısına- duyulan ihtiyaç. Bu da bizi üçüncü bir ihtiyaca getiriyor, bizim bulunduğumuz yerden ulaşmak istediğimiz yere götürecek, genel bir stratejiye, dönemsel stratejiye ve bir dizi taktiğe dayalı, stratejik bir politik çalışma ihtiyacına.

Kısacası, anarşist teori gerçekliğin okunmasına yardımcı olur, anarşist ideoloji bu gerçekliğin yargılanmasına, stratejik hedeflerin ve stratejik bir eylem hattının kurulmasına yardımcı olur ve anarşist pratik bu gerçekliği toplumsal ve devrimci olarak dönüştürmek için somut eylemler gerçekleştirir.

Anglosferden bir militan olarak yazdıklarınızda (ve genellikle Latin Amerika’daki Anarşist gelenekte) bana benzersiz gelen şey, “iktidar” kavramına yakından odaklanmasıdır. Anarşizm, İktidar, Sınıf ve Toplumsal Değişim ‘de, klasik anarşistlerin iktidar, tahakküm ve otoriteyi aynı kavram olarak belirsiz bir şekilde birbiriyle karıştırma eğiliminde olduklarını ifade ediyorsunuz. Bu teorik belirsizlik, anarşistlerin ne tür bir iktidara karşı çıkmaları (tahakküm) ve nasıl bir iktidar inşa etmeleri (halk) gerektiğinin görülmesini zorlaştırdı. İktidar kavramının anarşizm için neden bu kadar merkezi olduğunu ve iktidarın doğru kavranmasının politik pratiğimiz ve doktrinlerimiz üzerinde ne gibi etkileri olduğunu düşünüyorsunuz?

İktidar kavramı hakkında tartışmaya gerçekten oldukça derinlemesine girdik. Bunun anarşistler için sadece eleştirel açıdan değil, aynı zamanda yapıcı ve bir amaca yönelik yollar açısından da önemli olduğunun altını çizdik.

Her şeyden önce, tüm önemli kavramlar gibi iktidarın da polisemik bir kavram olduğunu (birçok anlamı bulunmaktadır) ve farklı şekillerde tanımlanabileceğini vurgulamak önemli. Tarihsel olarak ve farklı düşünce akımlarında, -Tomas Ibáñez’in gözlemlediği gibi- gücün üç farklı şekilde tanımlandığını söylemek mümkün: 1) Yeterlilik (bir şeyi yapma imkanı) olarak, örneğin şunu veya bunu yapmaya muktedir olduğumuzu söylediğimizde, 2) Düzenleme ve kontrolün (katılaşmış) kurumları ve mekanizmaları olarak, örneğin, birisinin veya bir grubun iktidarı ele geçirdiğini söylediğimizde, 3) Güç ilişkilerinde bir asimetri olarak (geçici dayatma ilişkisi), örneğin, bir sınıfın -belirli bir anda ve belirli bir süre için- diğeri üzerinde bir iktidar ilişkisi kurduğunu (kendini dayattığını) söylediğimizde.[9]

Klasik anarşistlerden bahsettiğimizde, “Anarşizm, İktidar, Sınıf ve Toplumsal Değişim”de savunduğum gibi, onlar da bu yaklaşımlarla konuşurlar. Ve çoğunlukla tahakküm ilişkilerini tahakküm, iktidar ve otorite gibi terimlerle ele alırlar. Klasik anarşistleri ele aldığımızda, bu terimleri (tahakküm, iktidar, otorite) kullandıklarında akıllarında olan çoğu zaman, bizim anarşist akımımızda tahakküm ilişkileri olarak adlandırdığımız şeydir.

Bu ifadeler değerlendirmeye ihtiyaç duymaktadır. İlk olarak, bu çoğunluk yaklaşımına rağmen, bir dereceye kadar tüm klasik anarşistler anarşist bir iktidar teorisinin kurulması için ilkeler ortaya koyarlar. Bunun hayatları boyunca önemsedikleri bir şey olmadığı doğrudur ancak yazılarında bu konuyla ilgili pek çok unsur bulunduğuna şüphe bulunmamaktadır. İkincisi, “klasik anarşistler”den söz ederken -anarşizmin yalnızca Birinci Enternasyonal içinde, 1860’ların ikinci yarısında ortaya çıktığını düşündüğümüz için benim ve başka araştırmacılar açısından bir anarşistten ziyade bir şekilde anarşizmin babası olan- Proudhon’u onlar arasında saymıyorum.[10] Sosyalizmin liberter klasikleri arasında Proudhon, iktidara bu tartışmada önemli katkılarıyla dikkat çekiyor. Üçüncüsü, hem Proudhon hem de klasik anarşistler, çoğu durumda tahakkümü, iktidarı ve otoriteyi aynı anlamda ele alsalar da, farklı yaklaşımlar için de imkanlar sunuyorlar.

Proudhon, işçilerin kolektif gücü olarak bir “toplumsal iktidar” fikrini savunuyor. (Devrimde ve Kilisede Adalet Üzerine) Bakunin, her türlü otoriteyi reddetmediğini vurgular (Tanrı ve Devlet) ve hatta işçilerle olan ilişkide İttifak’ın üyeleri olan “müttefiklerin” iktidarını savunur (“A. Richard’a Mektup”). Malatesta “tüm işçilerin etkin iktidarı”ndan bahseder (“Proletarya Diktatörlüğü ve Anarşi”). Berneri, “siyasi iktidarın proletarya tarafından kullanılmasını” savunur(“Proletarya Diktatörlüğü ve Devlet Sosyalizmi”).  Başka birçok referans verilebilir.  Bununla, bu figürlerin önermesel ve kurucu stratejilerinde iktidar kavramını sürekli olarak savunduklarını değil, onların eserlerinde bile bu göndermelerin yer aldığı anlar olduğunu ortaya göstermek istiyorum.

“Anarşizm, İktidar, Sınıf ve Toplumsal Değişim” başlıklı makalemde öne sürdüğüm şey, kendimizi bu terimden ayırır ve bu tartışmanın içeriğine girersek, genel olarak, tüm anarşistlerin işçilerde belirli bir gerçekleştirme kapasitesi tanımladığını göreceğimizdir. Bu anarşistler normalde bu kapasiteyi toplumsal gerçekliğe müdahale edebilecek bir toplumsal güce dönüştürmek için eylemleri tartışır ve uygulamaya koyarlar ve son olarak, kendi kendini yöneten ve federalist yapılar ve düzenleme ve kontrol mekanizmaları tarafından desteklenen bir sosyalizme yol açacak bir toplumsal devrim yoluyla işçilerin kendilerini dayatmalarına, burjuvaziye, bürokrasiye ve genel olarak sınıf düşmanlarına karşı galip gelmelerine katkıda bulunmayı amaçlarlar.

Bu söyleşide biraz sonra detaylandıracağım üzere, bu unsurlar – gerçekleştirme kapasitesi, toplumsal güç, dayatma/üstünlük ilişkileri ve düzenleme ve kontrol yapı ve mekanizmaları- spesifistlerin savunduğu ve özellikle benim teorik olarak geliştirdiğim iktidar teorisinin merkezinde yer almaktadır.

Nasıl tanımlandığına bağlı olarak, iktidar kavramının anarşizmde çok önemli bir rol oynayabileceğine inanıyorum. Öncelikle, anarşizmin kendisinin ne olduğunun açıklanması açısından. Örneğin, bu konuyu ele alan önceki çalışmaların sorunlarını çözmeyi amaçlayan, yenilenmiş bir “Anarşizm nedir?”den başka bir şey olmayan Bandeira Negra: rediscutindo o anarquismo [Kara Bayrak: anarşizmi yeniden tartışmak] kitabımda anarşizm açıklamamın temeli olarak iktidar kavramını kullanıyorum.

Bu kitapta anarşizmi tanımlarken, diğer şeylerin yanı sıra, “anarşizmin […]tahakküm altındaki sınıfların kendini gerçekleştirme kapasitesini toplumsal bir güce dönüştürmeyi ve sınıf mücadelesi ile karakterize edilen toplumsal çatışma yoluyla, toplumsal ilişkilerden kaynaklanan bir sonuç olarak ortaya çıkan tahakkümcü iktidarı, toplumun üç yapılandırılmış alanında konsolide olan öz yönetimsel iktidarla değiştirmeyi amaçladığını” vurguluyorum. Bu yüzden anarşist proje benim tarafımdan bir “iktidar projesi” olarak görülüyor.[11]

İkincisi, iktidar kavramı, anarşistler tarafından geliştirilen gerçeklik analizlerini destekleyebilir. Bu ve tutarlı bir iktidar teorisi yoluyla, tarihte veya bugün (konjonktürel olarak), belirli bir bağlamda etkili olan güçlerin hangileri olduğunu, hangilerinin diğerlerine göre dayatmacı/baskın olduğunu, bunların hangilerinin bu bağlamlarda kurulan iktidar ilişkileri olduğunu ve bu tür ilişkilerin aldığı formların ne olduğunu (tahakküme, öz yönetime, daha az ya da daha çok katılıma dayalı) anlamak mümkün olacaktır.

Üçüncü ve belki de anarşistlerin siyasi projeleri ve nereye/nasıl gitmeyi planladıkları konusunda net olmalarının ana nedeni budur. Bana göre, projelerini ilerletmek için hangi eylemleri gerçekleştireceklerini/gerçekleştirmeleri gerektiğini anlamayan anarşistlere sürekli tanık oluyoruz. Gerçeği somut olarak değerlendiremiyorlar veya yeterli stratejik bir program oluşturamıyorlar.

Ancak en ciddisi, anarşistlerin dünyada var olmalarının veya eylemlerini belirli birikim ve kazanımlar elde etmeden gerçekleştirmelerinin kendileri için yeterli olmadığını anlamadıkları zaman ortaya çıkıyor. Nereye/nasıl gitmek istediğinin bilinmediği durumlarda da bu tür birikim ve kazanımlar elde edilmesi yeterli olmuyor. Açıklamama izin verin. Anarşistler ya kendi toplumsal güçlerini ve daha da önemlisi işçilerin toplumsal gücünü en üst düzeye çıkarmanın yolları üzerine düşünürler ve böylece bu devrimci, öz yönetime dayalı/federalist bir dönüşüme işaret eder ya da var olmak için hiçbir nedenleri yoktur. Ve dahası. Anarşistler ya birkaç durumda kendilerini başkalarına dayatmak, diğerlerine üstün gelmek zorunda kalacaklarını anlarlar ya da projelerini gerçekleştiremeyeceklerdir.

Bu konuda pek çok örnek verilebilir. Ancak, bunlardan birine, o zamanlar yaklaşık bir buçuk milyon işçiyi temsil eden anarko-sendikalist bir örgüt olan Ulusal Emek Konfederasyonu’nun (CNT) birkaç etkili üyesinin, anarşistlerin/anarko-sendikalistlerin toplumsal olarak büyük ölçüde çoğunlukta olduğu bölgelerde, kitlesel ve özyönetime dayalı bir iktidar kurmanın, bir “anarşist diktatörlük” kurmak anlamına geldiğini anladıkları İspanyol Devrimi sürecine odaklanacağım.

Kavramsal olarak yanlış okuma ve benim görüşüme göre bu, anarşist projenin gerçekten bir iktidar projesi olduğu fikrinin eksikliğinin göstergesi. Tahakküme ve sömürüye karşı, özyönetim ve federalizme dayalı bir proje, bu doğru ama yine de bir iktidar projesi. Empoze etmek ve düşmana ve karşıt güçlere karşı kurulan cephelerde hakimiyet kurmaktan korkan CNT cumhuriyetçi hükümetle bütünleşerek işbirlikçi projeyi tercih etti…

Anarşistler ve iktidar sorunu arasındaki çözümlenmemiş olduğunu düşündüğüm bu ilişki, bu tür sorunlara neden oluyor. Sadece devrimci ve isyancı durumlarda değil, aynı zamanda sendikal mücadeleler, toplumsal hareketler, öğrenci hareketleri, mahalle mücadeleleri gibi gündelik meselelerde de böyle.

Özetle, burada savunduğum bu iktidar anlayışının benimsenmesinin birçok anlamı var. Anarşizmin daha yeterli bir şekilde anlaşılmasına, gerçekliğe ilişkin analizlerinin ve esas olarak anarşist politik projenin güçlendirilmesine imkan tanır. Özellikle bu iktidar anlayışı, anarşistlerin gerçekliğe müdahalelerini geliştirmelerine ve giderek daha etkili olmalarına katkı sağlar.

Pek çok Batılı anarşist için, iktidara kavramsal olarak odaklanılması, Michel Foucault’nun yazılarıyla bağlantılı biçimde olma eğilimi gösteriyor. Bazıları için bu bağlantı olumlu ancak toplumsal anarşist eğilimdeki pek çok kişi bunu sınıf mücadelesinin terk edilmesiyle ilişkilendiriyor. Varsa, Foucault’nun Latin Amerika’daki tartışmalar üzerinde nasıl bir etkisi oldu? İnsanlar onu okuyor mu ve eğer öyleyse ondan ne alıyorlar?

“Pek çok Batılı anarşist için, iktidara kavramsal olarak odaklanılmasının Michel Foucault’nun yazılarıyla bağlantılı biçimde olma eğilimi gösterdiği” doğru. Ama bence bu, anarşizmdeki iktidar tartışmasından çok “Batılı anarşistler” hakkında bir şeyler anlatıyor.

Foucault, şüphesiz 20. yüzyılın en büyük düşünürlerinden biridir ve üniversitelerde üzerine geniş çapta çalışmalar yapılmıştır. Benim izlenimim -ve bu genel olarak anarşist aleme yönelik en büyük eleştirilerimden biri olmuştur- birçok anarşistin, belki de entelektüel rahatlık için, hatta akademik modaları sürdürmek için, kendi zeminimizde var olan katkılara bakmak yerine, başka geleneklerden, başka politik-ideolojik akımlardan yazarları sahiplenmiştir. En kötüsü, bu sahiplenmenin çoğu zaman eleştirel olmayan bir şekilde ve anarşist birikimi tamamlamak için değil, onu değiştirmek için yapılmış olmasıdır.

Dünyanın çeşitli yerlerinde olduğunu düşündüğüm şey, anarşist görünüşe sahip, Foucault etrafında dönen bir moda olduğu, benim için ne yazık ki şu anda birçok yerde karşılaştığımız kesinlikle “anarşistlersiz anarşizm”.

Demek istediğim, anarşistlerin -ve daha geniş anlamda sendikalistler ve liberter/anti-otoriter sosyalistlerin- bu iktidar tartışması ve diğer tartışmalarla ilgili sayısız katkısı var. Ancak onları incelemek genellikle “kendini paralamayı” gerektirir: metinleri bulmak çok kolay değildir, çoğu tercüme edilmemiştir, hemen hemen hiç yorumcusu yoktur, kılavuzu yoktur, üniversitede kimse onları incelemez… Bakunin, Malatesta, Kropotkin, Proudhon, vb.’yi incelemenin kolay olmadığını kabul etmeliyiz.

En geniş anlamıyla geleneğimizle (anarşist, sendikalist, liberter/anti-otoriter sosyalist) ilgili çalışmalara kendimizi adamanın ve onlara eleştirel katkılar üretmenin, bunları detaylandırmanın ve sunmanın gerekli olmanın ötesinde olduğunu düşünüyorum. Şu anda Malatesta’nın iktidar ilişkileri üzerine teorik katkılarını yeniden inşa eden bir kitap üzerinde çalışıyorum. Hiç şüphe yok ki, bu katkılar inanılmaz olsa da onları elden geçirmek, yeniden inşa etmek, tamamlamak son derece zor.

