Seçim, savaş, cenaze ve devlet – Yeryüzü Postası

kategori:

31 Mart yerel seçimlerinin üzerinden neredeyse 1 ay geçti ama İstanbul ve Ankara gibi iki büyükşehri CHP’ye kaptıran AKP-MHP ittifakı açısından meselenin kapanmadığı anlaşılıyor. Bu süreç rejimin 2014’ten bu yana süren yapısal krizinin devam edip etmeyeceği, derinleşip derinleşmeyeceği açısından kritik öneme sahip. Suriye savaşı, bu savaşla yeni bir boyut kazanan Kürt sorunu ve mülteci sorunu gibi yakıcı meselelerle cebelleşen egemen sınıfın temsilcileri, giderek derinleşen ekonomik krizle mücadele etmek zorunda.

Ancak rejim 2014’ten bu yana çözülmeye, çürümeye devam ediyor. Egemen kliklerin hiçbiri mevcut ve olası krizleri çözebilecek bir programa ve yeteneğe sahip değil ve bu çözümsüzlük hali kendi aralarındaki iktidar kavgasının giderek şiddetlenmesine neden oluyor. Bu iktidar kavgası kabaca biri İttihat ve Terakki Fırkasına, diğeri Hürriyet ve İtilaf Fırkasına dayanan iki siyasal geleneğin bugünkü temsilcileri arasında sürüyor. Her biri kapitalist sınıfın çıkarlarını temsil eden ve Kürt sorunu veya mülteci meselesi gibi temel konularda aralarında herhangi bir fark olmayan bu iki klik arasındaki kavganın laiklik/ulusalcılık ve muhafazakarlık söylemleri altında yatan asıl sebebi ise iktidar ve rantın paylaşımından başka bir şey değildir.

Devrimci bir alternatifin olmadığı koşullarda emekçiler egemenler arasındaki kavgadan medet umuyor ya da bir şekilde o kavganın rüzgarında sürüklenip gidiyor, kendini taraflardan birinin arkasında saf tutmak zorunda hissediyor. Seçimlerdeki tutumlarıyla artık düzenin bir parçası, muhalefetin hoş bir renginden başka bir şey olmadıkları tescillenen sosyalist yapıların tutumlarını burada değerlendirmeyeceğiz. Artık bırakın devrimciliği, herhangi politik iddiası bulunmayan sosyalist grupların CHP’ye eklemlenmiş olmaları gerçek yüzlerini net biçimde açığa çıkarmıştır. Ancak en yakınımızdaki dostlarımız dahil geniş kesimlerin bu rüzgara kapılmış olması, devrimci bir alternatifin eksikliğinin, ikna edici bir politik hat ortaya koyamadığımızın göstergesidir.

Geçtiğimiz Pazar günü Kemal Kılıçdaroğlu’na yönelik saldırı, sözünü ettiğimiz devrimci politikanın eksikliğinin geniş kitleler nezdindeki etkisini göstermektedir. Çözüm sürecinin sona erdiği ve çatışmaların başladığı dönemde tüm baskılara rağmen asker cenazelerinde öfke iktidar temsilcilerine yönelmişken, bugün iktidarın tepkiyi kendi siyasal hedefleri için yönlendirebiliyor, bir linç girişiminin vesilesi yapabiliyor olmasında ulusal savaşa karşı etkin bir mücadelenin geliştirilememesinin rolünü kabul etmek zorundayız.

AKP-MHP ittifakı, şovenist histeriyi, Kürtlere olan düşmanlığı CHP’ye yönlendirmeye ve 7 Haziran sonrasında olduğu gibi bundan siyasal çıkar sağlamaya çalışıyor. Oysa bu düşmanlığın ortaya çıkmasında CHP de en az AKP kadar suçlu. Çözüm sürecinin sona ermesi ve çatışmaların başlamasının ardından, AKP’nin giderek vahşileşen ve tüm toplumu militarize eden, yapısal sorunları daha da derinleştiren tüm politikaları CHP tarafından desteklendi. Irak ve Suriye tezkerelerini destekleyen CHP, Afrin operasyonunun arkasında olduğunu defalarca kez belirtti, HDP’li milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasını sağladı.

CHP genel başkanı Kılıçdaroğlu savaş çığırtkanlığında AKP ve MHP ile yarışırken, Süleymen Şah Türbesi için “Gerekirse 10 bin şehit verirdik, bayrağımız orada dalgalanırdı.” gibi cümleler kurarken aklında, beslediği şovenizmin gelip kendini vuracağı yoktu herhalde. Ancak bunlar CHP’nin taktik hataları da değil, sahip olduğu geleneğin, geleneksel politikalarının bir ürünüydü. AKP’nin giderek artan saldırganlıklarıyla görünmez hale gelse de CHP’nin ne Kürt sorununda ne de Suriye politikasında tutumunun AKP’den farklı olmasını beklemek naiflik olacaktır.

Rejim krizine rağmen egemenler bugüne kadar militarizmi yükselterek ve ağır baskı koşulları ile toplumu yönetmeyi başardılar. Ancak mevcut sorunların üstüne bina olan, giderek derinleşen ve yalnızca Türkiye ile sınırlı kalmama olasılığı bulunan ekonomik kriz koşullarında bunun yeterli olmayacağını onlar da çok iyi biliyorlar. Geçtiğimiz Ekim ayında gerçekleşen 3. Havalimanı işçilerinin grevine benzer ama bu defa daha yaygın ve kitlesel işçi eylemleri, kitle grevlerinin olabileceğinin farkındalar. Özellikle gençler arasında giderek artan işsizlikle birleşince işçi sınıfının farklı kesimlerinin dahil olduğu bir toplumsal hareket olasılığı egemenler açısından restorasyonu zorunlu kılıyor. AKP-MHP’yi destekleyen geleneksel işçi sınıfının da dahil olacağı hatta ilk olarak sınıfın bu kesiminde çıkma olasılığı bulunan bir hareketin yalnızca polisiye önlemlerle ve baskı ile engellenmesi mümkün olmayacaktır. Bunun için aralarındaki tarihsel rekabete rağmen, ulusal çıkar adını verdikleri egemen sınıfın çıkarları söz konusu olduğunda birleşmek için bir saniye bile düşünmeyen düşman kardeşler (ittihatçı ve itilafçı geleneğin devamcıları) uzlaşmaları gerektiğinin farkındalar.

Seçim öncesinde CHP’nin öne çıkardığı ve seçimden sonra AKP içinden de azımsanmayacak kadar ismin ve nihayetinde Recep Tayyip Erdoğan’ın “Türkiye İttifakı” söylemiyle sahiplendiği “ulusal birlik” vurgusu bu farkındalığın ürünü. 7 Haziran seçimleri sonrası MHP ile kurulan faşist ittifakın yerine, HDP ve sosyalistlerin önemli bir kısmını da arkasına almış CHP ile bir uzlaşı yönetsel krizin çözülmesi için daha akılcı bir çözüm. YSK’nın AKP’nin İstanbul Büyükşehir Belediyesi seçimlerine itirazlarını reddetmesi, Binali Yıldırım, Adalet Baanı Abdülhamid Gül gibi AKP içindeki pozisyon sahibi kişilerin “YSK bu işin patronudur.” Şeklinde söylemleri devlet içinde bir eğilimin bu ittifakı istediğini ortaya koymaktadır. Yani CHP’lilerin oy torbalarının üzerinde yattıkları için YSK CHP  lehine karar vermedi. Devlet içindeki güç ilişkilerileri CHP’nin kazanmasının önünü açtı veya en azında AKP ve CHP arasında tarafsız kaldı. Devlet aynı tarafsızlığı 24 Haziran’da Kürt illerinde yapılan açık hileler için, binlerce insanın göç ettirildiği Şırnak’ta ya da seçimi kazanan HDP’nin KHK’lı adayları için göstermedi.

Ancak devletin her noktasındaki çürümeden fayda sağlayan bürokratlar, ranta dayalı ekonomik yapı içinde devlet ihaleleri ile zenginleşen müteahhitler ve onların çevresinde konumlanan özellikle medya içinde konumlanmış çanak yalayıcılarından oluşan bir grup, bu çözümün çıkarlarına zarar vereceğini düşünüyor olacaklar ki şiddetle karşı çıkıyorlar. Gerçekten de böylesi bir değişiklik hem bugüne kadar faydalandıkları imkanların ortadan kalkmasına, hem de kirli işlerinin yerlerine geçen rakipleri tarafından deşifre edilmesi ve ciddi bedellerle karşı karşıya kalmaları olasılığını beraberinde getiriyor.

31 Mart’tan bu yana takındıkları tutum, seçimin tekrarlanması gerektiğine yönelik söylemleri, tehditleri ve MHP genel başkanı Devlet Bahçeli’nin “Aklı kiralık, vicdanı karanlık, değerleri bulanık olan çevrelerle sırf arıza çıkarmasınlar bahanesiyle Türkiye ortak paydasında nasıl buluşacağız? Bunu nasıl başaracağız?” sözlerinin ardından Kemal Kılıçdaroğlu’na yönelik geçtiğimiz pazar günü gerçekleşen saldırı bu kesimin kendi politik ve ekonomik menfaatleri için pek çok şeyi göze aldıklarını gösteriyor.

Biz birbirlerinden farkı olmayan, kendi iktidar mücadeleleri için türlü yalan ve manipülasyonla emekçileri kendi saflarına çekmeye çalışan ama biz gerçek çıkarlarımız için mücadeleye giriştiğimizde  bize karşı birleşmek için vakit kaybetmeyecek olan bu siyasi düzenbazlardan hiçbirinin tarafında olamayız. Kılıçdaroğlu’nun durmadan tekrarladığı gibi, CHP için sokak yani mücadele bir tuzaktır. Çünkü mücadele eden emekçiler yalnızca AKP için tehdit oluşturmaz, bir bütün olarak düzeni tehdit ederler. CHP’nin görevi ve çıkarı ise bu düzenin devam etmesidir. Kıdem tazminatının gaspı gibi sermaye saldırılarının tekrar gündeme getirildiği, iş cinayetlerinin sıradan hale gelirken, katil Soma holding patronlarının serbest bırakıldığı bugünlerde bizim mücadeleyi sahte gündemlerden çıkartıp gerçek sorunlara, öfkeyi gerçek düşmana, kapitalistlere ve onları tüm siyasal temsilcilerine yönlendirmemiz gerekiyor. Bu egemen kliklerden birinin arkasına eklemlenmekle değil, ulusal savaşa ve militarizme karşı tavizsiz biçimde devrimci, enternasyonalist, savaş karşıtı çizginin savunulması ve sınıf mücadelesi perspektifi ile bir mücadele hattı kurulması ile mümkün olabilir. Sermayenin işçi sınıfına yönelik saldırılarını daha da arttıracağı bu günlerde bu mümkün olmanın ötesinde bir zorunluluk haline gelmiştir.

Yeryüzü Postası


Yorumlar

“Seçim, savaş, cenaze ve devlet – Yeryüzü Postası” için 2 yanıt

  1. Bu web sitesi bit siyasi gruba mı ait? Hangi siyasi grubun açıklaması bu?

    1. Yeryüzü Postası avatarı
      Yeryüzü Postası

      Site bir grubun kolektif çalışmasıdır. Bu da yazı siteyi yayınlayan kolektifin ortak yaklaşımı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir