Üç bölümden oluşan bu yazı Heimatlos Kolektif tarafından Türkçeye tercüme edilmiştir.
Kapitalist lojistik konusundaki son tartışmalara bir bakış, felaket komünizmi hakkındaki üç bölümlük tartışmamızı tamamlıyor ve bizi insan ihtiyaçlarını karşılamak için altyapının yeniden kullanımına bakarken başladığımız noktaya geri getiriyor.
Lojistik Tartışması
İkinci bölümde tartışılan komünizme yönelik tamamen olumsuz yaklaşım, diğerlerinin yanı sıra Alberto Toscano tarafından da eleştirilmiştir.1 Bu eleştiri, kapitalist lojistiğin – gemicilik, limanlar, depolar, tam zamanında üretim, stok kontrol algoritmalarından oluşan küresel ağ – politikasına ilişkin bir tartışma biçimini almıştır. Toscano, çağdaş lojistiğin açıkça kapitalist bir yaratım olduğunu savunmakla birlikte, sabotaj ve abluka gibi tamamen olumsuz bir yaklaşımın, en azından post-kapitalist bir topluma geçiş dönemi için onu ele geçirme potansiyelini, hatta gerekliliğini göz ardı ettiği konusunda ısrar ediyor. Lojistik, genel olarak mevcut üretim ve dolaşım altyapısı için bir vaka çalışması olarak dururken, tartışmanın gerçek özü budur.
“Toscano
Materyalizm ve strateji, bizi kolektif eylem kapasitelerimizden ayıran yapıların ve akışların sadece durdurulmak yerine nasıl farklı amaçlara dönüştürülebileceğine dair acil eleştirel ve gerçekçi soruyu reddediyor gibi görünen etik olanın program karşıtı bir iddiasıyla bertaraf edilmektedir.”
Bu, Endnotes tarafından öne sürülen tamamen olumsuz tavsiyelere yönelik eleştirilerimizi yansıtıyor gibi görünmektedir. Bununla birlikte, ortaya koymaya değer bazı önemli farklılıklar vardır. Toscano, David Harvey’i onaylayarak ondan şu şekilde alıntı yapmaktadır:
“Bu nedenle, oluşturulmuş ortamların doğru yönetimi (ve buna uzun vadeli sosyalist veya ekolojik dönüşümleri tamamen farklı bir şeye dönüştürmeyi de dahil ediyorum), hem ekolojistlerin hem de sosyalistlerin hoşuna gitmeyecek geçiş dönemi siyasi kurumlarını, güç ilişkileri hiyerarşilerini ve yönetişim sistemlerini gerektirebilir.”
Harvey’in buradaki yanılgısı, devrimci bir hareketin boş bir sayfa değil, eski dünyayı miras aldığı şeklindeki (doğru) önermeden, ‘doğru yönetimin’ burnumuzu tutmak ve belirsiz bir geçiş dönemi boyunca eski dünyaya çok benzeyen hiyerarşilere ve yönetime katlanmak anlamına geldiği şeklindeki yersiz sonuca varmaktır. Eğer bu size tanıdık geliyorsa, nedeni bunun en azından İkinci Enternasyonal’den (1889-1916) beri sol yöneticilerin temel kinayesi olmasıdır. İşçiler! Büyüklerinizin sözünü dinleyin! Emirler sizin iyiliğiniz içindir!
Bu mecazın özünde, işçilerin öz-örgütlenmesine karşı duyulan derin güvensizlik ve karmaşıklığın çözümünün hiyerarşik komuta olduğuna dair refleksif bir inanç yatmaktadır. David Harvey bu argümanı nükleer enerji ve hava trafik kontrolü ile ilgili olarak açıkça ortaya koymuştur. Harvey’in argümanları büyük ölçüde strawmanlere dayanmaktadır (“ya siz uçaktayken hava trafik kontrolörleri sonsuz bir fikir birliği toplantısı yapsaydı!!!”) ve bu argümanı burada ikna edici bir şekilde çürütülmektedir.
Öte yandan, Endnotes’tan Jasper Bernes tarafından Toscano’ya verilen bir yanıt, öz yönetime çok farklı bir itiraz sunmaktadır.2 Sorun, işçilerin teknokratlara kıyasla beceriksiz olmaları değil, işçilerin fazlasıyla becerikli olmasıdır. Bu, yapısal olarak kendi ihtiyaçlarına düşman bir altyapıyı kendi kendine yönetmek anlamına gelecektir:
“İşçilerin lojistiğin sunduğu üstünlükleri ele geçirmeleri – başka bir deyişle, küresel fabrikanın kontrol panelini ele geçirmeleri – kendilerine ve ihtiyaçlarına yapısal olarak düşman olan bir sistemi yönetmeleri, aşırı ücret farklılıklarının bizzat altyapının içine yerleştirildiği bir sistemi denetlemeleri anlamına gelecektir.”
Endnotes’un makalesi, lojistik altyapısını ele geçirmenin arzu edilen (ya da söz konusu işçiler tarafından istenen) bir şey olmadığı -amacının merkez ve periferi bölgeler arasındaki ücret farklılıklarını istismar etmek olduğu- ve muhtemelen mümkün bile olmadığı konusunda ikna edici şu argümanı sunuyor: Lojistik ağlar tam da grev, işgal ya da doğal afet gibi aksaklıkları atlatmak üzere tasarlandığından, herhangi bir düğümü ele geçirmek o düğümün lojistik ağdan kopmasına neden olacaktır.3 Bir tam zamanında (JIT)I depoyu ele geçirirseniz, boş bir depoyu ele geçirmiş olursunuz. Sandro Mezzadra ve Brett Nielson’ın bir makalesinde belirttiği gibi, “Sermaye; finans, lojistik ve ekstrasyon sistemlerine esneklik ve ‘hata toleransı’ inşa ederek bu rahatsızlıkların etrafından dolaşmaya çalışır”.4
Buradaki anlaşmazlık, ‘lojistiğin’ yekpare bir bütün (felsefi terimlerle, bir ‘bütünlük [totality]’) olarak ele alınmasına odaklanıyor gibi görünüyor. Soru daha sonra “bunu ele geçirebilir miyiz ve geçirmeli miyiz?” şeklinde ortaya atılmaktadır. Bu çıkmaza yönelik bir çözümün ipucu ancak Endnotes makalesinin son paragrafında verilmektedir:
“Bu, yakın çevremizde karşılaştığımız şeylerin envanterini çıkaran, küresel bütünlük açısından ustalığı hayal etmeyen, daha ziyade belirli, zor durumdaki konumlardan savaşmak zorunda kalacaklarını ve savaşlarını bir kerede değil de art arda kazanmak zorunda kalacaklarını bilen partizan fraksiyonlar açısından bir brikolaj süreci olacaktır. Bunların hiçbiri mücadelelerin yürütülmesi için bir plan, bir geçiş programı oluşturmak anlamına gelmez. Daha ziyade, geçmiş mücadelelerin deneyiminin zaten talep ettiği ve gelecek mücadelelerin muhtemelen yararlı bulacağı bilgiyi üretmek anlamına gelir.”
Brikolaj olarak yeniden kullanım
Brikolaj kavramı, felaket topluluklarının yerelleştirilmiş karşılıklı yardımlaşmasını küresel felaket komünizasyonu sorunsalıyla birleştiriyor gibi göründüğünden bu yeniden kullanım kavramının üzerinde durmak istiyoruz. Bu terim 1962 yılında antropolog Claude Lévi-Strauss tarafından sosyal teoriye kazandırılmış ve diğerlerinin yanı sıra Gilles Deleuze ve Felix Guattari tarafından geliştirilmiştir:
“Brikolaj (…) oldukça kapsamlı ve aynı zamanda sınırlı bir malzeme stokuna ya da temel kurallara sahip olma; parçaları sürekli olarak yeni ve farklı kalıplar ya da konfigürasyonlarda yeniden düzenleme becerisi.”
Deleuze ve Guattari, psikanalitik şapkalarıyla, burada şizofrenik bilişi detaylandırmakla ilgileniyorlar: görünüşte ilgisiz kelimelerin, kavramların, nesnelerin durmaksızın birbirine bağlanması ve yeniden bağlanması. Alıntılanan pasajın çevirmen notu daha kullanışlı ve açık bir tanım sunuyor: “brikolaj: (…) Elde olanla yetinme sanatı”. Felaket komünizminin mantığı da tam olarak budur.
Bu nedenle Toscano, “artık değerin egemen olmadığı bir dünyada yer kabuğunu dolduran ölü emeklerden nasıl bir fayda sağlanabileceği sorusunun, sermayenin lojistik ağını bozmaktan çok daha radikal bir soru olduğu” konusunda ısrar etmekte haklıdır. Ancak sonuç olarak hiyerarşik ‘uygun yönetimi’ gerekli bir ‘geçiş’ önlemi olarak onaylamakla yanılıyor. Bölüm 1’deki felaket toplulukları örnekleri bu noktayı yeterince açıklamaktadır: ‘uygun (hiyerarşik) yönetim’ öz-örgütlenmenin etkinliği karşısında sönük kalmaktadır.
Bu etkinlik eldeki her şeyin pragmatik ve doğaçlama bir şekilde yeniden kullanımına dayanır; yani brikolaja. Bu da lojistiğin -ve buna bağlı bir şekilde genel olarak mevcut altyapının- organik bir yapı (bir bütünlük) olarak ele alınmasının gerekmediğini varsaymaktadır.
“Günümüzde organik bütünlüklere karşı temel teorik alternatif olarak filozof Gilles Deleuze’ün asamblajlarIIolarak adlandırdığı, dışsallık ilişkileriyle karakterize edilen bütünler dediği şeydir. Bu ilişkiler, her şeyden önce, bir asamblajın bileşen parçasının ondan ayrılabileceğini ve etkileşimlerinin farklı olduğu farklı bir asamblajın içine yerleştirilebileceğini ima eder.5”
Bu yalın bir ifadeyle ne anlama geliyor? Basitçe, lojistik bir bütün olarak (Bernes/Endnotes’un iddia ettiği gibi) iflah olmaz bir şekilde kapitalist olsa da çeşitli ölçeklerdeki sayısız bileşenlerden oluşur: gemiler, kamyonlar ve trenler; limanlar, yollar ve demiryolları; bilgisayarlar, algoritmalar ve fiber optik kablolar; atomlar, moleküller ve alaşımlar; ve unutmamak gerekir ki insanlar. Bu parçaların mevcut organizasyonunun sermayenin valorizasyonu için optimize edilmiş olması, başka optimizasyonlara sahip başka konfigürasyonların olamayacağı anlamına gelmez. Aslında, olası konfigürasyonlar pratikte sonsuzdur. Bu yeniden yapılandırma potansiyeli kabul edildiği sürece, bu bütünlerin ‘totalite’ ya da ‘asamblaj’ olarak kabul edilmesinin çok fazla önemi yoktur. Yeni bir konfigürasyonun lojistiğe benzemesi için hiçbir neden yoktur.
Açık bir şekilde, depolar, kamyonlar ve trenler başka amaçlarla kullanılabilir, gemiler de aynı şekilde – ve sadece bariz olanlar ile sınırlı da değil. Mevcut dünya ticaret hacmi, küresel ücret farklılıklarından faydalanılmadan muhtemelen bir anlam ifade etmeyecektir. Ancak gemiler, insanları taşımaktan, mercan kayalıklarının oluşumunu başlatmak için batırılmak, soyulmak veya eritilip başka ürünlere dönüştürülmeye kadar başka amaçlara da hizmet edebilir.6 İletişim altyapısının çok amaçlı olduğu aşikârdır ve stok kontrol algoritmaları bile hacklenip yeniden tasarlanarak kamuya açık hale getirildiğinde potansiyel kullanım alanlarına sahip olabilir.
Kamyonların açlara yiyecek dağıtmak için mi, elektrik motorlarıyla güçlendirilmek için mi, parçalara ayrılmak için mi ve/veya barikat işlevi mi göreceğini önceden belirlemek kesinlikle mümkün değildir. Felaket toplulukları bize, yerel, acil üretimin en olumsuz koşullar altında bile insan ihtiyaçlarını verimli bir şekilde karşılayabileceğine inanmamız için bolca sebep veriyor. Ancak şeylerin doğasının potansiyel olarak yeniden yapılandırılabilir olduğunu vurgulamak -ve onları yeniden yapılandırmak için öz örgütlenmenin yeterliliğini vurgulamak- aynı zamanda felaket komünizasyonunun daha geniş sorunsalını da aydınlatır. Bu şekilde soru, bir bütün olarak ele alındığında “ele geçirmek mi yoksa terk etmek mi?” değil, ne şekilde parçalara ayrılacağı ve bileşenlerinin yeni amaçlar için ne şekilde yeniden tasarlanacağıdır: Sermayenin sonsuz valorizasyonu değil, insan ihtiyaçlarının ekolojik olarak karşılanması.
1- Alberto Toscano, Logistics and opposition, Mute.
2- Jasper Bernes, Logistics, counterlogistics and the communist prospect, Endnotes 3rd Issue.
3- Ancak Ashok Kumar’ın Novara için kaleme aldığı şu yazıya göre: “Büyük tedarikçiler tedarik zinciri boyunca yatay olarak genişleyerek depolama, lojistik ve hatta perakendeyi de kapsar hale geldi. Bu gelişme, yarı tedarikçi tekelleşmesinin ortaya çıkmasına yol açarak tedarik zincirinin alt kısmında daha fazla değer elde edilmesine neden oldu (…) Adidas ve Nike gibi şirketler için Pou Chen gibi büyük ölçekli tedarikçilerden kaçmak artık son derece maliyetli.”
4- Sandro Mezzadra & Brett Nielson, Extraction, logistics, finance: global crisis and the politics of operations, Radical Philosophy. Bu yazı Endnotes’taki yazıyı tamamlıyor ve onunla birlikte okunmaya değer. ‘Karşı-operasyonlar’ öneren sonuç, Endnotes’un ‘karşı-lojistik’ savunusunu yankılamaktadır. Birincisi, sadece kesinti amacıyla bilişsel haritalamayı değil, aynı zamanda küresel lojistik-ekstraksiyon ağı boyunca mücadelelerin, ittifakların ve öznelliklerin oluşumunu vurgulayarak tartışmasız daha zengin bir kavram sunuyor.
5- Manuel De Landa, A new philosophy of society: assemblage theory and social complexity, Continuum, s.10-11. Mezzadra ve Neilson’a katılıyoruz: “Herhangi bir sosyal varlığı ya da biçimi oluşturan çoklu ve değişken ilişkilerin izini sürmekte ısrar eden bu ağ ve asamblaj yaklaşımlarına sempati duymuyor değiliz. Ancak bu tür yaklaşımlar sermaye kategorisinin analitik geçerliliğini inkar edecek şekilde kullanıldığında ihtiyatlı davranıyoruz.”
6- Örneğin, bir TV programı yakın zamanda bir Airbus A320’nin tamamını dönüştürmeye çalışmıştı. (Orijinal yazıdaki bağlantıya girilemiyor ve arşiv sitelerinde de arşivlenmiş bağlantılar bir yere çıkmıyor; ancak bulmaya çalışmak istiyorsanız yazının tam adı şu: “Kevin McCloud oversees three designers attempting to upcycle an entire Airbus A320 in Supersized Salvage | Unreality TV”)
[Çevirmen Notları]
I- Tam zamanında depo (JIT depo), depoda bulundurulan envanter miktarını minimalize etmek için tasarlanan; müşterilerden gelen siparişlerin gerçek zamanlı olarak işlendiği bir depo yönetim modelidir.
II- Deleuze’e göre asamblaj, sürekli gelişen ve birbirine bağlı varlıklar, fikirler ve süreçler zinciri olarak dünya kavramını ifade eder. Deleuze, dünyanın birbirinden ayrı, izole varlıklardan oluşmadığını, bunun yerine sürekli değişen ve birbirine uyum sağlayan asamblajlardan veya “makinelerden” oluştuğunu savunmuştur. Asamblajlar, fiziksel nesneleri, insanları, fikirleri ve sosyal uygulamaları içerebilen unsurların karmaşık düzenlemeleridir.
Çeviri: Heimatlos Kolektif (Antarktika & Dobar & Kostenurka)
İngilizce Orjinali: Disaster communism part 3 – logistics, repurposing, bricolage
Bir yanıt yazın