Foucault’ya dönersem. Evet, spesifist anarşizm geleneğimiz, militanlar tarafından geçmişte ve şimdi okunan bir yazar olan Foucault’dan (Uruguay’da ve Brezilya’nın bazı bölgelerinde, özellikle güneyde) biraz etkilenmişti. Yalnızca onların değil, anarşist olmayanların da olması dikkat çekicidir. Foucalt’ın iktidar tartışmasına aşinayım; bu konu hakkında ders verdim ve yazdım. Görünüşe göre, senin de çok iyi işaret ettiğin gibi, Foucault’nun kendi sorunlu yanları ve muğlaklıkları var.

Foucault’daki bu iktidar tartışmasına aşina bir kişi olarak şunu söyleyebilirim ki, spesifistler olarak bizim yaptığımız, bu yazarın titiz bir akademik okumasını yapmaktan öte, onun bazı teorik kavramlarının ve perspektiflerinin eleştirel bir şekilde benimsenmesini önermek ve onları anarşizmimizin genel referans çerçevesine uyarlamak oldu. Böylece sosyal sınıflar ve sınıfçılık gibi unsurlar korunmuş oldu. Kanaatimce, Foucault’nun bu spesifist okuması sol tarafından, daha çok sol tarafından yapıldı.

Her halükarda, bu tür yöntemlerde belirli bir risk olduğunu biliyorum. Çünkü teori ile ideoloji arasında yaptığımız ayrıma ve birincisine karşı ikincisine göre daha esnek ve açık bir duruşa sahip olmamıza rağmen, teorik katkıların ideolojik unsurları olduğu yadsınamaz ve bazen, farkında olmadan, bazı teorik bilgileri soğurduğumuz için, ideolojik olarak karmaşık bazı unsurları anarşizme dahil edebiliriz.

Bunun, hem Marksist teorinin – bu daha sonra “Marksvari” ideolojik unsurlara dönüştü- hem de postmodern teorinin -benzer biçimde çok karmaşık ve anarşizmden uzak ideolojik bakış açıları üretti- dahil edilmesiyle farklı zamanlarda ve bölgelerdeki anarşist çevrelerde gerçekleştiğini gördüm.

Foucault’nun sorunlu yanları ve muğlaklıkları olduğunu söylediğimde, özellikle bazı noktalara atıfta bulunuyorum. O hiçbir zaman anarşist bir düşünür olmadı, programatik ve stratejik kaygıları da olmadı. Fikirleri bu şekilde yorumlanabilirse, spesifistler tarafından yapıldığı gibi daha sola doğru ele alınabileceği gibi, çok liberal bir perspektiften ve hatta bütünen teslimiyetçi biçimde de ele alınabilir. Bu son sözünü ettiğim biçimden, “eğer tüm ilişkilerde güç varsa, o zaman yapacak pek bir şey yoktur, çünkü hepimiz aynı anda hem ezilen hem de ezeniz” gibi okumaları kastediyorum. Bu bakış açısında gerçekten ciddi riskler var.

Çeşitli klasik anarşistleri, sendikalistleri ve liberter/anti-otoriter sosyalistleri derinlemesine incelediğimizde, akımımızın Foucault’dan faydalandığı her şeyin zaten “bizim” yazarlarımızda var olduğunu söyleyebilirim. Foucault’dan aldığımız örneğin Malatesta ve/veya Proudhon’da olmayan hiçbir şey yok. Ne pahasına olursa olsun, ilginç görünen, moda olan (akademi veya militanlar arasında),  üniversitede okuduğumuz veya hareketlerde tartıştığımız her şeyi alma ve eleştirel olmayan bir şekilde onunla bütünleşme yönteminden (ne yazık ki anarşizmde çok yaygın) kaçınmamız gerektiğine inanıyorum. Tarihsel olarak anarşizmin belirli çizgileri vardır (ve her anarşist akımın anarşizm içinde daha belirgin çizgileri vardır). Bu nedenle, katkıların bu çizgileri tamamlaması ve onları bir yana atmaması, kontrol altına almaması veya bozmaması gerektiğini akılda tutmak önemli.


[1] Ç.n. Anglosfer, bir zamanlar İngiliz İmparatorluğu’nun parçası ya da sömürgesi olan, bugün Birleşik Krallık’ın politik ve kültürel etkisinin devam ettiği ülkeleri ifade etmek için kullanılan bir terimdir.

[2] 1 OASL internet sitesi: https://anarquismosp.wordpress.com/. CAB İnternet sitesi: https://cabanarquista.org/. CAB’ın ilkeler bildirgesi (İngilizce): https://www.anarkismo.net/article/23028.

[3] Ç.n. Uluslararası Sosyalist Demokrasi İttifakı, Mihail Bakunin’in aralarında olduğu 79 üye ile birlikte 28 Ekim 1868’de 1. Enternasyonal bünyesinde kurulan bir örgüttü. İttifak’ın IWA’nın bir bölümü olarak kurulması, IWA genel kurulu tarafından kabul edilmedi.

[4] FAU’nun tarihi ile ilgili (İngilizce), https://www.anarkismo.net/article/32515 Spesifist anarşizmin stratejisi ile ilgili, FAU’nun tarihi militanı Juan Carlos Mechoso ile yaptığım uzun röportaja bakabilirsiniz (İngilizce), https://theanarchistlibrary.org/library/juan-carlos-mechoso-uruguayan-anarchist-federation-fau-the-strategy-of-especifismo.

[5] IATH İnternet sitesi : https://ithanarquista.wordpress.com/. Faísca İnternet Sitesi: http://editorafaisca.net/.

[6] https://www.anarkismo.net/article/32540

[7] “Huerta Grande” buradan okunabilir(İngilizce): https://blackrosefed.org/huerta-grande/. Malatesta’nın bu konudaki düşünceleri için, Vernon Richards tarafından düzenlenen Errico Malatesta: Life and Ideas derlemesinin “Anarşizm ve Bilim” bölümüne bakabilirsiniz: https://libcom.org/files/Malatesta%20-%20Life%20and%20Ideas.pdf.

[8] Osugi Sakae’nin bu iddiada bulunduğu metin kısmen (İngilizce olarak) Robert Graham tarafından düzenlenen “Anarşizm: liberter fikirlerin belgesel tarihi” cilt. 1’de (Black Rose Books, 2005) yer almaktadır.

[9] Ibáñez’in bu ve diğer argümanları için “Por un Poder Político Libertario” makalesine ilişkin incelememe bakabilirsiniz (İngilizce), https://www.anarkismo.net/article/19736.

[10] Bu argümanla ilgili “Küresel Perspektifte Anarşist Teori ve Tarih” adlı makaleme bakabilirsiniz (İngilizce): https://ithanarquista.wordpress.com/2021/12/15/felipe-correa-anarchist-theory-and-history-in-global-perspective/.

[11] Sözü edilen “Küresel Perspektifte Anarşist Teori ve Tarih” makalesi bu kitabın bir özetini sunmaktadır.

Kaynak: Elements of Anarchist Theory and Strategy: an Interview with Felipe Corrêa

Çeviri: Yeryüzü Postası

Anarşist Komünist Örgütlenme ile ilgili diğer yazılar:


Yorumlar

“Anarşist Teori ve Stratejinin Unsurları: Felipe Corrêa ile röportaj (1. Bölüm)” için 3 yanıt

  1. […] [1] örgütlü anarşizmin istikrarlı bir şekilde canlanması, anarşizmin temel stratejik […]

  2. […] (2) – Tommy Lawson Spesifik Anarşist Örgütün Temel Kavramları (3) – Tommy Lawson Anarşist Teori ve Stratejinin Unsurları: Felipe Corrêa ile röportaj (1. Bölüm) Anarşist Teori ve Stratejinin Unsurları: Felipe Corrêa ile röportaj (2. Bölüm) 2017-03-26 […]

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir