Anarşist Komünizm (Proleter Teor A)

yazar:

kategori:

Proleter Teori A  dergisinin Aralık 2005 tarihli 1. Sayısında yayınlanmıştır

1. ANARŞİST KOMÜNİZMİN TARİHSEL KÖKENİ:

Anarşist komünizm, kendini siyasal yelpazenin “solunda” konumlandırmış bir çok insan için günümüzde hala, yeterince kavranamamış ve bu yüzden de genel geçer bir takım ithamlara en fazla maruz kalmış anlayışların başında gelmektedir. Öyle ki, anarşistler arasında dahi bu tespiti kolaylıkla yapabilmek mümkündür. Özellikle son yarım yüzyıla damgasını vuran ve kendini yenileyemeyen politik argümanlara nesnel zemin hazırlayan “post” ve “neo” siyaset yapma biçimi, bilinçlerde yarattığı kavram karmaşasını en çok anarşist söylemlerde hissettirmiştir. Daha anarşist komünizme gelmeden önce, henüz anarşizmle karşılaştığımız noktada dahi, karşımıza çıkan ürkütücü boyutlara ulaşmış çarpık külliyat; bizi, anarşist komünizmi kavramak için tarihsel kökenine inmeye zorlamaktadır. Zira bugünü çözümlemenin ve savunulan değerleri, bize öğretilen basma kalıp düşünme alışkanlığından kurtularak gerçekten savunabilmenin önemli yollarından birisi de budur.

Anarşizmin siyaseten ilk ortaya çıkışına dair izleri, 1789 Fransız devrimi-ne kadar sürebiliriz. Ancak, özgürlükçü düşüncenin ve anti-otoriter söylemin belli belirsiz varlığı için çok daha gerilere gitmek de mümkündür. Anarşizmin ete kemiğe büründüğü ve toplumsal alanda kendine bazı kulvarlar açmayı başardığı ilk dönem politikaları için ise, 1. Enternasyonal dönemi baz alınabilir.Keza anarşizmin siyaset sahnesinde, hem toplumsal alanla ilişkilendiği, hemde politik muhataplarıyla kelimenin tam anlamıyla karşı karşıya geldiği dönem aşağı yukarı bu dönemdir. Zannedildiğinin veya varsayıldığının aksine anarşizm;Enternasyonal döneminde, Bakunin ve örgütün üye seksiyonlarının neredeyse tamamı tarafından anti-otoriter komünizm olarak tanımlanmıştır.(1) Toplumun,çok nesnel kriterlerle bir tarafta emekçiler diğer tarafta sömürücüler şeklinde net bir biçimde ikiye ayrıldığı bu tarihsel dönem, anarşizmin komünist kökenlerinin ortaya çıktığı öznel dönemle tam anlamıyla örtüşmektedir. Sömürüye karşı gelişen sınıf mücadelesi bilinci, beraberinde bugünün toplumunun küllerinden doğacak yeni bir toplumu tasfir etme çabasını ortaya çıkarmış, tüm ezilenlerin kendi yaşamlarını kendi ellerine alacakları özgür ve eşit bir toplum adına, “komünizm” neredeyse tek ve vazgeçilmez alternatif haline gelmiştir. Anarşizm de,kendi toplumsal alternatifini komünist bir yeniden yapılanma süreciyle belirginleştirmiştir.

Anarşizm bu bağlamda, en baştan beri komünist bir karaktere sahiptir.Komünizmin genel toplumsal vizyonu ve gelecek tasarımı anarşistler açısından tüm toplumsal kalkışma dönemleri de dahil olmak üzere, propaganda ve eylem faaliyetlerinde birincil referans noktasıdır. Bu durumu ünlü İtalyan anarşisti Carlo Cafiero şöyle tanımlamıştır: “komünizmin gerçekleşmesi mümkün bir sistem olduğunu vurgulamak yetmez…bizler aynı zamanda onun gerekliliğini de vurgulamalıyız. Sadece komünist olmak yetmez, devrimin yenilebileceği riskinin bilinci ile yaşanmalıdır. Kendimizi anarşist komünist olarak tanımlarken;çizgimizi bireycilerinkinden ve otoriter komünistlerden ayırdığımız ve emek araçları ile kolektif emek ürünlerinin arasında ayrım yapmaksızın hepsinin, or-tak kontrolde olması gerektiğini savunduğumuz için kendimizi böyle tanımladık.Komünist olmadan anarşist olunamaz, gerçek eşitlik ve özgürlüğe sadece komünizmle ulaşılabileceği için komünist olmalıyız. Bizler anarşist olduğumuz ve anarşi ile komünizm devrimin ayrılmaz iki parçası olduğu için komünist olmalıyız”.(2) Anarşistler dönemin en sert sınıf mücadelesi atmosferi içinde, örgütlendiği ve kolektif faaliyet sürdürdüğü hemen hemen bütün ülkelerde belli başlı temel anarşist komünist fikirlerin ışığında hareket etmişlerdir. Buna ilişkin bir diğer örneği ise, hükümetin açıktan yarattığı baskı ortamına rağmen toplanan “İtalyan Anarşistler Kongresinde” benimsenen şu ilkede görmek mümkündür: “Herkes, toplum için kendi yeteneklerinin elverdiği her şeyi yapmalıdır ve her-kes toplumdan bütün ihtiyaçlarının, üretimin ve toplumsal imkanların elverdiği ölçüde karşılanmasını talep etme hakkına sahiptir.”(3) Açıkça komünist olan bu temel ilke, dönemin İtalyan anarşizminin neredeyse ana karakterini vermektedir. İlerleyen yıllarda, lokal ve sınırlı etkinlik alanını aşmaya ve toplumsal taban edinmeye başlayan anarşizmin, bu tabanı ezilen, yoksul ve emekçi kesim içinde geliştirmiş olması da belirleyici bir öneme sahiptir. Açıkça sınıfsal olan mücadele dinamikleri, anarşist komünizmin otoriter komünizme alternatif olmayı başardığı her yerde, anarşizme ilgiyi hızlı bir şekilde artırmıştır. Anarşizmin özgürlükçü komünist söylem ve propagandası geniş emekçi yığınlarda etkileri 1940’lara kadar sürecek kalıcı izler bırakmıştır. Bu izleri en net ifade eden de-neyim ise 1930’ların İspanyasıdır. İspanyayı anarşist tarih içinde özel yapan unsurların başında, anarşizmin “özerklik”, “birlik” ve “federasyon” ilkelerine en uygun mizaca sahip geleneğin İspanya’da olması yatar. Öyle ki, İspanya’da kökleri orta çağa kadar giden uzun bir “bağımsız komünler” geleneği vardı.İspanyol emekçi sınıfı, Bakunin’in çabalarıyla İspanya’da oluşan ilk Enternasyonal seksiyonundan çok önceleri, içgüdüsel bir biçimde komünizme yatkındı.Bu yatkınlık anarşizmin özgürlükçü komünist fikirleriyle birleşince, tarihte eşine ender rastlanan bir özgürlükçü deneyim İspanya’da kök saldı. 1911 de kurulan CNT (Confederacion Nacional del Trabajo – Ulusal Emek Konfederasyonu), uzun yıllar İspanyol anarşizminin önde gelen örgütlenmesi olarak kaldı. Temel varoluşunu anarko-sendikalizmden alan CNT, 1919’da toplanan kongresinde temel ideolojik yönelim olarak Comunismo Libertario’nun (liberter komünizm) ilkelerini resmi anlamda kabul etti.(4) CNT üç yıl içerisinde ilkesel tutumunu biraz daha ileri taşıyarak 1922 Zaragoza kongresinde “Birinci Enternasyonal’de Bakunin tarafından benimsenen ilkelerin kararlı savunucusu” olduğunu ilan etti. İç savaşın çıktığı 1936 yılında, CNT toplanan ikinci Zaragoza kongresine yaklaşık yarım milyon işçiyi temsil ederek gitti ve savaşın hemen öncesinde, kongrede, bir kez daha devrimci anarşist inançlarını pekiştirdi: “Devrimin gelişmesiyle birlikte şunların derhal feshedileceği ilan edilecektir: Özel mülkiyet, devlet, otoriter ilkeler ve sonuç olarak insanları sömüren ve sömürülenlere, ezen ve ezilenlere ayıran sınıflar.”(5) On günlük kongrede alınan kararlar, anarşist komünizmin en açık ve net ifadelerinden birini içermektedir. Buna göre; yeni toplumun,yaşamak için zorunlu olan maddeleri bölgesel ve ulusal federasyonlar aracılığı ile üretmek ve mübadele etmek üzere özgürce birleşmiş sendikalar temelinde kurulan komünlerden oluşması gerektiği ifade edildi. Anarşist komünizmin bu somut sonuçları sadece kongre kararlarının okunduğu zabıtlarda yazılı birer metin olarak kalmadı. 1936 sonunda 1,5 milyona ulaşan CNT üyesi emekçi sayısı,iç savaş boyunca, İspanya’nın genel siyasal atmosferini belirleyen birçok geliş-meye ön ayak oldu. Fabrikalar hızla kolektifleştirildi, tarımsal alanlar köylüler tarafından işletilmeye başlandı ve aktif devrimci mücadele, milisler aracılığı ile her bölgede sürdürüldü. George Orwell’ın gözlemlerine göre; Barselona’da kent yönetimi hızla anarşistler tarafından organize edilmeye başlandı ve kentteki faal devrimcilerin neredeyse tamamı “her türlü parlamentoya güvensizlik duyan anarşistlerdi”.(6)

Benzer bir anarşist komünist devrimci mücadele deneyimini İspanya 1936’dan yaklaşık 15 yıl önce, Rus devrimi sırasında görmek de mümkündür.Sıklıkla çarpıtılan veya Bolşevik ihtilalin belirgin gücü karşısında görmezden ge-linen Ukrayna deneyimi de, anarşist komünizm adına güçlü bir miras üretmiştir. Nestor Mahno’nun esiniyle gelişen anarşist deneyim, nüfusu o dönem 7 milyon olan, 400 kilometre karelik bir ülkeyi özerk bir bölge haline getirmeyi başardı.Ukrayna anarşist hareketi etkisi altındaki bölgede “komünler” ve “özgür emek Sovyetleri” kuruldu. Ağır şartlar altında ve Kızıl Ordu da dahil olmak üzere üçten fazla düzenli orduyla savaşmak zorunda kalan Mahnovist isyan ordusu, kontrolüne geçen her bölgede hızla kolektifleştirme faaliyetlerine girişiyor ve komünist ilkeleri özgürlükçü bir dinamikle hayata geçirmeye çalışıyordu. Yaklaşık 9 ay süren direnişinin ardından askeri bir yenilgiyle sonuçlanan bu deneyim de,arkasında paha biçilmez zenginlikte bir miras bıraktı. Mahno, sürgündeki diğer yoldaşlarıyla birlikte kaleme aldığı “Liberter Komünistlerin Örgütsel Platformu” adlı broşürle, Rusya’daki deneyimlerinden çıkardığı sonuçları ve anarşistlerin nasıl ve ne şekilde mücadele etmesi gerektiğine dair geliştirdiği fikirleriyle,anarşistler arasında bugüne değin devam eden bir tartışmayı da kışkırtmış oldu. Bu tartışmanın sonuçları anarşizm açısından ele alındığında hala temel birtakım ikilikleri barındırmaya devam etmektedir.

CNT ve Mahnovist İsyan Ordusu nezdinde savunulan anarşist komünist idealler, anarşizmin ancak ve ancak sınıfsal tabana sahip ve emekten yana bir örgütlenme anlayışıyla “sahici” bir alternatif olabileceğini göstermeye yetmektedir. Ancak anarşist komünizmin neden 1950’lerden sonra hızla kan kaybettiğini anlamamıza yetecek veriyi bu tarihsel deneyimlerden çıkartmak pek olası değildir. Çoğu zaman nostaljik bir esin kaynağı gibi algılanan bu deneyimler,tarihin tozlu raflarında kalmış birer anı olarak nitelendirilegelmiştir. Anarşizm doğuşunda tamamen komünist bir karaktere sahip olmuş olmasına rağmen,1950’lerle birlikte gelişen kapitalizmin basıncına ve yeni dünya düzeninin, yeni ideolojik hegemonyasına yanıt üretmekte zorlanmıştır. Anarşizmin komünist özünden yaşanan sapmalar, yeni sosyal hareketlerin komünist olmayan anarşizm yoluyla yorumlanmasına neden olmuş; bu yorum günümüzde neredeyse anarşizmle komünizmi uzlaşmaz karşıtlıklarmış gibi algılamanın kapılarını açmıştır. Anarşizm zamanla; “ne için ve nasıl” sorusuna yanıt vermeyen bir “öz-gürlük” söylemiyle, “kime karşı ve hangi araçlarla” sorusuna yanıt vermeyen bir “mücadele” kavramına mahkum kalmıştır. Bu durum, aslında bundan bir asır önce söylenmiş olan “komünizmsiz bir anarşizm mümkün değildir ve gerçek özgürlüğe ancak komünizmle ulaşılabilir” tezini ironik bir biçimde doğrulamaktadır.

2. ANARŞİST KOMÜNİZMİN TEORİK AÇILIMI:

Anarşist komünizm pratikte birbiriyle ilişkili ama birbirinden farklı birkaç yönelimi ifade ederken, teoride bu farklı yönelimleri birleştiren bir zemine sahiptir. Pratikte yaşanan farklılık, daha çok “örgütlenme” konusundaki yaklaşım farklılıklarından kaynaklanmaktadır. Teorik olarak bakıldığında ise, anarşist komünizmin temel önermesi; mücadelenin sınıfsal bir karakter taşıması gerektiği-ne ilişkin bakış açısıdır. Malatesta anarşist komünist perspektife ilişkin en basit tanımlamayı şu şekilde yapmıştır: “Tek bir insanlık yoktur, çıkarları birbiriyle taban tabana zıt iki insanlık vardır, bunlar, ezenler ve ezilenlerdir. Bizler bu iki insanlıktan ikincisinin içinde ve yanındayız.”(7) Toplum, Malatesta’nın da en basit haliyle belirttiği gibi, temel anlamda ezen ve ezilenler şeklinde örgütlenmiştir.Bu ikilik, anarşist komünizme mücadeledeki temel referansı verir. Tüm insanlar er yada geç bu iki kesimden birisine aittir. Sınıf mücadelesi bu anlamda, ezilenlerin kurtuluşunu sağlamaya yönelik öncelikli çıkış noktasını belirtir. Anarşist komünizm, en genel ifade şekliyle özgürlükçü mücadelenin, ezilenlerden yana ve sınıfsal karakter taşıyan bir devrimci mücadeleyle örgütlenmesini ön görür.Çünkü özgürlüğe ve devrime, kelimenin en geniş anlamıyla sadece ezilenler ihtiyaç duymaktadırlar.

Ezilenler kavramı ise; toplumsal ilişkilerde, ekonomik, sosyal, kültürel ve psikolojik anlamda yarınsızlığa mahkum edilmiş, sömürülen tüm insanları kapsar. Anarşist komünizm bu haliyle dahi, anarşizmin salt iktidarı hedef alan ve mücadeleyi mikro düzeyde bireysel kurtuluşa indirgeyen anlayışıyla anlaşılır bir zıtlığa sahiptir. Anlaşılır olan tarafı, komünizmi reddeden anarşist varoluşun sa-dece bireyin kişisel özgürlüğüne bel bağlayarak kişisel isyanı kutsaması ve doğalında sınıf mücadelesini reddetmesi ile ilgilidir. Vurgu sadece “iktidar” (soyut bir kavrayışla) ilişkileri üzerine yapılırken sömürü ilişkileri arka plana itilir. Bu temel çelişki, anarşist komünizmin ısrarla vurguladığı “örgütlenme” kavramına dair yaklaşımda da görülür ve anarşizmin içinde devrimci çabayı önemsizleşti-ren bir “örgütlenme karşıtı” söylem ortaya çıkar. Anarşist komünizm örgütlenme kavramını ikili anlamıyla ele alarak toplumsal ve grupsal örgütlenmeleri bir-biriyle paralelleştirir. Toplumu dönüştürmek ve devrimci bir mücadele yürütmek için gerekli ve kaçınılmaz olan örgütlenme; hem anarşistlerin kendi faaliyetleri ve kurumsal kimlikleri bakımından hem de ezilenlerin öz örgütlenmeleri geliştirmeleri açısından zaruridir.

Anarşist komünizm, örgütlü sınıf hareketinin gündelik çıkarlarıyla genel devrimci çıkarlar arasında herhangi bir çelişki görmez. Gündelik çıkarların kaçınılmaz muhatabı olan kapitalizm, her vesileyle bu çıkarları ezilenler cephesine karşı bir koz olarak kullanmayı sürdürecektir. Hak mücadelesinin kendisi, sorunun kapitalizmle çelişen ve doğası gereği uzlaşmaz olan çıkarların var olduğu bilincini edinmiş bir sınıf mücadelesinde, reformizme kaymayı engelleyecektir. İşte tam bu noktada anarşist komünizm devreye girer ve sürekli ve kalıcı bir sınıf mücadelesinin hem bir bileşeni hem de örgütleyicisi olma sorumluluğunu geliştirmek zorundadır. Bu haliyle de anarşist komünizm ikili bir örgütlenmeyi savunur. Bunlardan ilki; kitle örgütlerinin içinde olup (sendikalar, dernekler,mahalle ve işyeri konseyleri vb.), aynı teoriyi aynı politik stratejiyi ve net bir şekilde tanımlanmış taktikleri paylaşan tüm militanların örgütlenmesidir. Bir yandan sınıf hafızasının (tarihinin) taşıyıcısı olarak davranmak diğer yandan da bir uyarıcı veya özgürlükçü reflekslerin gelişmesine yardımcı olmak, çeşitli mücadele pratiklerini genel sınıf mücadelesiyle birleştirmeye çalışmak bu ilk örgütlenmenin görevidir. Aslında bunun anlamını Bakunin şu cümlesiyle açık bir biçimde ortaya koymuştur: “…yalıtılmış bir biçimde sadece kendi inisiyatifimize dayalı bir çalışmayı sürdürmekte ısrar edersek kesinlikle güçsüz ve aciz kalmaya mahkum olacağız. Aynı fikir, aynı hedef, aynı ilkelerden ilham alarak tek bir basit kolektif eylemde bile ne kadar az olursak olalım, birleşip güçlerimizi örgütlediğimiz taktirde ise yenilmez olacağız”(8) Diğer bir yandan ise, kitle örgütleri emekçilerin çıkarlarını korumak ve geliştirmek için vardır. Amacı emekçilerin doğrudan eylemi ve öz örgütlülüğü yoluyla, sürekli uygulanabilen bir mücadele hattı örerek onlarla birlikte ezilenlerin zincirlerinden kurtulmasını sağlamaktır.Gerçek sınıf mücadelesinin hedefi, sermayenin birleşmiş ezilenler aracılığıyla kamulaştırılması ve özgürlüğün taban inisiyatifiyle tüm topluma yayılması, bir başka ifadeyle, ezilenlerin emeğiyle üretilmiş olan bu dünyanın tüm zenginliklerinin tekrar gerçek sahiplerinin eline geçmesidir. Anarşist komünizmin genel propaganda yöntemleri ve onun örgütlü mücadele pratiği, ezilenlere fikirlerini dayatmaksızın ama fikirlerin paylaşımını esas alan, mücadeleyi onlar adına değil ama onlarla birlikte sürdüren ve her daim kapitalizmi teşhir ederek özgürlükçü mücadele eğilimlerini güçlendirmeye çalışan bir tarza sahip olmalıdır.

Mücadelenin sınıfsal bir zeminde örgütlenmesi gerektiğine dair yapılan bu genel tespit, sadece geçmişten referans alınan bir takım sınıf tanımlamalarına yaslanılarak ortaya konmamaktadır. Burada birkaç önermeye dikkat çekmek,konuyu aydınlatmak bakımından faydalı olacaktır. Sınıf mücadelesi kavramı,dönemsel ve sadece emekçilerin mücadele etmeye ilişkin genel eğilimlerinden doğmamıştır. O, aynı zamanda nesnel ve çağlar boyu niteliksel değişimlere gebe kalsa da, özü itibariyle değişmeyen bir gerçeği işaret ettiği için vardır. Bu ger-çek, bir çok anarşistin bugün hala burun kıvırmayı tercih ettiği emekçi sınıfın realitesidir. Sınıf mücadelesini sadece modern sanayi proleteryasının bilincine indirgeyen klasik marksizmin aksine anarşist komünizm, sınıfı, gelecek ümidini yitirmiş, emeğinden başka satacak bir şeyi olmayan insanların toplamı olarak tanımlamakta bir sakınca görmez. Böylece, anarşist sınıf mücadelesi perspektifine ilişkin “işçi sınıfı edebiyatı” yapmaya veya “bugünü 1900’lerin başıyla karıştır-maya” dair ezbere eleştiriler geçersizleşir. Milyonlarca insanın bu ülkede veya dünyanın herhangi başka bir yerinde bugün hala asgari geçim standartlarını karşılamak için gece gündüz çalışıyor oluşu gerçeği, son derece somut bir vurgudur. Yaşamak için üretmenin ve üretileni nasıl paylaştığının belirleyiciliği al-tında şekillenen bir dünyada, sınıf mücadelesinin anlamını yitirdiğini düşünmek için, “gerçek dünya” ile bağları koparmış olmak gerekmektedir. Tüm toplumu şekillendiren temel çelişki; emek sürecinin bileşenlerinin ürettiği meta, hizmet veya imkanlara el koyanlarla, o emeği sadece üreterek yaşamaya çalışanlar arasındaki uzlaşmaz zıtlık üzerine kuruludur. Bugünün emekçilerinin, geçmişin işçi sınıfıyla aynı şartlarda yaşamadığını söyleyen ve çelişkinin giderildiği üze-rinde duran bir çok anarşist, tuhaf bir biçimde, “ideolojilerin sonunun” geldiğini ilan eden Kapitalist ideolog Francis Fukuyama ile aynı tezi işlemektedir. Birçok yeni çağ sosyal bilimcisini de esir alan bu anlayışın ısrarla görmek istemediği ise şudur: “Her ne kadar, günümüz emekçi sınıfları (o da sınıfın küçük bir azın-lığı) geçmişe nazaran görece daha iyi yaşam şartlarına erişmiş olsa da, üretilen zenginlikten, onu üretenlerin aldığı payda, her hangi bir iyileşme söz konusu değildir. Görece artan toplumsal refah ve olasılıkların çeşitliliği, bugün geçmişte üretilenden çok daha fazlasının üretilebilmesiyle ilgilidir. Ama orantısal olarak bakıldığında, üretilen toplumsal zenginlik hala ve yine, çok güçlü bir biçimde,kapitalistlerin cebine girmektedir. İnsanın üretim kapasitesi ve dolayısıyla “pas ta” büyümüş, haliyle onun emekçilere düşen payı da büyümüş ancak bu payın toplam pastaya oranı küçüldükçe küçülmüştür”. Kapitalizm bu noktada, emekçilere ayrılan payın, sistemin kendi lütufkarlıklarıyla ilgili olduğu propagandasını,elinde tuttuğu sayısız manipülasyon aracılığı ile ince ince işlemekte, teknoloji ve bilimin hızlı gelişimi sayesinde yarattığı sanal “seçenek çeşitliliği” ile insanlara “vadedilmiş dünyayı” sunmaktadır. Doğrusu ise, toplumsal zenginliğin yarattığı sonsuz sayıda imkan ve seçenek olmasına rağmen, bunlara ulaşma şansı yok denecek kadar az olduğudur. Milyonlarca insan, “bir gün bu imkan ve zenginliğe ulaşacağım” yanılsamasıyla yaşamı ve dolayısıyla sistemi sürdürmektedir.

Anarşist komünizm, yukarıda bahsi geçen genel tablonun altını çizerken,yeni çağın yarattığı başka birçok çelişki ve sorunun üzerinden atlamaz. 20.yüzyılda gelişen devasa boyutlardaki ekolojik tahribat, ezilen kişisel kimlikler,kadın ve çocukların sömürü ve aşağılanması, özellikle son birkaç yılda dünyayı kasıp kavuran militarist histeri, sivil ve resmi faşist baskılar ve dünyanın birçok ülkesinde hızlanarak artan “kazanılmış sosyal hakların” gaspı gibi birçok sorun anarşist komünizmin kulak arkası ettiği meseleler değildir. Tüm bu meselelere ilişkin genel tutum, “devrim sonrasına ertelenerek” basitleştirilemez de. Burada anarşist komünizmi günümüz post veya pan anarşizmlerinden ayıran en belirgin önerme, mücadelenin anlaşılır, kalıcı ve sağlıklı gelişime izin veren bir tanımının yapılmasıdır. Mücadele, ama hangi mücadele olursa olsun, sınıfsal bir zemine dayandırılmak zorundadır. Temel ve genel toplumsal çelişkileri reddeden, görmek istemeyen veya doğru konumlandıramayan tüm mücadele biçimleri kaçınılmaz bir biçimde sistemle uzlaşma kapılarını açık tutmak durumunda kalacaktır.Mücadele denilen karşıtlıklar ilişkisi, toplumsal tabandan beslenir veya toplum-sal taban yaratamamanın kaçınılmaz sonu gereği sönümlenir. Sınıflar mücadelesi, ekonomik, sosyal ve kültürel etkileşimin manivelası; karşı duruşun ve yeni bir dünya yaratma özleminin arka planıdır. Bu bağlamda, ekonomik, kültürel ve sosyal bakımlardan hiçliğe mahkum edilmiş milyonlarca insanın yaşam ve gelecek mücadelesine sırt çeviren hiçbir anlayışın, uzun vadede istediği sonuçlara ulaşması mümkün olmayacaktır.

Bu konuda dünyada yaşanan genel sınıfsal çelişkilerin bizi nasıl bir tabloyla karşı karşıya bıraktığına şöyle bir bakabiliriz. Bu tablo aynı zamanda, sınıfsal çelişkilerin yok edildiğini veya en azından azaltıldığını iddia edenlere de gereken yanıtı vermektedir.

“Son yirmi yılda dünyada yoksulluk ve eşitsizlik hızla artmıştır. 6.3 milyarlık dünya nüfusunun en yoksul yüzde 5’lik kesiminin toplam dünya üretiminden aldığı pay, son yirmi yılda 2.3 den 1.4’e gerilemiştir. Aynı dönemde en zengin yüzde 5’lik dilimin toplam üretimden aldığı pay, %70’den %85’e çıkmıştır.Bugün dünyada günlük 1 doların altında (yaklaşık 1.3 milyon lira, aylık olarak yaklaşık 40 milyon lira) bir ücretle yaşamaya çalışan insan sayısı 1.2 milyardır.Türkiye’de de durum pek farklı değildir. DİE (Devlet İstatistik Enstitüsü) verilerine göre bugün Türkiye’de yaklaşık 12 milyon kişi açlık sınırı altında bir gelire mahkum iken, yaklaşık 35 milyon insan da, yoksulluk sınırı altında bir gelire sahiptir.”(9)

Yukarıdaki alıntılar dahi, toplumsal çelişkilerin hangi temel dinamikle belirlendiğini anlamamıza yeterlidir ki, bu verilerin resmi kurumlara ait olduğu ve belli oranda gerçek rakamların altında tutulmaya çalışıldığı da unutulmamalıdır. Anarşist komünizm tüm bu gerekçeler ışığında, toplumsal bir devrim hedefini sınıf mücadelesi perspektifiyle ilişkilendirir. Mücadeleye ana bir eksen sağlamak,gücü ve toplumsal muhalefeti geliştirip, büyütecek temel bir dinamik yaratmak için sınıf mücadelesi kaçınılmazdır. Anarşist komünist teori ve pratik, farklı alanlarda yürütülen mücadele dinamiklerini “güçler birliği” mantığı çerçevesinde,ilkeli ve örgütlü bir yanyanalıkla tanımlar. Sınıf mücadelesi anlayışı, bu ilkeli ve örgütlü birliği, toplumsal muhalefeti devrimci bir çizgiyle buluşturacak şekilde yeniden yaratmak için ana omurga görevi görür. Eğer devrim, her şeyden önce sınıflı toplumu ortadan kaldırmaya dayalı bir iradeyi temsil edecekse, o irade,emekçi ve ezilen sınıfın sisteme karşı kendini konumlaması ile mümkün olacaktır. Mahno, anarşist mücadelenin olması gerektiği ve gelişeceği yeri açıklarken; “Anarşizm ne güzel bir ütopya, ne de soyut felsefi bir önermedir. O, emekçi yığınların toplumsal hareketidir.”(10) demiştir. Benzer bir vurguyu Malatesta’da da görmek mümkündür: “Anarşistler emek hareketinin yarar ve öneminin farkına varmalıdırlar, bu hareketin gelişimini desteklemeli, onun içinde yer almalı,emek hareketini kendi fikirlerinin manivelası yapmayı denemeli, sınıfların ortadan kaldırılmasına, özgürlüğe, eşitliğe, barışa ve tüm insanlar arasında dayanış-maya varacak toplumsal devrime, var olan tüm güçlerini birleştirerek ulaşmak için ellerinden geleni yapmalıdırlar.”(11)

Sadece birkaç anarşist düşünür ve eylem adamının fikirleriyle değil ama genel insanlık tarihinin gelişiminin analiziyle de bu noktaya kolayca ulaşılabilir. Toplumsal alanda, neredeyse tüm insanlık tarihi sınıf mücadelelerinin tarihi olarak okunabilir. Spartakistlerin köleliğe karşı başkaldırısı, Fransız devriminin “eşitlik, özgürlük ve adalet” şiarı, Paris Komünü’nün yeni bir toplum yaratma mücadelesi, Rus devrimi ve daha birçok toplumsal alt-üst oluş sınıf mücadelelerinin eseridir. Anarşist komünizm tüm bu mücadelelerin ışığında doğmuş ve gelişmiştir. Devrimci değerleri, sömürü ilişkileri ortadan kalkıncaya dek sürdürmesi olası yegane anlayış da budur.

3. ANARŞİST KOMÜNİZMİN PRATİK ÖNERMELERİ:

Yazının başında da belirtildiği gibi, tek bir pratik anarşist komünist önermeden bahsetmek güçtür. Anarşist komünizm geçirdiği evreler dikkate alındığında birkaç farklı pratik ve örgütlenme yöntemi ortaya çıkarmıştır. Her birinin ortak noktası sınıf mücadeleci anlayış olsa da, bu mücadelenin genel seyrine ilişkin örgütlenme önerilerinde farklılaşmalar söz konusudur. Temel ön-kabul ise, devrimci bir dönüşüm için örgütlenmenin gerekli ve hatta kaçınılmaz olduğudur. “Nasıl bir örgütlenme” sorusu, başka bir yazının konusu olduğu için şimdilik sa-dece örgütlenmenin gerekliliği ve basitleştirilmiş politik anlamı üzerinde durmak yeterlidir.

Bu önermelerin belki de en bilineni ve uygulama alanı bakımından en fazladeneyim üretmiş olanı kuşkusuz anarko sendikalizmdir. Bazı anarşistler açısın-dan bakıldığında, anarko-sendikalizm ile anarşist komünizm arasında çok netfarklılıklar söz konusudur. Ancak İspanyol anarko-sendikalizmi bu bahsi geçenfarklılığın en aza indirgendiği temel örnektir. Birinci bölümde geçen CNT örneği,hem sendikalizmi somut bir işleyişe taşımış hem de neredeyse her kongresindeanarşist komünizmi savunduğunu doğrudan deklare etmiştir. Anarko-sendi-kalizm bir yanıyla sınıf mücadelesini sendikal eksene yerleştirirken, diğer biryanıyla da, gelecek toplum tasarımını sendikal örgütlenmenin işlevselliğiyleaçıklar. Ona göre yeni toplum “işçilerin sendikal örgütlenmelerinden doğacak-tır”. Kolektif üretim, toprağın kamulaştırılması, dağıtım ve paylaşım sorunlarınıntümü sendikal modelle açıklanır. Ancak anarşist komünizmi tek başına anarko-sendikalist bir önermeyle açıklamak mümkün değildir. Asıl tartışma konumuz buolmadığı için, şimdilik şunu söylemekle yetinelim; bu konuda ayrıntılı bir bilgiiçin Rudolf Rocker’in Anarko-sendikalizm kitabına başvurulabilir.

Anarşist komünizmin pratik devrimci faaliyete ilişkin temel varsayımı ikili bir örgütlenme anlayışını tarif eder. Bunlardan ilki, sürekli ve sağlıklı bir çalışma halini alması gereken sınıf örgütlenmesi, diğeri ise bu sınıf örgütlenmesini her düzeyde özgürlükçü refleksleriyle etkileme, yaratıcılık katma ve hızlandırma amacını güdecek olan “anarşistler örgütlenmesi”. Bu haliyle anarşist komünistler bir taraftan sınıf mücadeleleriyle ilişkilenmeyi ve gündelik somut yaşam kavgasında yer almayı sağlayacak çalışmalar sürdürmeli, bir diğer taraftan ise, bu çalışmaları sürdürülebilir dinamiklerle açığa çıkartacak iç örgütlülükleri geliştirmelidirler.Emekçiler toplumsal değişim adına güçlü bir potansiyel yaratıcılığa sahiptirler ve anarşist komünistler bu yaratıcılığın açığa çıkmasında ve onu engelleyen şartların ortadan kalkmasında aktif rol üstlenmelidirler. Bu aynı zamanda, anarşistlerin de gelişen ve gelişebilecek olan mücadele dinamiklerine son derece hazırlıklı olmalarını gerektirir. O halde anarşistlerin de kendi örgütlülüklerini sağlamaları ve mücadelenin kimi zaman parçalanmış, dağılma eğilimi güçlü ve zayıf yönüne angaje olmamaları gerekir. Bu yüzden anarşistlerin örgütlenmeye özel bir önem atfetmeleri kaçınılmazdır. Anarşist komünizmin pratik devrimci faaliyete ilişkin temel varsayımı ikili bir örgütlenme anlayışını tarif eder. Bunlardan ilki, sürekli ve sağlıklı bir çalışma halini alması gereken sınıf örgütlenmesi, diğeri ise bu sınıf örgütlenmesini her düzeyde özgürlükçü refleksleriyle etkileme, yaratıcılık katma ve hızlandırma amacını güdecek olan “anarşistler örgütlenmesi”. Bu haliyle anarşist komünistler bir taraftan sınıf mücadeleleriyle ilişkilenmeyi ve gündelik somut yaşam kavgasında yer almayı sağlayacak çalışmalar sürdürmeli, bir diğer taraftan ise, bu çalışmaları sürdürülebilir dinamiklerle açığa çıkartacak iç örgütlülükleri geliştirmelidirler.Emekçiler toplumsal değişim adına güçlü bir potansiyel yaratıcılığa sahiptirler ve anarşist komünistler bu yaratıcılığın açığa çıkmasında ve onu engelleyen şartların ortadan kalkmasında aktif rol üstlenmelidirler. Bu aynı zamanda, anarşistlerin de gelişen ve gelişebilecek olan mücadele dinamiklerine son derece hazırlıklı olmalarını gerektirir. O halde anarşistlerin de kendi örgütlülüklerini sağlamaları ve mücadelenin kimi zaman parçalanmış, dağılma eğilimi güçlü ve zayıf yönüne angaje olmamaları gerekir. Bu yüzden anarşistlerin örgütlenmeye özel bir önem atfetmeleri kaçınılmazdır.

Örgütlenme başlığı, kendi başına değerlendirilmesi gereken başka bir yazının konusu olmakla birlikte, anarşist komünizmi benzerleri ve karşıtlarından ayıran öncelikli konulardan biridir. Birçok anarşist için “örgütlenme” kavramının kendisi, herhangi bir içeriğe atıfta bulunmaya gerek dahi duymadan reddedilmektedir. Bu reddiyenin özünde ise anlaşılmaz bir “iktidar” korkusu yatmaktadır. Anlaşılmazdır, çünkü “iktidar”, sadece dıştan dayatılan bir baskı aracı olarak yorumlanagelmiştir. Oysa insanın kendi yaşamının tek ve gerçek sahibi olmasını sağlayacak ve özgür iradesiyle kendisi gibi olanlarla ortak bir zemini üretmesine izin verecek irade de “iktidar” kavramıyla açıklanabilir. İktidar bu haliyle, bireyin kendi yaşamını belirleyeceği kişisel gücü ifade eder. Aynı şekilde “iktidarın” tek elde ve ayrıcalıkların sürdürülmesine dayalı konumunu değiştirebilmenin yolu da, onu toplumsal tabana yaymaktır. Herkese ait, eşitliğe dayalı ve kişisel gelişimin kaynağı olabilecek bir “iktidar” kavrayışına anarşist komünizm karşı değildir ki çoğu zaman buna iktidar da denilemez. Bu durum bizi “örgütlenme” sorununa karşı da aydınlatmaktadır. “örgüt” ve “örgütlenme” kavramları bu yüzden, anarşist komünizm açısından, sakınılması gereken bir takım anlamlar taşımaz. Aksine; toplumsal dönüşümün devrimci bir yönelimi açığa çıkartacak yegane yaratıcı işlevi, onun nasıl örgütlendiği olacaktır. Örgütlenme otoriter de olabilir, özgürlükçü de; o, hiyerarşiye dayalı bir merkezi birimi de geliştirebilir,yatay ilişkilere dayalı kolektif iradeyi de. Anarşist komünizm bu konudaki teorik ve pratik yönelimini hiçbir soru işaretine neden olmayacak ölçüde net bir biçimde tanımlamış ve hayata geçirmiştir.

Anarşist komünizmin, emekçi ve ezilenlerin gündelik çıkarlarına duyarlı olduğuna daha önce değinilmişti. Bu duyarlılık anarşist komünistlere, tüm çalışma alanlarında “özgürlükçü bir dayanışma” ağını yaratma sorumluluğu yükler. Dayanışma, Malatesta’nın bu konudaki açılımına kulak verecek olursak; “kaçınılmaz bir gerçektir. Ya tüm toplumun menfaatine uyacak şekilde özgürçe ve bilinçli olarak kabul edilir ve uygulanır yada bilinçsizce ister istemez kabul edilir ki, bu durumda,dayanışma dayanışma olmaktan çıkarak, insanın insana boyun eğme-si, insanın insanı sömürmesi olarak ortaya çıkar”.(12) Anarşistler dayanışmayı “politika gereği”, bir dönem katlanılması gereken propagandist bir araç olarak göremezler. Özgürlükçü düşüncenin mirası bize özgürlüğe giden yolun ancak ve ancak özgürlükçü araçlarla yaratılabileceğini, olumlu ve olumsuz sayısız örnekle göstermiştir. Dayanışma bu yüzden anarşist komünizm için herhangi bir araçdeğil, düşüncelerin toplumsal alanda karşılık üretmesine izin verecek ölçüde güçlü bir amaçtır. Kutsal bir amaca hizmet edecek her türlü yöntemi mübah sayan “pragmatist” politik anlayışların aksine anarşist komünizm, geleceğin toplumunu bugünün birikimi ve mirasından doğacağına inandığı için; hızla ve derhal özgürlükçü reflekslerle hayata müdahil olabileceği alanlar açmak zorundadır.Dayanışma, toplumun en eski ve belki de en yaygın kendini koruma yollarından birisidir. Kimi zaman kültürel, kimi zamansa ekonomik ama her zaman sınıfsal bir karakter taşır. Kapitalizmin devrimci değerlere ilişkin yaratmaya çalıştığı “içi-ni boşaltma ve altını oyma” stratejisi elbette yaşamın tüm doğal reflekslerini etkilemektedir. Ancak kapitalizmin kendine insancıl bir düzen imajı vermesine izin veren dayanışma anlayışı içinde dahi, net bir biçimde bağımlılık ilişkisi görmek mümkündür. Muhtaç olmayı ve öyle kalmayı besleyen sistem aynı zamanda bu yoksulluktan nemalanır ve toplumu kendisine muhtaç bireylerin toplamı olarak görür. Dolayısıyla, örgütlenme konusundakine benzer bir çıkarsamaya ulaşmak olasıdır. Dayanışmanın da hem, bağımlılığı ve karşısındaki kişi veya kuruma biat etmeyi kutsayan, böyle olması tercih edilen bir tarafı vardır, hem de, özgürce ve eşitler arası, Kropotkin’in geliştirdiği biçimiyle karşılıklı yardımlaşmaya dayalı güçlü bir anlamı vardır. Anarşist komünizm bu anlamlardan ikincisini güçlü bir toplumsal muhalefetin ve devrimci mücadelenin olmazsa olmazı olarak görür ve ivedilikle geliştirilmesi gerektiği üzerinde durur.

4. ANARŞİST KOMÜNİZMİN BUGÜNÜ:

Anarşist komünizm en son direnişin örgütlendiği 1936 İspanya’sı ardından genel bir geri çekiliş dönemi yaşamıştır. Özellikle İkinci Dünya Savaşı’nın uzun yıllar süren yıkıcı etkileri sadece ideolojiler bazında değil, genel sınıf hareketleri ölçeğinde de kalıcı izler bırakmıştır. Savaştan güçlenerek çıkan kapitalizm,liberal ideolojiyi daha da geliştirerek, stratejik “globalizasyon” politikalarına hız vermiştir. Henüz sınıf hareketleri ve devrimci mücadele gelenekleri kendini yeterince toparlayamadan başlayan bu stratejik ve ideolojik kuşatma politikası, meyvelerini “sol” ve “devrimci” düşüncelerin yeniden güç kazanması muhtemel noktalarda toplamaya başlamıştır. Kapitalizmin bu stratejisi, SovyetlerBirliği’yle giriştiği “soğuk savaş” dönemi politikalarıyla da çakışmaktadır. Amaç, “komünizm” olarak tanımlanan devlet kapitalizminin, yaratması muhtemel bir “domino taşı” etkisini kırmaktı. Sistem bu anlamda, Rus devrimiyle birlikte dünya ölçeğinde gelişen bloklaşmayı kapitalizm lehine yeniden düzenlemeyi hedeflemekteydi. Sovyetler Birliği nezdinde girişilen “komünizmi” tecrit etme ve onun toplumsal etkilerini yok etme politikaları, refah devleti uygulamalarını beraberinde getirdi. Kapitalizm için, karşısında kanlı canlı duran “alternatif bir sistem” olan Sovyet modeli, derhal ve etkin bir biçimde zayıflatılmalıydı. Dünya kapitalizminin Sovyetler Birliği’nin dağıldığı ve gayri resmi soğuk savaş dönemi-nin sona erdiği 1989 yılına dek uyguladığı bu politika,ülkelerin toplumsal hafızalarında liberalizmin genel geçer ideolojisini yerleştirmeye son derece elverişli bir zemin hazırladı.

İşte tam da böyle bir atmosferde, sadece anarşist komünizmle sınırlı olmamak kaydıyla, neredeyse bütün devrimci ideolojilerde kısmi felç süreci başlamış oldu. Bu durumu bir nevi kısmi felç olarak tanımlamamızın nedeni, devrimci ideolojinin tıpkı bitkisel ha-yattaki bir hastada olduğu gibi, bir şekilde yaşamaya devam etmesi ama hareket edememesi yani politika üretememesidir. Politika üretememek ise, var olan politik angajmanlara ister istemez dahil olmak anlamını taşıyordu. 1900’lerin ikinci yarısıyla birlikte, 30-40 yıl öncenin devrimci örgüt ve partilerinin birer birer reformist kanada savrulduğunu gördük. Liberalizmin bireysel özgürlüğü fetişleştirdiği ve devrimci nitelikten yoksun, parçalanmış bir toplumsal muhalefeti meşru zemine taşıdığı bir düzlemde, devrimci söylem kendi kitle tabanını ve alternatif muhalefet çizgisini korumayı başaramadı.

Anarşizm, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından ortaya çıkan ve hızla gelişen bu neo-liberal, post modern siyaset arenasından en fazla etkilenen ideolojik yönelim oldu. Anarşizmin politik savunularından biri olan “bireysel özgürlük” düşüncesi ile liberalizmin kutsadığı bireyci kimlik, birbiriyle örtüş(türül)meye – eğer güçlü bir teorik arka plandan beslenmez ise – son derece müsait söylemlerdi.Anarşizmin komünist kimliğini ve kökenini elinin tersiyle bir kenara iten “yeni dönem anarşistleri”, kapitalizmin kendisinden hiç bir şekilde rahatsız olmayacağı bir anarşizm geliştirdiler. Bu anarşizmlerden bazıları, mistisizme kayan bir “akıl karşıtlığını” savunurken, bazıları ise ilkel çağlara özlemi ifade eden “uygarlık karşıtı” bir söylemi geliştirdiler. Bunların dışında kalan birçok anarşist ise, çağın popüler mücadele alanları olan yeni sosyal hareketler içinde “devrimci özünden arındırılmış” bir muhalif kimlikle yetinmeye razı oldular.

Tüm bu gelişmeler, anarşist komünizmi ısrarla savunmaya çalışan bazı yerel grup ve örgütleri, eskisinin gölgesinde kalacak ölçüde etkisizleştirdi. Aslında bu etkisizleşme sürecinin altında, sadece anarşizmin kendine özgü sorunları yoktu;çünkü anarşist komünizm doğası gereği sınıf mücadeleleri içinde doğmuş ve orada gelişmişti ki, 20.yüzyılın ikinci yarısıyla birlikte, sınıf hareketleri eski gör-kemli dönemlerinden oldukça uzaktaydı. Sınıf hareketleri toplumsal zeminini yitirerek, kendini sadece sınırlı hak arama mücadelelerine hapsetti. Bu hak aramamücadeleleri ise, hak arama mücadelelerine ukalaca bir küçümsemeyle bakan bazı anarşistler için zaten yeterince anlamsızdı. Böylece, giderek kendini top-lumsal muhalefetin dışına taşıyan, marjinal bir anarşizm oluşmaya başladı. Bu anarşizm, yarım yüzyıl önceki devrimci anarşist gelenek ve mücadele çizgisini neredeyse reddeden bir kimliğe büründü; öyle ki, artık anarşizm, sadece şeklen isyanı benimseyen, “örgütlenmeye” büyük oranda karşı çıkan, altı doldurulamamış bir bireysel özgürlüğün fanatikliğini temsil eder oldu. Anarşist komünizm geleneğinin ısrarlı savunucuları ise artık egemen anarşist anlayışların yarattığı “negatif” havanın da etkisiyle, yalnızlaştırılmıştı.

Bugün, anarşist komünizm, dünyanın birçok ülkesinde yeni yeni bir takım canlanmalar yakalamaktadır. Bu canlanmaların temelinde, “Soğuk Savaşın” bitmesiyle birlikte hız kazanan ve emekçi sınıfları yoksulluğa ve açlığa mahkum eden neo-liberal politik saldırıların da etkisi vardır. Öyle ki, yüzyıllar alan mücadelelerle kazanılmış bir çok hakkın, emekçilerin elinden tekrar birer birer alındığı bir dönemi yaşamaktayız. Neredeyse Afrika veya Güney Amerika veya Asya’daki herhangi bir ülkenin milli gelirini geride bırakan gelirleriyle çok uluslu şirketlerin hegomanyası, buna bağlı gelir dağılımındaki artan eşitsizlikler, enerji kaynaklarının kontrolüne dayalı emperyalist savaş politikaları ve daha birçokları, sınıf mücadelelerini yeniden güçlendirebilecek dinamikleri üretmektedir. Anarşist komünizmi ve onun daha net vurgulara sahip bir parçası olan “Platformizmi”,bugün daha net bir biçimde ortaya koyan anarşist gruplar da hali hazırda ge-lişmektedir. Bunlardan en bilinenleri arasında; Kuzey Amerika ve Kanada’da faaliyetlerini sürdüren NEFAC (Northeastern Federation of Anarcho-comunists– Kuzeydoğu Anarko-Komünistler Federasyonu) ile, İrlanda’da bulunan WSM(Workers Solidarity Movement – İşçiler Dayanışma Hareketi) sayılabilir. NEFAC kendisini, 1918-1921 yılları arasındaki Ukrayna Anarşist İsyan Ordusu ile İspan-ya iç savaşındaki CNT/FAI geleneğinin bir parçası olarak tanımlamaktadır.(13)Her iki hareket de, sınıf mücadeleci bir çizgiyle emekçi ve çalışan kesim içinde örgütlenme faaliyetlerini sürdürmekte, aynı zamanda kendi ülkelerine özgü toplumsal bir çok soruna ilişkin belirgin politikalar üretmeye çalışmaktadır. Ben-zer çalışmaları Avrupa’nın birçok başka ülkesinde de takip etmek mümkündür.Hali hazırda bugün, arzu edilen devrimci bir mücadeleyi geliştirecek boyutlara ulaşmış bir mücadeleden bahsetmek güç olsa da, ezilmeye ve sömürüye karşı verilen savaşta, böyle anlayışların varlığını koruması ve geliştirmesi umut kaynağıdır.

5. SON SÖZ YERİNE:

Anarşist komünizm, genel anarşist isyan geleneği içerisinde özel bir vurguya işaret etmektedir. Bu vurgu, ezilenlerin ve sömürülenlerin özgürleşmesi mücadelesinde sınıf mücadelesi perspektifini önceleyen bir bakış açısını içerir.Anarşizm kendisini geliştirme zemini bulduğu her toprakta, devrimci bir dönüşü-mü hedef almış ve mücadeleyi ezilenlerden yana koyduğu tavırla pekiştirmiştir.Bu yüzden, anarşist komünizm inkar edilemez bir devrimci gelenek ve ezilenlerin kurtuluş mücadelesinde özgürlükçü bir taraftır. Yine aynı nedenlerden ötürü, geleceğin toplumunun, emekçilerin ve ezilenlerin özgürlük mücadelesinden doğacağına inanır. Anarşist komünizm örgütlenmek, mücadele etmek demektir.Anarşist komünizm, emekçilerin toplumsal, sosyal, ekonomik ve kültürel her türlü mücadelesinden bağımsız ve ondan ayrı düşünülemez. Gelecek, bugünü yaratan, üreten ve zenginleştiren emeğin, kendi yarattıklarını tekrar ele geçirmesi ve bunu tüm toplumun çıkarlarıyla birleştirerek özgürlükçü bir refleksle yeniden örgütlemesiyle yaratılacaktır.

DİPNOTLAR:

1) “Anarşizmin Komünist Kökenleri”, Adriana Dada, İtalya’daki FdCA(Anarşist Komünist Federasyon) adlı örgütün internet sitesindenalınmıştır.

2) İtalyan Anarşist Komünisti Carlo Cafiero’nun Jura FederasyonuKongresi’nde yaptığı konuşmanın özetinden alınmıştır, alıntınınorjinali, A. DADA, L’anarchismo in İtalia: fra movimento e parti-do, Milan, 1984 p. 187-190

3) “Anarşizm: Bir Düşünce ve Hareketin Tarihi”, George Woodcook.

4) “Anarşizmin Tarihi”, Peter Marshall.

5) “Anarşizmin Tarihi”, Peter Marshall.

6) “New English Weekly”, 29 Temmuz, 2 Eylül 1937, George Orwell.

7) “Bir İtalyan Anarşisti: Malatesta, Hayatı ve Düşünceleri”, VernonRichards.

8) “Bakunin’in Celso Ceretti’ye mektubundan alıntı.

9) “Kaynak: 2003 yılı Dünya Sağlık Örgütü raporu ve DİE 2004 yılıyoksulluk araştırması”.

10) “Liberter Komünistlerin Örgütsel Platformu”, Mahno, 1927.

11) “Bir İtalyan Anarşisti: Malatesta, Hayatı ve Düşünceleri”, VernonRichards.

12) “Bir İtalyan Anarşisti: Malatesta, Hayatı ve Düşünceleri”, VernonRichards.

13) “Alıntı: Karakızıl Notlar, Nefac ile Röportaj s.49”


Yorumlar

“Anarşist Komünizm (Proleter Teor A)” için bir yanıt

  1. […] Anarşist Komünizm (Proleter Teor A) […]

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir