Bugün, 20 Haziran Dünya Mülteciler Günü. “Herkes için yaşam” meselesi üzerine, birlikte eşit yaşamın imkânları ya imkânsızlıkları üzerine düşünmek için bir fırsat. Bu metin, resmi verilere göre 4 milyon mültecinin yaşadığı coğrafyamıza da ipucu vermesi sebebiyle yazılıyor.
City Plaza nasıl Avrupa’nın en iyi oteli oldu?
22 Nisan 2016 sabahı Atina’daki City Plaza adlı terk edilmiş otelin işgal edilmesi –ya da özgürleştirilmesi- ile başlar bütün hikâye. Yunanistanlı aktivistler ve mülteciler, 2004 yılında tadilatı gerçekleştirildikten sonra terk edilen City Plaza otelinin binasını özgürleştirerek mülteciler için konaklama ve dayanışma mekânı haline getirir. City Plaza’nın bir zamanlar yalnızca maddi gücü olanlarla anılan “Avrupa’nın En İyi Oteli” etiketi de işgalden sonra bütün dünyaya keyifli bir mesaj vermek adına kullanılmaya devam edilir.
Bir otel binasını işgal ederek kapılarını mültecilere açmak, bu dayanışma mekânında 400 yetişkin mültecinin ve 185 mülteci çocuğun haysiyetle yaşamasını sağlamak, yüzlerce gönüllü aktivistin desteğini almak ve hiçbir kamu kurumundan/şirketten/benzerlerinden hibe almadan yalnızca dayanışma esasıyla kocaman bir mekânı ayakta tutmak “Avrupa’nın En İyi Oteli” olmanın sırrı olur.
City Plaza, Suriye’den, Irak’tan, Afganistan’dan, Pakistan’dan, İran’dan yüzlerce mültecinin birlikte ve eşit yaşadığı –ya da bu imkânı hakkaniyetle aradığı- bir örnektir. Sağlık hakkına erişemeyenler için medikal ihtiyaçlardan çocuklar için müşterek oyun alanlarına kadar her şeyin bulunduğu City Plaza’da, bütün gündelik ihtiyaçlar beraberce belirlenir ve giderilir. Temizlikten yemeğe, dayanışma mekânının tüm işleri –işlere cinsiyet atamadan- ortaklaşa yapılır. Yalnızca ezilenlerin egemenlerin dillerini öğrenmek zorunda kaldıkları dil dersleri yerine, konuşulan tüm dillerin öğrenilebileceği zeminler yaratılır. “Toplumsal entegrasyon” adı altında tek tipleştirilen bedenlerin birlikte ve eşit yaşam imkânları aranarak başka bir yaşam kurulur.
City Plaza’da kurulan yaşam, önce komşulardan ardından şehrin –hatta memleketin- çeşitli noktalarından gelen oyuncaklarla, yemeklerle, kıyafetlerle, temizlik malzemeleriyle, kitaplarıyla vs. devam eder. Cinsel sağlık eğitimlerinden film gecelerine ve turnuvalara kadar her şey “Herkes için yaşam” anlayışıyla örgütlenir. Irkçılıktan, devletçilikten, cinsiyetçilikten, ahlakçılıktan arındırılma çabasıyla üretilen bu dayanışma mekânı mülteciler için bütün tahliye kararlarına karşı direnişe geçirecek bir yaşam yaratır.
Dayanışma, direniş
Mülteci Konaklama ve Dayanışma Alanı City Plaza, bir dayanışma misali olduğu kadar bir direniş misali de. Muktedirlerin insafına ve lütuflarına terk edilmiş, dış politikada bir vitrin ya da tehdit meselesi haline gelmiş milyonlarca yerinden edilmiş insanın, göç ettikleri yerlerdeki insanlarla birlikte ulus-devletlere, sınırlara, “vatandaş” tanımlarına, “mülteci-vatansız-sığınmacı-göçmen” kargaşasına isyanı. Herkesin birlikte ve eşit yaşamının, beraber direnmenin ve kazanmanın, yeni yaşamın, bu dünyanın içindeki başka bir dünya imkânının Atina’daki örneği. Ki bu direniş Atina’da City Plaza’da, Adana’da patronlara karşı birlikte direnen Türk, Kürt, Suriyeli Saya işçilerinde, tecavüz edilerek katledilen Emani Al-Rahmun için adalet arayan kadınlarda…
Bugün, 20 Haziran Dünya Mülteciler günü. Türkiye’de bugün itibariyle 3 buçuk milyondan fazlasını Suriyeli nüfusun oluşturduğu, 4 milyonu aşkın mülteci bulunuyor. Mülteci meselesinin AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından dış politikada hem vitrin hem tehdit işleviyle kullanılması toplumda da karşılığını buluyor. Örneğin, Aylan Kurdî’nin kıyıya vurmuş bedeni üzerinden mülteci çocuklara ağlayıp Sapanca’da patileri ve kuyruğu kesilerek katledilen köpeğin failinin Suriyeli bir çocuk olduğu yönünde yalan haberler üretmekten ve yaygınlaştırmaktan hicap duyulmuyor. Zaten bir “iç göçler ülkesi” olan Türkiye’de, seçmenlere seçim vaadi olarak mültecileri ülkelerine geri göndermekten bahsediliyor. “Herkesin Cumhurbaşkanı” olma iddiasını taşıyan adaylar dahi “Burası aşevi değil!” diyerek 4 milyon insanın yaşam hakkını ihlal ediyor. Avrupa Birliği’nin fon sağlayıcılarına iyi örnek olarak sunulmak üzere kamu hastanelerine kurulan “Suriyeli Hasta Masaları” genellikle Suriyeli hastaları ayrımcılıktan başka neden olmaksızın hastanelere almıyor. 2011’den beri bu topraklarda yaşayan, hem de öyle kamplarda değil şehirlerin kalbinde yaşayan ve şehirlere renklerini veren mülteciler hâlâ “Geçici Koruma” statüsüyle yaşatılıyor. Zaten bu metin dâhil olmak üzere her yerde “mülteci” kavramı politik/sosyolojik bir kavram olarak tercih ediliyor. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti Devleti, 1951 Cenevre Sözleşmesi’ne getirdiği coğrafi sınırlama gereği Ortadoğu’dan Türkiye’ye gelenlere mülteci statüsü vermiyor. Gerçi artık İstanbul İl Göç İdaresi Müdürlüğü, Suriyeli mültecilere “Geçici Koruma” statüsü de vermiyor. İstanbul, Ankara ve İzmir gibi büyük kentlerde mültecilerin kayıtlı bir biçimde yaşayıp haklara erişmesi resmi olarak mümkün değil. Eğer bir mülteci devletin kendisine koruma kimliği verdiği il dışında bir emniyet denetimine takılırsa –ki 676 sayılı KHK ile bu artık çocuk oyuncağı- sınır dışı edilebilir. Hatta Van Geri Gönderme Merkezi’nde 31 Mayıs 2014’te henüz 17 yaşındayken katledilen Afganistanlı Lütfullah Tacik’in hikâyesine benzer hikâyeler çoğalabilir.
Yukarıdaki paragrafın uzaması pek mümkün. Fakat haksızlıkların, adaletsizliklerin, eşitsizliklerin değişime çiçek açtığı günlerdeyiz. En azından toplumsal muhalefetin ve Türkiye’yi uçurumun kenarından almaya talip olanların iddiası, arzusu bu yönde. 20 Haziran’ın sunduğu fırsat, mültecilerle birlikte ve eşit yaşamın inşası ve herkes için haysiyetli bir hayatın hepimiz tarafından yeniden düşünülmesidir.
İlan edilmiş, edilmemiş bütün savaşlar yüzünden yerlerinden edilen ancak aşkla ve inatla direnen mülteci kadın arkadaşlarımın günü daha bir kutlu olsun!
Kaynak: Gazete Karınca
Bir yanıt yazın