Ulus Kavramı ve Ulusal Sorun Üzerine – Zafer Onat (Kara Kızıl Notlar)

kategori:

Kara Kızıl Notlar dergisinin Mart 2006 tarihli 5. Sayısında yayınlanmıştır

Modern devletle birlikte ortaya çıkan biçimiyle ulus kavramı, farklı konjonktürler içinde, farklı siyasal perspektiflerin temsilcileri tarafından – ona yüklenen anlamın değişkenliğine de bağlı olarak- zaman zaman sahiplenilen, zaman zaman ise karşısında durulan bir mefhumdur. Bu bağlamda “ulusal sorun” başlığıyla tartışabileceğimiz “ulus devlet”, “ulusalcılık” ve “ulusal kurtuluş” hareketleri günümüze değin gelen önemli sorunsallardır. Keza bu sorunsallar soyut bir imge olan ulus kavramının somut ve tarihsel yansımalarıdır.

Ulus kavramının Bizans döneminden itibaren çeşitli tarih kesitlerinde kullanıldığını görüyoruz. Ancak ulus kavramının bugünkü anlamını 18. yy.’dan itibaren ve ulus devlet kavramı ekseninde kazandığını görüyoruz. Etnik birlik olgusuyla çakışan yönlerinin olmasına karşın çoğu zaman daha geniş bir birliği ifade etmiştir. İkinci dünya savaşı öncesinde Almanya, İtalya ve İspanya başta olmak üzere pek çok yerde yayılan ırkçı anlayış ve söz konusu ülkelerde ırk temeli üzerine kurulan sistemler, kapitalizmin var olduğu tarihsel kesitte istisnai bir durum olarak kalmışlardır.

Gerek ulus tanımını; bireyi ön plana çıkartarak ve tanımladığı mutlak evrensel değerler ve bu değerlerle birlikte ortaya çıkan bir medeniyet tanımı çerçevesinde ele alan “Fransız tipi milliyetçilik”, gerekse kültür, halk ve anayurt kavramları ekseninde ulusu ve ulus devleti tanımlayan “Alman tipi milliyetçilik” aynı amaca hizmet etmektedir. Millet tanımının unsuru ırk, dil veya din gibi unsurlar olabileceği gibi Ernest Renan’ın tanımında olduğu gibi “insan, ne ırkının, ne dilinin, ne de dininin, ne de nehirlerin izlediği yolun, ne de sıradağların yönünün eseridir. Sağlam duygulu ve sıcak kalpli insanların bir araya gelmesi manevî bir şuur yaratır ki, buna millet denir” biçiminde bir tanımlama da getirilebilir. Ancak bunlar ulusun niteliğiyle ilgili tartışmalardır, bizim öncelikli olarak tartışmamız gereken ulus kavramının kendisidir.

Kısacası ulus tanımı konusundaki teorik farklılaşmalar ve ulus devletlerin sahip oldukları birbirinden farklı nitelikleri bir kenara bırakılırsa tüm ulus devletlerin ortak noktasının; temel amacı toplumu ulus kavramı ve bu kavramın yarattığı manevi unsurla bir arada ve denetim altında tutmak olan bir toplumsal örgütlenme yaratma hedefi olduğu söylenebilir. Ulus devlet kendi pazarına ve ticari ilişkilere egemen olma ve dolayısıyla siyasal iktidarı elinde tutma arzusunda olan burjuvazinin bir ihtiyacı olarak çıkmıştı. Bir başka ifadeyle feodalizmi ve mutlak monarşileri ortadan kaldıracak olan burjuva devrimleri sonrasında kurulacak yeni iktidarın, yani burjuva iktidarının ihtiyaç duyduğu devlet anlayışıydı ulus devlet.

Her zaman bir etnik homojenliği ifade etmese de ulus kavramı çerçevesinde yekpare bir toplum yaratılmaya çalışılmıştır. Aristokrasinin yüksek otoritesinin meşrulaştırıcı zemini olarak din ortak paydasında bir arada duran feodal toplumlarda ve monarşik devletlerde üretim araçları aristokrasinin ve monarkın elinde toplanıyordu. Bu dönemde ulus devlet kavramı gelişmemişti. Oysa bu sistemlerin çözülüşüyle, üretim araçlarının ve artı değerin burjuvazinin elinde toplandığı yeni toplumsal düzende, bu düzene uygun yeni bir birleştirici unsur gerekiyordu. Bu unsur ulus kavramıydı. Nihayetinde ulus kavramı da din veya tanrı kavramı gibi metafiziktir, ve ancak toplumun zihninde bulduğu karşılık oranında bir gerçeklik kazanabilir. Bir başka deyişle ulus devlet veya ulusal mücadelenin bir zorunluluğu olarak “ulusal birlik”, maddi dünyada bir karşılığı olmayan ve ancak insanlar onu, düşüncelerinde var ettiği zaman “var olan” ulusal onur ya da ulus sevgisi gibi kavramlar yoluyla oluşabilir.

Ulusal Çelişki Olgusu

Bir yekliği ifade etmek için kullanılan bu kavram (ulus kavramı) toplumun kendini farklı ulusallardan gören topluluklardan meydana gelmiş olduğu pek çok yerde sorunların çıkmasına neden olmuştur. Zira etnik, kültürel veya dinsel çeşitlilik barındıran toplumlarda ulus kavramı bir ortak kimlik olarak etnik, kültürel ve dinsel çoğunluğun egemenliği çerçevesinde şekillenmiştir. Egemen olan ve olmayan toplumsal kesitler arasındaki bu eşitsiz durumun yarattığı çelişki, zaman zaman egemen olan ve olmayan uluslar arasında (çelişkinin yoğunluğuyla orantılı olarak) bir çatışkı ortaya çıkarmıştır. Bu durumun ulusçu çerçeve içinde bir harekete dönüşmesi için öncelikle ekonomik, sosyal ve siyasal koşulların oluşması ve bununla beraber bir ulusal bilincin, bir başka deyişle bir toplumsal kesitin ezilmesinin, sömürülmesinin, istediği ve inandığı gibi yaşayamamasının ulusal kimliğinden kaynaklandığı düşüncesinin o toplumsal kesit içerisinde oluşmuş olması gerekmektedir.

Tüm bunların yanında ekonomik, politik ve sosyal sebepleri olan bu çelişki, çelişkinin her iki tarafındaki uluslar içerisindeki sınıflar için farklı sonuçları vardır. Bir başka deyişle ulusal sorun problematiği çerçevesinde yer alan kavramlar bir ulus içerisindeki farklı sınıflar için farklı anlamlar taşımaktadır. Zira ulus devlet burjuvazinin iktidarının bir sonucu ve ihtiyacıdır. Burjuvazisi için, içinde yer aldığı ulusun devletleşme sürecini tamamlamış olması, onun iktidar alanını yaratılmış olmasını ve ulusal kurtuluş mücadelesi de iktidar kavgasını ifade etmektedir. Emekçiler bir bütün olarak çıkarlarını kendi ulusunun burjuvazisiyle ortak gördüğü zaman ulusal kurtuluş mücadelesi içerisine girer ve yine ancak kendi ulusunun burjuvazisiyle çıkar ortaklığının sürdüğüne inandığı sürece ulus devlet altında yaşamaya devam eder. Oysa temel toplumsal dinamiğin farklı sınıflar arasındaki mücadeleler olduğunu, Marx’ın deyişiyle “Tarih”in , “sınıf mücadeleleri tarihi” olduğunu kabul ediyorsak ulusal çelişkileri sınıfsal çelişkilerin yerine ikame etmek tarihi kralların ve soyluların şanlı zaferlerine indirgemekten farklı olmayacaktır. Bir başka deyişle sınıf bilinci ve ulus bilinci birbirini öteleyen, birbiriyle çelişen kavramlardır. Birincisi sınıflar arasındaki ayrılığa vurgu yaparken, ikincisi meseleyi egemenler arasındaki mücadeleye indirgemektedir. Zira ulusal çıkar denilen olgu egemenlerin çıkarından, ulusal çelişki de egemenler arasındaki rekabetten ibarettir.

Emekçilerin Çıkarları Bağlamında Ulusal Sorun

Ulusların kendi içinde ortak çıkarlara sahip olduğu söylemi o ulusun egemen sınıfının çıkarına hizmet eden bir manüpilasyondur. Ancak durumu tersinden okuduğumuzda şunu söyleyebiliriz ki ulusların kendi içinde sınıflara bölünmüş olmasının yanında bir toplum içindeki sınıflar da; içinde yer aldıkları uluslara, cinsiyetlerine, cinsel yönelimlerine, dinsel veya felsefi inançlarına göre bölünmüşlerdir. Konuyu emek cephesinden ele aldığımızda emekçilerin sorunlarının ekonomik sorunlardan ibaret olmadığı, söz konusu ayrımların öznelliklerinden kaynaklanan birbirinden farklı sorunlara sahip oldukları vurgulanmalıdır. Bizler emekçiler arasında farklı sorunları kendi özgün durumları çerçevesinde değerlendirmeli ve ezilen konumda olandan yana tavır almalıyız. Bu çerçevede ulusal sorunu emek cephesinden ele almalı ve ulusal kurtuluş mücadelelerini emek cephesinden sahiplenmeliyiz.

Ulus devlet bir yandan burjuvazinin iktidarının ve dolayısıyla sınıflı toplumun bir gereğiyken, diğer yandan burjuvazinin yayılmacı karakterinin sonucu olarak yeni eşitsizliklere yol açmaktadır. Burjuvazi kendi ulusal sınırlarının hammadde, iş gücü ve pazar anlamında doygunluğa ulaşmasıyla farklı alanlara yönelmektedir. Yani emperyalistleşmektedir. Her ulusun burjuvazisi için geçerli olan bu durum sonucunda ancak kapitalistleşme sürecini erken tamamlamış uluslar emperyalistleşebilmektedir. Rekabetçi kapitalist sistemde emperyalistleşme ulus devletin bir sonucudur. Bu anlamıyla emperyalistleşme bir sonuç, her ulus devletin ulaşmak istediği hedeftir.

Eşitsiz gelişim koşulları içinde gerek ulus devlet kuramayarak kendileri dışında bir başka ulus devletin sınırları içinde yaşamak zorunda oldukları için, gerekse türlü sebeplerle işgal edildikleri için ezilen konumda olan pek çok ulus türlü mücadeleler geliştirmişlerdir. Eşitsiz gelişim uluslar arasında ekonomik farklılaşma yaratmasının yanı sıra tabiyet ilişkisinin sonucu olarak çeşitli uluslar kendi kültürlerini yok olması, köklü değişikliklere uğraması ve zaman zaman da çeşitli haklardan mahrum kalma gibi sonuçlarla karşı karşıya kalmışlardır. Bu durum emekçilerin kendi ulusunun egemen güçleriyle çıkar ortaklığı yaparak bu eksende mücadelelerin ortaya çıkmasına yol açmıştır. İspanya hükümetine karşı Basklıların, İngiltere hükümetine karşı İrlandalıların ve Türk Hükümetine karşı Kürtlerin verdikleri mücadeleler bir ulus devlet bünyesinde ve çeşitli süreçlerde değişkenlik gösterebilen biçimiyle hak arama, özerklik veya bağımsızlık için verilen ulusal kurtuluş hareketlerine dair güncel örneklerdir.

Ulus devlet savunusunun emekçiler açısından bir kurtuluş olduğu bir yanılsamadır. Şunu tekrar vurgulamak gerekir ki ulus devlet kendi iktidar alanını yaratmak veya var olan iktidar alanından pay almak isteyen bir azınlıktan başka kimsenin kurtuluşunu sağlamaz. Emekçiler açısından nispi bir özgürlük alanı yaratma mücadelesi olarak gözüken ulusal kurtuluş gerçek anlamda bir özgürlük mücadelesine dönüşebilmesi ancak bu mücadelenin sınıfsal karakter elde etmesi, bu anlayışla silahını kendi ulusundan egemenlere de çevirmesi ve bunun için enternasyonalist dayanışmayı geliştirmesi koşuluyla mümkündür. Bu noktada artık o mücadele ulusal mücadele olma niteliğini yitirmiş ve sınıfsal karakter kazanmış demektir. Aksi bir durum, var olan efendilerin ve patronların yerine yenilerinin geçmesinden başka bir şeye yaramayacaktır.

Emekçilerin Özgün İhtiyaçları Çerçevesinde Ulusal Sorun

Bizler elbette farklı uluslardan emekçilerin her tür özgün sorununa dair bir tutum geliştirmeli, bu sorunlara sahip çıkmalıyız. İnsanların kültürlerini yok etmeyi amaçlayan her tür anlayışa ve şovenizme karşı mücadele etmeliyiz. Ancak tüm bu süreçlerde her koşulda farklı uluslardan emekçilerin enternasyonalist dayanışmasına ve birlikteliğine vurgu yapmalıyız. Fakat bizden bağımsız biçimde gelişen ulusal kurtuluş mücadelelerine karşı tavır geliştirmek de yaşamın içinde verdiğimiz mücadelenin bir gereğidir. Çeşitli ulusal sınırlarla bölünmüş günümüz dünyasında bu hareketler toplumsal alanda mücadele edenler için üzerinde düşünülmesi ve tavır geliştirilmesi gereken olgulardır. Ulusal kurtuluş hareketleri konusunda tavır belirlerken onların sınıfsal karakterlerini ve politikalarını göz önünde bulundurarak karar vermeliyiz. Bu mücadelelerin; ulusal kimlikleri yüzünden ezilen ve söz konusu hareketlerin öznesi olan emekçiler açısında özgürlük savaşı olarak görüldüğünü unutmamalıyız. Bizim politikalarımızla, bir başka ifadeyle kurulu ulus devlete ve onun baskı aygıtlarına karşı yürüttüğümüz mücadeleyle örtüştükleri noktalarda bu hareketlere destek olabiliriz. Ancak bunların burjuva karakterine dair her zaman eleştiri geliştirmeli ve bu mücadeleyi tüm uluslardan emekçilerin ortak mücadelesi zeminine taşımaya çalışmalıyız.

Bugün marksist-leninistler ve bir takım liberaller tarafından çözüm olarak sunulan ulusların kendi kaderini tayin hakkı söylemini de bugünün sınıflı toplumu için bir çözüm olarak göremeyiz. Bugün için ulusların kendi kaderini tayin hakkı emekçilerin kaderinin burjuvazin eline bırakılmasından başka bir anlama gelmez. Sorun emekçilerin üzerinde kurulan egemenliğin hangi ulusun burjuvazisinin ve politikacılarının elinde olduğu değildir, tüm patronlar ve politikacılar emekçiler açısından aynı derecede düşmandır. Ancak bu durumun tersine tüm dünyanın emekçilerinin çıkarları ortaktır. Bu ön kabulle komprador ve ulusal burjuvazi arasında bir ayrım da geçerliliğini yitirmektedir. Keza burjuvazi sınıfsal çıkarları neyi gerekiyorsa onu yapar. Gerekirse emperyalistlerle veya başka ulusların burjuvazisiyle işbirliği halinde olur, gerekirse de rekabet halinde. Bunu ulusal çıkarlar veya küreselleşme isimleriyle meşrulaştırmaya çalışsa da bu sermayenin çıkarını ulusal sınırlar içinde mi yoksa küresel düzeyde serbest ticaret ilkesinde mi gördüğüyle ilgilidir. Bunlar konjonktürel durumlardır.

Bu coğrafyada mücadele etme niyetindeki anarşist komünistler olarak bu topraklarda ulusal sorun üst başlığında yaşanan olgulara dair de bir perspektif geliştirmemiz bir gerekliliktir. Ulusal soruna genel bir bakış açısı oluşturmanın yanı sıra T.C.’nin devlet ve ulus anlayışını, bunun tarihsel ve ideolojik kökenlerini değerlendirmeliyiz. Ayrıca Kürt ulusal hareketinin aşiretçi ayaklanma geleneğinden bugün sistem içi mücadele anlayışına varışına kadar geçen süreç incelenmelidir. İran, Irak, Suriye ve Türkiye devletlerinin hepsinin sınırları içinde Kürt bölgelerinin varlığı bu sorunu yerel değil bölgesel ve küresel düzeyde incelemeyi gerekli kılıyor. Anti-emperyalizm kılıfıyla gelişen ulusalcı hareket ve “emperyalist güçler bu ülkeyi bölmeye, bölgeyi karıştırmaya çalışıyor.” söylemi arkasına gizlenen ulusalcı ve Kürt düşmanı algı doğru tahlil edilmeli, ulusalcılıkla anti-emperyalizm arasındaki çizgi net olarak çizilmelidir. Bir yandan da “ulusalcılık karşıtlığı” kılıfı altında yapılan Avrupa Birliği savunusu ve sistem içi arayışlara karşı özgün koşullar çerçevesinde alternatif geliştirilmelidir. Bu çalışmanın boyutlarını aşan tüm bu sorunsallar, önümüzde tartışılmak üzere durmaktadır.

Yararlanılan Kaynaklar:

MARX, Karl/ ENGELS, Friedrich, Komünist Manifesto, Sol Yaynlar, 1999

RENAN, Ernest, Qu’est-ce qu’une nation, Paris, 1882

KADIOĞLU, Ayşe, Cumhuriyet İdaresi Demokrasi Muhakemesi, Metis Yayınları, 1999

ARNASON, Johann P., Ulusçuluk, Küreselleşme ve Modernleşme, Birikim Sayı: 49, 1990

Ulusal Sorun Üzerine, http://www.marksist.com/MT/Ulusal%20Sorun%20Uzerine.htm,1994


Yorumlar

“Ulus Kavramı ve Ulusal Sorun Üzerine – Zafer Onat (Kara Kızıl Notlar)” için bir yanıt

  1. […] Ulus Kavramı ve Ulusal Sorun Üzerine – Zafer Onat (Kara Kızıl Notlar) […]

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir