Ali Kitapcı’yı karalayamayacak, suçlarınızı aklayamayacaksınız

kategori:

Cezaevlerinde kitap ve süreli yayınlara ilişkin keyfi yasaklamalar herkesin bildiği, gündem edilmeyecek kadar kanıksanmış sistematik devlet politikasıdır. Bu politikanın bir yansıması olarak, geçtiğimiz günlerde Bakırköy Kadın Kapalı Cezaevi’nde kalan, trans mahpus Esra Arıkan’a Meydan Gazetesi’nin verilmediği avukatı tarafından açıklandı.

Esra Arıkan geçtiğimiz Temmuz ayında idrar yollarındaki sıkıntının tedavisi için cinsiyet uyum ameliyatı olduğu Marmara Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne sevk edilme talebi cezaevi yönetimi tarafından reddedilince açlık grevine başlaması ile gündeme gelmişti. Sağlığa ulaşım hakkı için mücadele eden, kamuoyuna sesini duyurmayı başaran ve sonunda talepleri karşılanan Esra’nın cezaevi yönetimi tarafınca “sakıncalı” olarak kodlanmasında şaşıracak bir şey yok.

Arkadaşlarının Esra’ya gönderdiği anarşist bir politik çizgide yayın yapan Meydan Gazetesi’nin “sakıncalı” bulunmuş ve teslim edilmemiş olmasına da şaşırmamak gerekiyor. Hele ki cezaevi yönetiminin gazetede “Gençlik Anarşizmde Örgütleniyor” başlıklı yazıyı “örgüt olmaya teşvik edici ifadelere yer verilmesi ve örgüt olmanın öneminden bahsetmesi” nedeniyle “sakıncalı” bulması kadar “olağan” bir durum yok. Esra’ya gazetenin verilmemesinin gerekçesi olarak gösterilen bir başka yazı ise “Anarşist Bir Demiryolcunun Hikayesi: Bizim Ali” başlığıyla yayınlanan röportaj. Meydan Gazetesi’nde yer alan yazıların hemen hemen hepsi politik bir içeriğe sahip, elbette ki mevcut düzene, devlete muhalif ve elbette ki tümü otoriteler tarafından “sakıncalı” bulunmayı hak ediyorlar.

Bu noktaya kadar olan her şeye “olağan”, fikirden ve bilgiden korkan devletin kanıksanmış zalimlikleri denilip geçilebilir. Ancak cezaevi yönetiminin kararında 10 Ekim katliamında yaşamını yitiren Ali Kitapcı’nın yaşamından bahseden röportaj ile ilgili “terör örgütü üyesinin hayatından alıntılar yapılarak, övgüyle bahsedildiği” denilmesini kabul etmemizi kimse beklemesin.

Egemenlerin yalan ve iftiralarla kendine muhalif olanları karalamaya çalışmasının ilk örneği bu değil elbette. Dünyanın her yerinde ve her zaman egemenler gerekli gördükleri anda muhalif olanları, devrimcileri ve elbette ki anarşistleri yaftalarlar, itibarsızlaştırmaya çalışırlar, onlara komplo kurarlar. Şaşırıyor değiliz ama yalnızca Ali Kitapcı’yı değil, 10 Ekim’de katledilen herkesi hedef alan bu kirli politikaya müsamaha gösteremeyiz. 10 Ekim’de IŞİD’li iki canlı bomba yoldaşımız Ali Kitapcı dahil 103 kişiyi devletin gözetiminde katletmişken, utanmazca yapılan bu kara propagandaya asla izin veremeyiz. Bugün buna susarsak, yarın 10 Ekim’de katledilenleri karalayarak katilleri aklamaya, arkasındaki güçleri gizlemeye yönelik politikaları için cesaret bulacaklardır.

Gerçekleri her defasında yüzlerine vurmaya devam edeceğiz. Bu katliam devlete 62 adet istihbarat gelmesine, katliam emrini verenlerin, yardım edenlerin ve eylemi gerçekleştirenlerin tamamı polis veya MİT’in teknik takibi altında olmasına rağmen gerçekleşmiştir. Ne hikmetse intihar eylemcileri yol kontrolüne ara verilen saatlerde Ankara’ya girmişlerdir. Ne hikmetse patlama anında patlamanın olduğu alanda bir tane bile polis yoktur ama patlamanın hemen ardından oraya gelirler ve yerde can çekişen insanların bulunduğu bölgeye biber gazı ile saldırırlar. Polis gelir ama 45 dakika boyunca bir tane bile ambulans gelmez. Tüm bunlara ve devlet görevlilerinin sorumluluklarına dair burada yazmakla bitiremeyeceğimiz sayısız ayrıntıya rağmen devlet masum ama Ali Kitapçı terörist, öyle mi?

Peki ne yapmıştır Ali Kitapcı? İnandığı anarşist fikirleri savunmuştur, yıllar boyunca bulunduğu her yer yerde bıkmadan usanmadan bu fikirleri anlatmış, örgütlenmeye çalışmış, anarşizm adına mücadele ettiğini gördüğü herkesin yanında yer almıştır. Bitmedi… Kamu emekçilerinin 1990’lı yıllara damgasını vuran mücadelesinin her anında militan ve fedakar biçimde yer almış, çalıştığı demiryollarında ilmek ilmek örgütlenmiş, grevli toplu sözleşmeli sendika hakkı için gerçekleştirilen grevlerin ve kitlesel eylemlerin örgütleyicisi olmuş, Birleşik Taşımacılık Sendikası’ndan yoldaşlarıyla birlikte trenleri durdurmuştur. Bitmedi… 1 Mayıslarda, Gazi Katliamı sonrasında gerçekleşen eylemlerde, savaş tezkeresini engelleyen 1 Mart mitinginde, işleri için Ankara’nin göbeğinde günlerce TEKEL işçilerinin yanında, elbette Gezi direnişinde ve toplumsal meselelere dair daha nice eylemde oradadır.

Egemen sınıfları korkutan pek çok anının tam içinde olduğu, kendisi gibi emekçilerle birlikte örgütlendiği, özgürlük arayışından hiçbir zaman vazgeçmediği için Ali’yi terörist diye karalama çabalarına şaşırmıyoruz. Ali bir terör örgütü üyesi değildi, bir demiryolu emekçisi, bir sendikacı, bir iş yeri militanı, bir devrimci, bir anarşistti. 10 Ekim’de Ali’nin de içinde olduğu 103 kişiyi öldürenlere, emri verenlere, göz yumanlara, onları besleyenlere de terör örgütü üyesi demiyoruz. Çünkü onlar daha kötüsünün, devlet denen örgütün üyeleri ve taşeronları. Aynı örgütün üyeleri Ali’yi, onun şahsında 10 Ekim’de katledilenleri itibarsızlaştırma ve kendi suçlarının üstünü örtme çabasına girişmiş gibi gözüküyor ama dedik ya bu çabalar nafile. Bu çabalar devletin 10 Ekim’de işlediği suçları aklamaya da, Ali’nin hep gururla ve örnek alarak bakacağımız mücadelelerinde en ufak bir leke bırakmaya da yetmeyecek.

Çünkü biz susmayacağız, yoldaşlarımızı sahiplenmeye, katillerinden hesap sormaya ve onların uğruna bedel ödediği özgür dünyayı kurana kadar mücadele etmeye devam edeceğiz.

Yeryüzü Postası


Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir