Anasayfa / Makaleler / T A M A M ama nasıl?

T A M A M ama nasıl?

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Şayet bir gün milletimiz ‘tamam’ derse ancak o zaman biz kenara çekiliriz” sözlerinin ardından sosyal medyada öngörülmesi güç bir hareketlilik yaşandı. İnsanlar hiçbir siyasi partinin çağrısı olmaksızın, kendiliğinden, Gezi sürecini anımsatacak yaratıcılıkta, içinde “T A M A M” geçen yüz binlerce tweet attı. Bunun yanı sıra “T A M A M” pankartı ile spontane eylemler gerçekleşti. Kadıköy’de ve Avcılar’daki eylemlere polis saldırdı ve insanlar gözaltına alındı. İktidarın, meseleyi sandık siyasetinin dışına taşıyan bu durum karşısında korkuya kapıldığı anlaşılıyor. İnsanların sosyal medyadaki güçlü tepkilerini –kendileri hile yapmayı ve “bot kullanmayı” iyi bildiğinden- “botlar tarafından yapıldı” diye lekelemeye çalışsalar da sosyal medyada açığa çıkan öfkenin, yeni bir sokak hareketinin işareti olduğunun onlar da farkında.

Diğer taraftan AKP karşısında konumlanan düzen içi muhalefet 24 Haziran’da yapılacak seçimlere kilitlenmiş durumda. İlk turda CHP, HDP, İYİP, SP’nin birer başkan adayı olacak. Bir önceki Cumhurbaşkanlığı seçiminde yapılan stratejik hata bu defa yapılmadı ve AKP karşıtı bloğun her rengi için tabanlarını mutlu edecek birer aday gösterildi. İlk turda Erdoğan %50’nin üstünde oy alamazsa, 8 Temmuz’da 2. tur seçimleri olacak ve Erdoğan’la beraber en yüksek oyu alan iki aday yarışacak.

Bu süreçte bütün partiler kazanan kendileri olacakmış gibi bir söylemle seçimlere hazırlanadursunlar, herkes, bazı gerçeklerin farkında. Bir taraftan milletvekili seçiminde %10 altında alan partilerin mecliste temsil edilmeyecek olması diğer taraftan düzen içi muhalefetin 2. turda %50 altında kalma korkusu nedeniyle seçimlere katılımın oldukça yüksek olacağı anlaşılıyor. Böyle bir tabloda boykot tartışmaları, seçim tarihinin ilk açıklandığı günlerde alevli bir şekilde yapılmış olsa da, ilk günler boykot diyen birçok kişi ya da grup, yukarıda yer alan 2 temel korkunun da etkisiyle seçim rüzgarına kapılmış görünüyor. 16 Nisan sonrasında söylenen “bu düzen meşru değil” “başkanlık sistemini tanımıyoruz” lafları ise çoktan unutuldu. 2-3 ay öncesinde “bu defa kesin boykot edeceğim” diyen azımsanmayacak sayıda insanın da bu tutumlarından vazgeçtikleri ve seçim çalışmasına katkı verdiklerini görüyoruz. Seçimlerde HDP’nin seçim ittifakında yer almayıp baraj altında kalma riski, boykot tartışmalarına son darbeyi vurdu.

Bugünden bir değerlendirme ile seçim sonuçlarına yönelik tahminlerde bulunmak güç değil. AKP’nin ilk turda hileli veya hilesiz %50’nin üstünde oy alma ihtimali oldukça yüksek. Alamadığı durumda 2. aday,  Muharrem İnce veya Meral Akşener olacak. Yaklaşmakta olan koşulları günden güne daha kötüye giden ve ekonomik krizle daha da yoksullaşacak olan emekçiler, erkek egemen düzende her gün katledilen, taciz, tecavüz ve çifte sömürüye maruz bırakılan kadınlar, milliyetçilik ve yabancı düşmanlığıyla zehirlenmiş toplumsal yaşamda ayrımcılığa uğrayan halklar için hiçbir çözüm vadetmeyen bir seçim daha…

Öte yandan 16 Nisan Referandumu’nda mühürsüz oylarla, üç büyük şehirde ‘Hayır’ çıkmasına rağmen ‘Evet’in kazandığını unutmamız mümkün değil. Sonrasında yapılan sokak gösterilerinin, CHP’nin sonucu kabul etmesiyle sönümlendiğini de. Nihayetinde gelinen süreçte, büyük bir çoğunluk bu başkanlık seçimlerinin meşru ve zorunlu olduğu fikrine sindire sindire alıştırıldı. Referandumdan sonra güçlü biçimde “Bu seçim meşru değildir, sonucunu kabul etmiyoruz” diyemediğimiz ve sonrasında bu tavrı sürdüremediğimiz için, şu an “büyük bir heyecanla” yeni bir seçime hazırlanıyoruz.

Peki ne yaparsak yapalım seçimin sonucuna etki edemeyeceğimiz gerçeğini ne zaman unuttuk? Seçimler, parlamentarist sistemin sorunsuz devamı için kapitalistlerin ve onların hizmetindeki devletin emekçileri oyalamak adına gerçekleştirdiği tiyatrolardır. Bu nedenle sonucu hiçbir zaman parlamentonun ve devletin yani egemen kapitalist sınıfın zararına olamaz. En iyi ihtimalle reformlarla emekçileri oyalar, oyalayamadığı yerde hile yapar, bomba patlatır ama sonucu ne olursa olsun kendi lehine çevirir. Bu nedenle emekçiler adına asla kurtuluş olamaz, tam tersi nihai kurtuluşu öteleyen engel olur.

Emekçiler olarak parlamentarizme topyekun karşı olmak zorunda oluşumuz dışında, 24 Haziran’da yapılacak genel seçimlerin işçi sınıfı olarak bizlere vadettiği hiçbir umut yoktur. Öncelikle seçimi Erdoğan karşıtı cephenin en büyük adayı Muharrem İnce kazansa bile başkanlık sistemi değişmeyecektir. Başkanlık sisteminin değişmesi için bırakın meclisten yasa çıkmasını referandum yapılabilmesi için bile meclisin 3/5’inin oy vermesi gerekmektedir. Bu 600 milletvekilinin olduğu bir mecliste 360 milletvekili demektir ve AKP’nin 240’dan fazla milletvekili alacağı ortadadır. İkinci olarak referandumda Hayır cephesinin kazandığı bir seçimi İktidar hile ile “Evet”e çevirmiştir. Referandum sonrası doğan tepkiyi iktidar değil CHP kanadı boğmuştur. CHP açısından bu durum ilk değildir. Tarihi boyunca yaptıklarını bir yana koyalım, CHP Gezi’den bu yana ortaya çıkan bir çok karşı çıkışta hareketi geriye çekmek işlevi görmüştür. Yenikapı şovunda, milletvekilliği dokunulmazlıklarının kaldırılmasında, Suriye ve Irak tezkerelerinde, Afrin operasyonununda ve daha nice olayda AKP’nin yanında durmuştur. Seçilsin ya da seçilmesin bundan sonra da düzenin olduğu gibi devam etmesi işlevini görmeye devam edecektir.

Bir diğer ihtimal seçimleri Merak Akşener’in kazanmasıdır. Referandumda “bu kadar yetkiyi babama bile vermem” diyenler, yetkiyi Meral Akşener’e vermek zorunda kalınca neler hissedecekler bilemiyoruz. Yalnızca Erdoğan gitsin diye umutlarımızı Akşener’e bağlamamızı isteyen olursa onlara verecek cevabımız açık. Kürt halkından, onlara yönelik kirli savaş politikalarının aktörlerinden biri olan bir faşiste oy vermelerini bekleyecek olanlar varsa, onlara gerekli cevabı verecek olan yüzbinler olduğuna inanıyoruz. Meral Akşener AKP’nin kuruluş sürecinde bulunmuş, MHP’den iktidar kavgasını kaybettiği için ayrılmış, AKP ile temelde hiçbir sorunu olmayan ve politik olmayan bazı tesadüfi durumlar olmasa AKP ile ittifak kuran tarafta yer alacak Türk-İslamcı bir faşisttir.

Politikayı “Erdoğan karşıtlığı” sınırında görenleri mutlu edecek bu iki ihtimal dışında gerçekleşecek durum Erdoğan’ın kazanmasıdır. Evet-Hayır kadar temel bir argümanla bile referandumu kazanamayan muhalefetin başkanlık seçiminde Erdoğan karşısında hiçbir şansı yoktur. İlk turda yapacakları hileli bir seçimle Erdoğan Türkiye’nin ilk başkanı seçilecektir.

Peki 24 Haziran’da yapılacak seçim için birbirinden kötü bu üç ihtimale karşı ne yapılabilir? Umudu sandığa bağlamak, geniş kesimlerin politikleştiği bu 50 günü basit bir seçim çalışması yaparak harcamak, seçeneksizlik içinde kendimizi kötü bir seçeneğe mecbur kılmak dışında da bir yol vardır; örgütlenmek. Seçim sonrası karşılaşacağımız olası kötü sonuçlara karşı hazırlanmak, yan yana ve ayakta durmak. Yaklaşan ekonomik krizle, daha fazla politik baskıyla dolu günlere karşı durabilmek için ve kendi gerçek alternatifimizi kurabilmek için bulunduğumuz her yerde örgütlenmek. Seçimlerde değil, sokakta, okulumuzda, mahallemizde, işyerlerimizde mücadele ederek “T A M A M” demek, yalnızca AKP’ye değil önümüze seçenek gibi sunulanların tümüne “T A M A M” demek.

7 Haziran seçimi sonrası, toplumsal muhalefet kazandığını düşündüğü anda, iktidardan en büyük darbeyi yedi. Önce Suruç’ta sonra Ankara’da patlayan bombalar, kaybettiğimiz yüzlerce canımız yaşamlarımızı kabusa döndüren günlerin başlangıcıydı. Sonrasında gelen darbe girişimi ve OHAL süreci ile binlerce insanın işten atıldığı, gözaltına alındığı ve tutuklandığı, onlarcasının işsizlik yüzünden intihar ettiği bir dönem. Çocukların cemaat yurtlarında tacize, tecavüze uğramaya, kaçak yurtlarda can vermeye, kadınların katledilmeye, sömürü koşullarının artmaya ve emekçilerin yoksullaşmaya devam ettiği bir dönem. Ancak buna rağmen insanlar direnmeye devam etti. En kötü koşullarda; 16 Nisan referandumu sonrası seçim hilelerine karşı sokaklara çıkılması ile, Nuriye ve Semih isimleriyle simgeleşen Yüksel caddesi direnişi ile, Afrin operasyonu sonrasındaki “milli mutabakata” ve tehditlere rağmen binlerce insanının “Savaşa Hayır” demeye devam etmesiyle, tutuklanma ve işkence görme pahasına savaşa karşı çıkan, “katliamın lokumu olmaz” diyen Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin cesareti ile umudumuz canlı kalmaya devam etti.

Tüm bunlar gösteriyor ki örgütlenmekten ve sokağa çıkmaktan başka yolumuz yok. Bir an önce en küçük fırsatı bile değerlendirmeli ve örgütlenmeliyiz. Bir seçim sonrasını daha umutsuzluğa ve korkuya kapılarak harcama lüksümüz yok. Onların seçim yalanlarına karşı kurtuluş sokakta, bizim ellerimizdedir.

Yeryüzü Postası

Adresi kontrol edin

Aaron Bushnell’in Gazze ile Dayanışma Eylemi Üzerine – Crimethinc

“Yöneten sınıfımızın normal olmasına karar verdiği şey bu” 25 Şubat Pazar günü, bir kişiden [1] …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir