Anasayfa / Arşiv / Kara Kızıl Notlar: Bir Sürecin Eleştiri ve Özeleştirisi – Zafer Onat

Kara Kızıl Notlar: Bir Sürecin Eleştiri ve Özeleştirisi – Zafer Onat

2005-2008 yılları arasında faaliyetlerini devam ettirmiş olan Anarşist Komünist İnisiyatif’le ilgili bu değerlendirme yazısı Servet Düşmanı internet sitesinde 18 Şubat 2012 tarihinde yayınlanmıştır.

Aralık 1999’da Seattle’da düzenlenen DTÖ (Dünya Ticaret Örgütü)’nün toplantısıyla başlayan ve G8, NATO, Dünya Ticaret Örgütü(DTÖ), OECD (Organisation for Economic Co-operation and Development-Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü) gibi örgütlerin toplantılarına karşı yapılan eylemlerle ve sokak çatışmalarıyla başlayan süreç yeni bir toplumsal hareketin işareti olarak algılandı. Mart 2003’te ABD’nin Irak’ı işgaliyle birlikte ise bu hareket kendini Savaş Karşıtlığı üzerinden var etti ve bir ivme kazandı. Ancak sonrasında yaşanan süreçte bu hareket giderek sönümlenirken geriye hareketin heterodoksisinden çıkan yeni toplumsal mücadele anlayışları kaldı. Zira hareketin militan ve kendiliğindenci niteliği klasik sendikal anlayışla da Marksist-Leninist örgütlenme ve mücadele anlayışıyla örtüşmüyordu. Bir çok Marksist-Leninist örgütün de tespit ettiği gibi (bunu bir hakaret olarak kullanıyor olsalar da) hareket anarşizan-otonomcu bir çizgide örgütlendi ve mobilize oldu.

Kuşkusuz tüm dünyada yankı bulan bu hareket Türkiye’yi de etkiledi. Uzun süreden beri ilk kez dünya çapında gerçekleşen böylesi bir kitle hareketine pek çok siyasal örgüt yüzünü döndü. Olumlu veya olumsuz pek çok yorum yapıldı. Bu dönemde reformist çizgideki siyasal örgütler ve bazı sendikalar Sosyal Forumlar ekseninde örgütlenirken, bazı geleneksel marksist leninist örgütler de pragmatist bir yaklaşımla bu çizgiye eklemlendi. Dünya çapında daha çok öğrenci merkezli gelişen küreselleşme karşıtı hareket Türkiye’de de doğal olarak en fazla öğrenciler arasında yankı buldu. Bir yandan 1996’dan bu yanan giderek zayıflayan öğrenci hareketi kendine ufak da olsa bir gedik bulmuş oldu, diğer yandan da var olanın dışında yeni fikirlerin tartışılması için bir zemin doğmuş oldu. Anarşizm, Post-Marksizm, Otonomculuk gibi kavramlar çeşitli Marksist-Leninist geleneklerden gelen kişiler arasında tartışılmaya başlandı. Türkiye’de 1980’lerin ikinci yarsından beri cılız biçimde var olan anarşist hareket (anarşistlerin sınırlı kitleselliği ve örgütsel sürekliliklerinin, politik programlarının olmayışı düşünüldüğünde “hareket” kavramını tam olarak karşılığını bulmasa da bir grup tarafından sahiplenen bir politik akımın varlığından söz edebiliriz) de tutarlı bir politik eksene, teorik bir birikime ve bunlarla paralel olarak elle tutulur bir örgütlenme anlayışına sahip olamamasına rağmen bu dönemde görece ivme kazandı. Söz konusu küresel dalganın durulmasıyla Türkiye’deki anarşist hareket de –sözü edilen zaafları ve eksikleri sebebiyle- geriye çekildi. Kuşkusuz bunun sebeplerinin başında hareketin örgütsüzlüğü ve örgütlülük çabalarının da teorik ve taktik bütünlükten yoksun olması geliyordu. Geriye çekilişin -toplumsal muhalefetin diğer bileşenleriyle paylaştığı- diğer bir sebebi ise Türkiye’de anarşizmin emekçiler arasında değil büyük oranda öğrenciler ve orta sınıf entelektüelle sınırlı olarak gelişen bir hareket olmasıydı.

Tüm bunların ötesinde (özel olarak Türkiye’deki) anarşizm algısına dair bir kaç noktayı tespit etmek gerekiyor. 2005 yılına kadar geçen süreçte aralarında oldukça büyük ideolojik farklılıklar bulunan anlayışlar altı doldurulmamış bir “devlet karşıtlığı” paydasında anarşizm sıfatını sahiplenmiş ve yanyana durmaya çalışmışlardır. Günümüzde toplumcu anarşist akımların yanı sıra anarko-kapitalizm, bireyci anarşizm, ilkelcilik gibi pek çok anlayış “anarşizm” kavramını sahiplenmektedir. Bu nedenle bu kavram bugün için, içerisinde birbiriyle taban tabana zıt anlayışlar barındıran mulak bir hal almıştır. Türkiye’de devletin ve dolayısıyla devletin ele geçirilmesini savunduğu için Leninizmin reddiyesi üzerine şekillenen ve Leninistlerin sahiplendiği tüm kavramları (örgütlenme, sınıf, komünizm gibi kavramlar da dahil) reddeden anlayış uzun bir süre anarşistler arasında hakim olmuştur. Dolayısıyla anarşizm çarpık ve hedefsiz bir ütopya olarak algılanmıştır.

Bu ve benzeri sebeplerden dolayı 2005 yılının başında anarşist komünistler, var olan anarşist anlayışlardan teorik ve pratik olarak ayrışarak kendi özgün tartışma ve mücadele süreçlerini yaratma çabasına girişmişlerdir. Bu ayrışma ve yapılanma süreci zamansal olarak söz konusu küreselleşme karşıtı hareketin sonlarına denk düşmektedir. Dolayısıyla günümüze kadar yaşanan süreci küreselleşme karşıtı hareketin yarattığı dinamizmden ve bu hareketin olumlu ya da olumsuz etkilerinden ayrı ele almamak gerekmektedir. Küreselleşme karşıtı hareketin en belirgin özelliklerinden biri olarak pratikçilik anarşist komünistleri derinden etkilemiş, onlar için bir yandan kendilerini var etmelerinin ve süreklilik arz eden bir örgüt görüntüsü vermelerinin (daha doğru bir ifadeyle böyle bir yanılsama içine girmelerinin), diğer yandan ise teorik gelişmenin ve ortaklaşmanın eksik bırakılmasının önemli sebeplerinden biri olmuştur.

Gelenek olarak Platformizmden etkilenilmesine ve dolayısıyla teorik birliğin bir zorunluluk olduğunun kabul edilmesine rağmen, içine düşülen en büyük zaaf sınırlı (diğer anarşistlerden ve Türkiye’de görece köklü bir geleneğe sahip olan Marksist-Leninist siyasal çizgiden kendini ayrıştıracak kadar) bir teorik ortaklıkla yetinilmiş olunmasıdır. Pratikte ise özgün bir siyasal program oluşturulmamış, “anarşistlerin yapmadığını leninistler gibi leninistlerin yapmadığını anarşistler gibi” yapmakla yetinilmiştir. Örneğin bir yandan daha önce anarşistler için “günah” sayılan sınıf mücadelesi anlayışıyla mücadele etmek için pratik çabalar içerisine girilmiş, diğer yandan da leninistlerin o dönemde göz ardı ettikleri, önemsemedikleri ve hatta “ayıpladıkları” vicdani red, eşcinsel hakları gibi konularla ilgilenmişlerdir. Ancak ne biri ne de diğeri bütünlüklü teorik bir zemin üzerine yerleşmiş bir politk hattın, yarını gören bir mücadele anlayışının yansıması deği, sadece ezberlenmiş olduğu için yapılması gereken işler olarak kalmıştır. Dolayısıyla pratik faaliyet de dayanışma ve eklemlenme sınırını aşamamıştır.

Buna rağmen gerek diğer anarşistler, gerekse sınırlı da olsa leninistler içinde anarşist komünistlerin Türkiye için özgün olan düşünceleri tartışılmıştır. Bugün anarşistlerin bir kısmının yüzünü sınıf mücadelesine dönmesinde ya da leninistlerin anarşistlerle tartışma ihtiyacı duymasında anarşist komünistlerin bir nebze de olsa etkisi olduğu söylenebilir. Ancak devrimci muhalefetin içinde bulunduğu teorik krizin (ve bunun pratik yansımalarının) derinliği düşünüldüğünde gerçekleştirilebileceklerin çok azının gerçekleştirildiği görülecektir. Kaldı ki genel anlamıyla muhalefetin halen devam eden daralma ve bölünme durumu düşünüldüğünde bu tartışmaların toplumsal düzeyde bir karşılığı olmadığı da açıktır.

Bu noktada Türkiye’deki en genel anlamıyla toplumsal muhalefetin içinde bulunduğu durumu değerlendirmek gerekmektedir. Bugün toplumsal muhalefetin bir türlü içinden çıkamadığı krizinin temelinde Leninizmin teorik hataları ve açmazları yatmaktadır. Leninizmin ideolojik hegemonyası SSCB’nin dağılmasıyla kitleler düzleminde ortadan kalkmış olsa da toplumsal muhalefetin anti-kapitalist, devrimci damarını halen etkilemektedir. Bu nedenle Leninizmin ideolojik ve pratik yenilgisi komünizmin ve devrimci tüm akımların yenilgisi olarak algılanmaktadır. Kapitalizme karşı öfkenin tüm dünyada büyümesine sistemin krizinin kronikleşmesine ve buna karşı dünyanın pek çok yerinde farklı nitelik ve taleplerle toplumsal hareketlerin ortaya çıkmasına karşın komünist bir alternatife güven duyulmamaktadır. Komünizm, Bolşevik devrimi ve sonrasında yaşanan süreçle özdeşleştirildiği için emekçi kitleler bağlamında onlara özgürlük ve eşitlik getirecek bir düzen olarak algılanmamakta, diğer kapitalizmin yenilmez (olsa olsa düzeltilebilir) olduğu algısı köklü bir değişim getirecek bir devrimin önünde bir engel olarak durmaktadır. Bu ideolojik ve politik boşluk geniş kitlelerin kurtuluşu sosyal demokrasi, milliyetçilik ve fundamentalizm gibi akımlarda aramasına yol açmaktadır.

Kapitalizmin içinde bulunduğu krize rağmen kitleler nezdine karşılık bulan siyasal bir anlayışın ortaya çıkmaması bu krizin sonucudur. Sınıfın gerek dünya çapında gerekse Türkiye’de komünizme güvensizliği salt pratik meselelerle ya da sistemin propagandasıyla açıklanamaz. Böyle bir dönemde anarşist komünizmin alternatif bir devrimci akım olarak varlık kazanması ihtimal dahilindeydi. Ancak diğer yandan anarşist komünistler yukarıda saydığımız güvensizlikten payını fazasıyla almaktadır. Bunu aşacak örgütlenmeye ve araçlara sahip olmadığı gibi böylesi bir örgütlenmenin ön koşulu olarak bu yönde bir teorik/politik birikim oluşturabilmiş de değildir. Elbette bunun olmamasını sadece Türkiye’deki anarşist komünistlerin (hatta dünyadaki anarşist komünistlerin) yetersizliğine bağlamak aşırı iradecilik ve toplumsal koşullar ve gelişmeleri göz ardı etmek olacaktır. Ancak yaşanılan dağılma ve sonrasında gelen olağanüstü savrulmalar göz önüne alındığında yaşanan sınırlı pratiğin eleştirilmesi geretiği de açıktır.

Daha önce de dediğimiz gibi yaşanan sürecin en önemli sebebi derinlikli teorik zeminin yaratılamamasıdır. Pek çok noktada yeterli ortaklık düzeyi yakalanamadığı için pek çok güncel siyasal meselede “tarafsız” kalınmıştır. Tüm bunlar anarşist komünistlerin savundukları biçimiyle bir örgüt niteliğinde olmadıklarını göstermektedir. Ancak bu durumun kendisi de tespit edilememiştir ve örgüt gibi davranılmaya çalışılmıştır. “Oysa anarşist komünist örgüt nedir, nasıl işler, nasıl oluşturulur, araçları nelerdir?” sorularına yeterli ve pratiğe geçmeye hazır cevaplar verilmemiştir.

Teorik ve politik saptamaların kağıt üzerinde kalması teoriyi pratiğe uygulayacak bir örgtülenmenin yaratılamadığının en önemli göstergelerinden biridir. Anarşist komünistler için pratik; üzerinde tartışılmış bir politik hattın ürünü değil el yordamıyla ilerleyen kişilerin isteği ve iradesine bağlı bir süreç olarak şekillenmiştir.

Değerlendirmesi yapılan 2005-2008 döneminde Türkiye’deki anarşist komünistlerin pratiklerinde öne çıkan iki yaklaşımdan söz edebiliriz. Birincisi ne olduğunu tanımlayamamanın ve kendini olduğundan farklı görme veya gösterme eğiliminin yarattığı handikaplarla debelenilmiştir. Bu eğilimdekiler kendisini örgütsel düzeyde var etmeden, bellirli tek bir alana bile kök salmadan kafalarda yaratılan “ideal işçiye” ulaşmak için çabalamıştır. Teorik düzeyde devrimci özne olarak işçi ve sınıf mücadelesi tanımı yapıldıysa da pratikte en dogmatik marksist teorilerdeki işçinin “peşinden koşulmuştur”. İşçi dışarıda olan, yanına gidilecek ve örgütlenecek bir nesne olarak görülmüştür. Bu anlayış kolaycılığın ve teorinin içselleştirilmemesinin bir sonucuydu ve dolayısıyla hayatta bir karşılık bulmadı. Kendisini pratikte emekçilerin dışında konumlandıran ve en iyi ihtimalle onunla dayanışma halinde olan bu eğilimin pratikleri dağınık ve çoğu geçici olan ilişkiler ağı kurmaktan başka bir işlev görmemiştir. Bu anlayış pratik dayanışma ve eklemlenme sınırını aşamamış, kendi özgün pratiğini oluşturamamıştır. İkinci yaklaşım ise bir alan çalışması yapmayı öngörmekle birlikte kendini her zaman o alanın dışında tanımlamış ve pratiktede yine o alana dışarıdan gelen “iyi insanlar” olmanın ötesine geçilememiştir. Bu anlayış bakımından da işçi dışarıda olan, yanına gidilecek ve örgütlenecek bir nesne olarak görüldü ve yine politik bir programın parçası değildi.

Programdan ve bunun alt yapısını oluşturacak teorik ve siyasal ortaklıktan yoksun olmalarına karşın sürdürülen pratik faaliyet anarşist komünistlerde bir noktaya kadar birliktelik hissiyatı yaratmıştır. Bunun bir sebebi Türkiye toplumsal muhalefetinde, özellikle öğrenci kökenli hareketlerde dar pratikçiliğin yaygın biçimde karşılık bulmasıdır. Anarşist Komünist İnisiyatif ilk ortaya çıktığı dönemden, dağıldığı döneme kadar öğrencilerin ağırlıkta olduğu bir örgütlenmedir. Ayrıca daha önce bahsettiğimiz gibi Anarşist Komünistlerin bir araya geldiği dönem küreselleşme karşıtı hareketin sonlarına denk düşmektedir. Küreselleşme karşıtı hareketin en belirgin özelliklerinden biri olarak pratikçilik anarşist komünistleri derinden etkilemiştir. Ancak teorik birliktelikten, programdan ve örgütsel araçlardan yoksun pratik faaliyetlerle bir örgütlülüğün varlığını uzun süre devam ettirmesi mümkün değildir. Yaşanan süreç bu gerçeği bir kez daha göstermiştir.

Ancak anarşist komünistler bu gerçeği bilmelerine rağmen bunun gereğini yerine getirememişlerdir. Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de anarşist komünistlerin önemli bir çoğunluğunun sahiplendiği veya en azından etkilendiği temel metinlerden biri bolşevik devriminden sonra 1926 yılında Paris’te sürgündeki Rus anarşistlerinin oluşturduğu Dielo Truda (İşçi Davası) grubu tarafından yayınlanan “Liberter Komünistlerin Örgütsel Platformu” isimli metindir. Bu metnin en önemli bölümlerinden biri devrimci anarşist örgütün ideolojik, politik ve taktiksel birlikteliğe sahip olması gerektiğini savunmasıdır. Türkiye’deki anarşist komünistler bu anlayışı benimsemiş ve buna uygun bir faaliyet oluşturmaya çalışmışlardır. Aslında bir araya gelişlerindeki temel dinamiklerden en önemlisi de altı boş ve örgütsüz bir anarşizm anlayışından sıyrılıp teorik bir birliğe sahip bir örgütlenme oluşturmaktır.

Anarşist komünistleri üç yıllık bir dönem için bir arada tutan en önemli etkenlerden biri sınırlı ideolojik ortaklıkları, hep bilinmez bir geleceğe ertelenen ortaklığı derinleştirme niyetleri ve her şeye rağmen güncel politikaya dair tavır geliştirme iradesinin gösterilmiş olmalarıdır. Bu yönde en önemli adım “Kara Kızıl Notlar” isimli teorik tartışma yayınının çıkartılması olmuştur. Başka ülkelerdeki anarko-sendikalist ve anarşist-komünist metinlerin çevrilmesinin yanı sıra özgün teorik yazılar üretilmiş ve bu faaliyet güncel veya tarihi konulara ilişkin dönem dönem yapılan tartışmalarla da beslenmeye çalışılmıştır. Ancak “Kara Kızıl Notlar” dergisinin yayınının durmasıyla tartışmaların sürdürülebileceği, dolayısıyla teorik sorunların açığa çıkacağı zemin ortadan kalkmış oldu. Sahip olunan teorik düzeyi yansıtıyor olması ve ihtiyaç duyulan konuları kamuya açık alanda tartışıyor olması ile Kara Kızıl Notlar önemli bir boşluğu dolduruyordu. Dolayısıyla geçmişe baktığımızda anarşist komünistlerin en doğru hamlelerinden birinin böyle bir teorik tartışma dergisi çıkartmak ve en yanlış hamlelerinden birinin ise buna son vermek olduğu söylenebilir. Daha önce sözünü ettiğimiz devrimci hareketin teorik krizi bağlamında düşünüldüğünde, böyle bir yayın kavramsal düzlemde devrimci bir alternatif sunuyor (ya da tartışıyor) olması sebebiyle yalnızca öznel bir ihtiyacın değil daha genel bir ihtiyacın gereğidir. Zira Türkiye’deki devrimcilik iddiasındaki siyasal yapıların çıkardığı teorik yayınların çoğunluğu tartışmaktan çok yıllardır söylediklerini tekrar etmekte, teorik birikim oluşturmaktansa pratik örgütlenmeyi hedefemektedir. Yukarıda saydığımız sorunların pek çoğunu hatta belki de daha fazlasını bu siyasal yapılar da yaşamaktadır. Ancak pek çok yapı, çok daha köklü gelenekleri ve daha tecrübeli kadroları olması, lider kadrolarının sorunların üstünü politik manevralarla kapatma ‘yeteneği’ olması gibi etkenlerle varlıklarını devam ettirmektedir. Elbette devrimcilik iddiasındaki diğer kesimlerin içinde bulunduğu çıkmaz ile ilgili tartışmak bu yazının kapsamını aşmaktadır. Ancak anarşist komünistler için saydığımız sorunların yalnızca onlar için geçerli olmadığını ve bunun toplumsal muhalefetin genel sorunlarından bağımsız düşünülemeyeceğini vurgulamak gerekiyor.

Başta söylediğimiz gibi anarşist komünistler ancak kendini diğer anarşistlerden ve leninistlerden kendini ayrıştırmaya yetecek kadar teorik ortaklık oluşturabilmişlerdir. Ancak bizim hedefimiz giderek marjinalleşen bu kesimlerle ayrımımızı ifade etmekle sınırlı olamaz. Kriz içindeki sistemi devirmek ve emekçilere kurtuluşlarının ancak komünist bir toplumda olduğunu göstermek için tespit ettiğimiz sıkışıklığı aşacak bir örgütlenmenin teorik zeminini oluşturmak gerekmektedir. Saydığımız eksikliklerin öznel/içsel sebeplerini, yani anarşist komünistlerin teorik düzlemdeki eksikliklerini bir kenara koyarsak iki nesnel/dışsal sebepten söz edebiliriz. Birincisi Türkiye’de bu konuda çok sınırlı kaynak ve tartışma olması, ikincisi genel anarşist teorinin sahip olduğu boşluklardır. Anarşizmin günümüzde farklı ülkelerde kitleselleştiği örneklere baktığımız zaman, teorik bütünlüğe sahip örgütlenmelerin değil; eylemlilik üzerine yanyana gelmiş zayıf birliklerin olduğunu görüyoruz. Daha önce söylediğimiz gibi anarşist komünizm de Türkiye’de düşünsel bir üretimin değil, dünyada ve Türkiye’de gelişmiş olan geniş çaplı politik hareketlenmenin bir sonucu olarak var olmuştur ve dolayısıyla ondan etkilenmiştir.

Bununla bağlantılı olarak Türkiye’de hiçbir devrimci yapının toplumsal etki yaratacak bir mücadele kabiliyetine veya gelişen sınıf hareketlerine katkı sunacak niteliğe sahip olmadığı kuşku götürmez. Zaten onlarca parçaya bölünmüş olan devrimci örgütlerin pek çoğu iç sorunlarla debelenmekte, pek çok yapıda sürekli ayrışmalar yaşanmaktadır. Bu tıkanıklığın göstergesi ve sonucudur. Asıl tıkanıklık ise teorik düzeydedir ve solun içinde bulunduğu krizi pratik çözümlerle ve pratiğe yönelik tartışmalarla aşmaya çalışması daha da bölünmesinden başka bir işe yaramamaktadır. Oysa sınıfsal çelişkiler olduğu gibi durmakta ve emekçiler dünyanın her yerinde lokal ya da genel mücadeleler yaratmaktadır. Gelişen grevlerde ve direnişlerde, devrimcilerin rolü ya hiç yok ya da son derece sınırlı ve simgesel düzeyde gerçekleşmektedir.

Anarşist Komünistlerin yaşadığı sınırlı deneyim toplumsal muhalefetin krizini aşmak için bir çabayı ifade etmekteydi. Yetersiz ve deneyimsiz genç kadroların bu çabası gerek içsel, gerekse dönemsel koşullar nedeniyle sona erdi. Ancak geleneksel anlayışa karşı bir alternatif sunma iddiasındaki tüm deneyimler büyük anlam taşımaktadır. Bu deneyimden çıkartılacak en önemli sonuçlardan biri temel teorik ve politik meselelerden başlayarak kamuya açık bir tartışmanın yalnızca anarşist komünistler için değil toplumsal muhalefetin ihtiyacı olduğudur.

*Bu yazı 2005-2008 yıllarında Anarşist Komünist İnisiyatif adı altında bir araya gelmiş olan İstanbul’lu anarşist komünistlerin yaşadığı deneyimin değerlendirilmesidir. Yazıda “Anarşist Komünistler” kavramı yalnızca bu süreçle ilgili kullanılmıştır. Bu yazı bu sürecin sonunda yazılmış olan değerlendirme yazısının revize edilmiş halidir.

Adresi kontrol edin

Bir Ermeni Anarşist: Aleksander Atabekyan

Aleksander Movsesi (Moiseevich) Atabekyan 2 Şubat 1868’de Çarlık Rusyası’nın Dağlık Karabağ Bölgesinin Suşi şehrinde doğdu. …

Bir yorum var

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir