Elazığ’a bir çok yerden bireyler akın akın dayanışma duygusu ile gidiyor. Bu süreç bağlı oldukları kurumun rant kaygısını ve siyasi çıkar emelini gözardı edebilecek kadar kritik bir tatmin meselesine dönüşmüş olacak ki insanlar bulundukları kurumun eksik/aksak işlerini göremiyor.
Elazığ’ın bir çok yerinde çadır kentler toplu çadır alanları kuruldu bile. Bu alanlardan birisi Fevzi Çakmak mahallesi taziye evinin hemen yanında bulunan halı saha içine kurulmuş 34 çadırdan oluşuyor. Çevresinde de bölüm bölüm çadırlar kurulmuş. yedi yüz metre yukarıda ise Ehli-Beyt Cemevi bulunuyor. İBB Kızılay, AFAD gibi kurumların merkez üssü haline gelmiş durumda bu Cemevi. Ve depremzedelere yardım etmek adı altında yapılanlar çok daha çirkin. CHP ve Kızılay getirdiği TIR’ların tepesinden insanlara eşyaları atıyor. İBB personelleri/gönüllüleri şoven duygular ile insanlara kötü davranıyor. AFAD yalnızca çadır kuruyor ve çekiliyor.
Bahsettiğimiz toplu çadır alanında ise 700 metre ötedeki bu bolluk bereketten (!) eser yok. Yaklaşık 20 yetişkin 15 genç ve 30 çocuk bulunan bu alana yemek bile gitmiyordu. Biz oraya ulaştığımızda bütün çadırlar boş ve çocuklar hastaydı. İlk elden çocukların ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra daha kapsamlı bir yardım çalışması yürütmek için oradan ayrıldık ve bir süre sonra geri döndüğümüzde bize ”Siz gittikten sonra aile bakanlığı ve AFAD geldi bir kaç battaniye bıraktılar ve çocukları muayene edip gittiler ardından Kızılay geldi’.’ dediler. Böylece Elazığ içindeki denetimin güçlü oluşunu görmüş olduk. Ve bu üç kurumun ziyaretine rağmen halen ihtiyaçlar çok fazlaydı. Yemek, ısınma, çocuk bezi, ped, battaniye, elektrik… İhtiyaçları saptadık ve tez elden yemek sorunu için taziye evi ile görüştük normal şartlarda sabah ve akşam yemek çıkarmak durumunda olan taziye evine çevresindeki ihtiyaç sahiplerine yetecek kadar yemek gelmediğini saptadık ve onlara bildirdik. Bu sorunu çözdükten sonra elde avuçta olanı dağıttık ve ardından bizim bu çabamızdan bir şekilde haberi olan valilik 34 çadırlı bu alana bir kamyon kadar eşya gönderdi. Valilikten eşyaları teslim aldık ve dağıtımını üstlendik. Onlara kalsa bizce bu kadar yeter diyerek alana bir kısım eşya bırakıp çekip gideceklerdi. Oysa valiliğin kararının bu eşyaların tamamının o alana verilmesi gerektiğiydi. Anlaşıldığı üzere…..
Eşyaların dağıtımını o alanın ihtiyaçlarını karşılayıp, çevredeki toplu olmayan çadır alanlarına yardımları eksiksiz ulaştırma işini bitirip, yemek sorununun çözüldüğüne ikna olduktan sonra, bir süre insanlarla ve özellikle çocuklarla vakit geçirip orayı terk ettik.
Yüzlerce TIR’ın sınırda bekletildiğini, sınırdan döndüğünü göz önüne alacak olursak herkese yetecek kadar olan yardımın ulaşmadığı köyleri, ulaşmadığı mahalleleri görmek ve oraya dair bir çalışma yürütmek ihtiyaçlara karşılık verebilmek demek oluyordu. Halen daha bir çok TIR’ın belli belirsiz depolara boşaltıldığını duyuyor ve görüyorduk.
Sivricede ise durum bir garip. En yeni bina olan kaymakamlık ve belediye binasının içerisi çok kötü görünüyordu. Çatlak kolonlar, duvarı çökmüş odalar… Ve bu hengame içerisinde yetkili bir bireyle görüşmek üzere binanın son katına çıktık. Diyaloğumuz boyunca ‘‘Henüz çocuklara psikolojik destek sağlanamadı – cami ve emniyet binası yıkılacak çünkü zaten bir önceki depremde fazlası ile hasar almışlardı şimdi çok daha hasarlılar. İki köy yerle bir oldu ama kış sebebi ile köylerden insanlar merkezlere doğru geçtiğinden köylerde çok can kaybı yok. Biz biraz ihmalkarız, bir şey olmaz diyoruz. Ama bu depremle Türkiye’nin deprem bölgesi olduğunu kabul etmemiz gerekiyor.” minvalinde kah talihsiz kah gerçekçi cümleler ile karşılaştık.
Binayı terk ettikten sonra çadırları ziyaret ettik ve bu sefer ise halk ile olan diyaloğumuz başladı. Çadırların önündeki sohbetlerimizde işittiklerimiz ise şunlardı: ”Son seçimden önce buradaki deprem atlatmış binalar için kentsel dönüşüm projesi söz konusuydu ama seçimleri MHP kazanınca (bölgede tabanlar arası gerginlik var) mevcut iktidar bölgeden desteğini çekti. Ki projenin başına devlet mühendisi değil anlaşılmış bir müteahhit olacaktı. Şimdi ise burada 1000 tane hane var, 700’ü ağır hasarlı. İnsanlar evlerine giremiyor. AFAD 250 tane geçici konteyner ev dikeceğiz diyor. Görüyoruz burası dışındaki alanlara ayrımcılık yapılıyor. Fevzi Çakmak mahallesine yardım anca dün gitti, o da CHP TIR’ları girdi. Alevi mahallesi diye devlet oraya uğramıyor. Ben şahsen MHP’liyim ve neden HDP’nin, CHP’nin yardım TIR’larını almıyorsunuz. diye Süleyman Soylu’nun korumalarına sordum. TIR’a yüklenmiş olma ihtimali olan bombalardan ötürü o TIR’ları sokmadık dediler. İnsanların bizlere yardım etme duygusunu bile hiç ettiler. AFAD geliyor buraya TIR’larca yardım getiriyor. Burada ihtiyaçtan fazla yardım var şuan ihtiyacı olan yerlerde hiç bir şey yok. O kaymakamlık binasını iki yıl önce yaptılar depreme dayanıklı olması için. Şimdi gidin bakın içerisi ne halde. Orada iki yüz çalışan var girip çıkanları saymıyorum. İşlek bir saatte artçıya yakalansalar orası toplu mezar olur. Devlet mühendisi diye bir şey kalmadı her şey özelleşti. ” Bu cümleler hayatın tam içinden ve doğrudan yaşananın yorumu.
Yardım çalışmaları özensiz. Şoven duygular ile yardımlar ayrıştırılıyor. Yeteri kadar yardım alamadığını düşünen halkın bir kesimi suçu Suriyelilere ve Afganlara atıyor. Fakat tek sorumlu bu sürecin iyi işlemesine izin vermeyen devlettir.
Psikolojik/sağlık desteği yeterince sağlanmıyor. Okul okuyan çocuklar üniversiteli gençler hayatlarında önemli gördükleri bu okul serüvenini sağlıklı sürdüremiyor. Küçük çocuklar hasta anneler ne yapacağını şaşırmış durumda. Yemek seferberliği var ama dağınık bölgelere yeterince bu destek sağlanmıyor. Bu durumlar ışığında dayanışmayı büyütmek ve böyle süreçlerin bağımsız, doğrudan ve planlı refleksler ile sürdürülmesi gerektiği ortaya çıkıyor. Lakin planlar çıkarcı, görüntü verme odaklı olunca halkın hiç bir problemine çözüm bulunamıyor. Gerçi görünen köy de kılavuz istemez.
Bir yanıt yazın