1956 Macaristan Devrimi – Dicle Bozdağ (Kara Kızıl Notlar)

yazar:

kategori:

Kara Kızıl Notlar dergisinin Temmuz 2006 tarihli 6. sayısında yayınlanmıştır

I. Dünya Savaşı’ndan sonra Macaristan’da Ekim devriminin etkisiyle burjuva demokratik devrim gerçekleşmiştir. I. Dünya Savaşı’ndan sonra yapılan Versailles anlaşmasıyla başkan Karolyi istifa etti. “Bunun üzerine ülkeye işçi ve asker Sovyetleri hâkim olmuş ve Sosyal Demokrat ve Komünist Partilerin koalisyonu sonucunda Mart 1919’da Bela Kun yönetiminde Macaristan- Sovyet Cumhuriyeti kurulmuştur.” 133 gün süren bu cumhuriyet karşı-devrimci Miklos Horty’ye yardım eden Çekler ve Romenler tarafından yıkılmıştır. 1919 yılında Macar Sovyet Cumhuriyeti’nden sonra ikinci dünya savaşının sonuna kadar Miklos Horthy’nin faşist rejimi altında “emperyalizmin yarı sömürgesi haline gelen Macaristan, sanayi olarak gelişmemişti ve ağırlıkta bir tarım ülkesi niteliği taşımaktaydı.” Horthy rejimi döneminde muhalif olan her kesime yoğun bir terör dalgası estirildi. Binlerce kişi öldürüldü, 400.000 Yahudi Nazi toplama kamplarına yolladı.

Ülke Mart 1944’de Nazilerce işgal edildi, antifaşist güçler belli bir muhalefet örmeye çalışmış olmalarına rağmen Nazilere karşı güçlü bir odak yaratamadılar. Macaristan, Sovyet ordusunun müdahalesiyle “özgürleştirildi”. Aralık 1944’te Küçük Mülk Sahipleri Partisi, Sosyal Demokrat Parti, Ulusal Köylü Partisi ve Macaristan- Sovyet Cumhuriyeti’nden sonra illegal faaliyet yürütmüş Macar Komünist Partisi tarafından Geçici Ulusal Meclis kuruldu. Naziler nisan ayının başlarında Macaristan’dan çekildiler. 1944-1945 yılları arasında “…başta işçi sınıfı ve topraksız köylüler olmak üzere değişik emekçi katmanlar, illegal ve yarı-legal fabrika Komiteleri, Üretim Komiteleri, Ulusal Komiteler gibi Sovyet tipi örgütlenmeler kurdular. Kitlelerin, kendiliğinden mücadelesi sonucu kurulan bu yapılar, doğrudan demokrasinin yaratılmasını sağlayacak bir örgütsel potansiyeli de içinde taşımaktaydı.” Komünist Partisi tarafından bu yapılara gerekli önem verilmedi, hatta 1945’den sonra “tehlikeli” olarak gördükleri bu yapıları etkisizleştirip dağılmasını sağladılar.

Nazi sonrası ilk seçim Ekim 1945’de yapıldı. Seçimlerde oyların %57’sini alan Küçük Mülk Sahipleri Partisi’nden Ferenc Nagy başkanlığında koalisyon hükümeti kuruldu, seçime ittifak halinde giren Sosyal Demokrat Parti ve Komünist Partisi geri kalan oyları aldılar. Komünist Partisi bu oyların %17’sini aldı, içişleri bakanlığına bu partiden Imre Nagy getirildi. Komünist Partisi dört yıl boyunca koalisyon hükümetlerinde yer aldı. Parti lideri Rakosi “salam taktikleri” diye tarif ettiği taktiklerle koalisyon ortaklarını tasfiye edecekti. Küçük Mülk Sahipleri Partisi’ne açılan soruşturmalar ile iktidardan uzaklaştırdılar. Ağustos 1947’deki seçimlerde Komünist Partisi Sosyal Demokrat Partiyle oyların büyük bir çoğunluğunu aldılar, Küçük Mülk Sahipleri Partisi ise oyların ancak %15’ini alabildi. Komünist Partisi, Sosyal Demokrat Parti ile birleşerek, Macaristan Çalışanlar Halk Partisi’ni kurdu. Bu SDP’ni tasfiyesini hedefleyen bir hamleydi. Ve koalisyonun üyelerinin tasfiyesi bu şekilde gerçekleştirildikten sonra parti için muhalif olma durumu taşıyan parti üyelerinin de tasfiyesi gerçekleşti. Bu tasfiye sürecinde önemli olaylardan birisi “…içişleri bakanı Laszlo Rajk’ın ‘Titoculuk’ ve de ‘emperyalizmin ajanlığıyla’ ile suçlandığı, 1930’ların Moskova Duruşmaları’nı anımsatan bir duruşmayla ölüme mahkûm edilmesidir.” Bu süreçte “… yaklaşık 650.000 kişi emperyalizm ve Titoculuk gibi çeşitli suçlamalardan yargılandı, bunlardan 390.000’i suçlu bulunarak hapis cezasına çarptırıldı.”

Bu tasfiye süreci tamamlandıktan sonra sermayeyi hedef alan kolektifleştirme süreci ve kamulaştırma programı uygulanmaya başladı. “Bu süreç zarfında, işçi sınıfı üretim üzerinde yönetim ve denetim haklarına sahip olmadığı gibi, alınan kararlara sınıfın katılımını sağlayabilecek olanaklar da sunulmadı. Kolektifleştirme ve kamulaştırma hareketiyle patronlar gitmiş, yerine devletin tayin ettiği yöneticiler getirilmiştir.” Komünist Partisi’nin işçi sınıfıyla kurduğu bağ, işçi sınıfının üzerinde hâkimiyetini sağlayarak kendi iktidarını kurmaya dönük faaliyetlerdi.

Mayıs 1949’da Macaristan Çalışanlar Halk Partisi tek başına iktidar oldu. Aynı yıl kurulan Macar Gizli Polisi örgütü AHV’ye iyice nüfus ettikten sonra Rakosi önderliğinde olan partiyi engelleyebilecek hiçbir güç kalmamıştı. AVH, gerçekleştirdiği sayısız cinayetten ve de işkenceden dolayı Macar işçi sınıfı üzerinde nefret ve korku uyandırmıştı.

Bir yandan da Sovyet ordusu Macaristan’ı büyük bir şekilde yağmaladı. Macaristan’dan büyük bir tazminat istedi. Bunun anlamı Macaristan işçi sınıfın yiyecek kıtlığına ve düşük ücretlere katlanmasıydı. SSCB 1948’de ödenmesi gereken tazminatın yarısını iptal etti çünkü olası bir isyandan korkuyordu. Moskova diğer yollarla da Macaristan’ı sömürmeye devam etti. SSCB dünya fiyatlarının üstünde bir fiyatla Macaristan’a ürün satarken. Macaristan’dan satın aldığı ürünleri ise dünya piyasasının altına bir fiyatla aldı.

1950’li yıllarda Macaristan tamamen Rakosi tarafından SSCB’nin politik ve ekonomik sistemine entegre oldu. Devlet zoruyla tarımda kolektifleştirme ve sanayileşme gerçekleştirildi. SSCB’deki gibi büyük bir sanayileşme başladı. “Fakat kaynakların tek merkezli ve içe kapalı kullanılması, kısa zaman sonra, kaynaklarda daralmalar ve sıkıntılar yarattı. Bunun doğal sonucu olarak da, halkın yaşam standartlarında düşmeler ve özellikle tüketim maddelerinde kıtlıklar yaşanmaya başladı.” Tarımda kooperatiflerin oluşturulması ve kolektifleştirme köylülerden büyük tepki aldı. Tarım ürünlerinde ciddi bir kıtlık yaşandı. Tüm diğer Doğu Avrupa ülkelerinde olduğu gibi Macaristan da savunma sanayine yapılan yatırımlar sanayileşmeyle beraber ortaya çıkan sorunlara eklenince ekonomideki sıkıntı iyice büyüdü.

1953 Haziran ayında Budapeşte’de önemli bir sanayi kuruluşu olan demir-çelik fabrikasında işçiler düşük ücret ve yiyecek kıtlığına karşı greve çıktılar. İşçilerin grevinin Doğu Almanya’daki gibi bir isyana dönüşmesinden korkan hükümet, taleplerinin büyük bir çoğunluğu kabul etti.

Macaristan Çalışanlar Halk Partisi’nin genel sekreteri olan Rakosi diktatörlüğü Stalin’in ölümüne kadar sürdü. SBKP’nin 20. kongresinde Kruşçev’in Stalin’i ifşa etmesinden sonra bu süreç Macaristan’a da yansıdı. Bu süreçte tarımda kolektifleştirmeye karşı çıkan Imre Nagy 1953’de başkanlığa getirildi. Bu başkanlık 1955 yılında Rakosi’nin adamlarından Andras Hegedüs’ün başkanlığa getirilmesiyle son buldu.

Nisan 1956’da Nagy yandaşları, gazeteciler ve üniversite gençliği tarafından Petofi çevresi kuruldu. Petofi çevresi ismini “1848’de Avusturya emperyalizmine karşı Macaristan’ın bağımsızlığı için mücadele eden ünlü şair Sander Petofi’den aldı.” Petofi çevresi toplumsal muhalefetin oluşmasında gerçekleştirdiği etkinliklerle önemli bir yer tutuyordu. Toplumsal hareketlilik gitgide işçiler arasında da yayılıyordu. “İşçiler fabrikalarda daha fazla söz sahibi olmak, yönetimde katılımcı olmak ve de ücretlerin ve toplumsal refahın yükseltilmesini istiyorlardı. Petofi çevresi de bu talepleri destekliyordu.”

Macar Üniversite ve Yüksekokul Derneklerin Birliği 16 maddelik taleplerini içeren bir belge hazırlamışlardı. Bu taleplerde Sovyet ordusunun Macaristan’dan çekilmesi, yaşam koşullarının iyileştirilmesi, Imre Nagy’nin yeniden hükümet başına geçirilmesi, Stalin heykelini yıkılması, Rusça eğitime son verilmesi gibi talepler yer alıyordu. Aynı gün, Polonya’da kitlesel bir direniş işçinde olan işçilerle dayanışmak için 23 Ekim’de yapılmak üzere bir yürüyüş çağrısı yapıldı. Rakosi’den sonra partinin genel sekreteri olan Gerö ve Hegedüs iktidarlarını tehlikeye atacaklarını düşündükleri bu eylemi önceden izin verilmiş olmasına rağmen yasakladılar.

Yasaklanmaya rağmen 23 Ekim’de yürüyüş başladı. Gösteriye çoğunlukla gençlerin oluşturduğu 10.000 kişilik bir kitle başladı ama işçilerin ve halkın içinden diğer kesimlerin de katılımıyla kalabalık 200 bine ulaştı. Göstericiler parlamentonun önünde toplandı. Imre Nagy bu sırada sakinleştirici bir konuşma yaparken, Gerö tarafından radyodan göstericilerin karşı-devrimci olduğuna dair bir beyanat yayınladı. Bunun üzerine bir kısım gösterici radyo binasına yöneldi. Bir kısmı ise yaşananların sorumlusu olarak görülen Stalin heykelinin etrafında toplanarak Stalin heykelini yıktı. Göstericiler, SSCB’ye olan tepkilerinden dolayı Macar bayraklarından orak çekiçleri kestiler ve “ortası delik Macar bayrağı ilerleyen günlerde devrimin sembolü haline gelecekti.” (Bu olay Macaristan halkının sosyalizme olan tepkisi değildi. SSCB’ye olan bir tepkiydi. Keza ortası delik bayrakların yanında kızıl bayraklar da dalgalanıyordu.)

Radyonun önünde biriken kalabalık, AVH’nin radyonun etrafında kurduğu barikat ile karşılaştı. Kitle taleplerini radyodan iletmek istiyordu. Kalabalık gitgide büyüyordu. Bu sırada AVH kalabalığa makineli tüfeklerle ateş açtı. Olay çok çabuk yayıldı. İşçiler her yerde ayaklanma kararı alıyordu. “Csepel ve Ujpest’deki silah fabrikalarını ele geçiren işçiler, aynı gün silahlanarak, gösterilerin içinde yer aldılar. Halk kısa sürede, kendisine destek olan askerlerden, ayrıca polis ve ordu birliklerinden kamulaştırmalarla sağlanan silahlarla silahlanmaya başladı.” İşçiler ve öğrenciler tren vagonlarından ve varillerden barikatlar kurmuşlardı. Ayaklanma Budapeşte’nin her tarafına yayılmıştı ve başlıca sanayi şehirlerinden olan Miskolc, Gyor, Szolnoc, Pecs, Debrecen’e de yayılmaya başlamıştı. Kitleler 24 Ekim sabahında radyoevini işgal etmişlerdi. Sovyet tanklarının müdahalesi ise ayaklanmayı bastıramadı. Hükümet yetkilileri ve 24 Ekim’de başkanlığa getirilen Imre Nagy’nin halkın silahları bırakması çağrısı, ayaklanmanın sonlanması için etkili olmadı. Hükümet beklemekten başka bir şey yapamıyordu. Parti, politik manevra olarak 25 Ekim’de parti genel sekreterliğine Gerö yerine Janos Kadar’ı getirdi. 27 Ekim’de kurulan yeni hükümetle beraber Nagy, kitlelerin bütün isteklerinin yerine getirileceğinin sözünü verdikten sonra silahların bırakılması istedi. Bu çağrı etkili olmaya başladı. 30 Ekim’de, Sovyet askerleri çekilmeye başladı. Tabi bu sadece kitlelerin devrimci dinamiğini yok etmek için yapılan politik bir manevraydı.

Ayaklanma boyunca kitleler kendi öz-örgütlüklerini yarattı. Bu örgütlenmeler iki şekilde gerçekleşti. Mahallelerde köylerde ve şehirlerde kurulan Devrim Komiteleri’ydi. Devrim Komiteleri devletin iktidarının zayıfladığı yerlerde iktidarın halk tarafından ele alındığı kurumlar olarak iş gördü. Yerel sorunların çözümlenmesinde inisiyatif gösterdi. AHV’nin dağıtılması, SSCB’nin çekilmesi, Varşova paktından çıkılması gibi taleplerde bulundu. Nagy hükümeti bu taleplerin bir kısmını kabul edeceğini açıkladı. Bu açıklama, Devrim Komiteleri’nin etkisinin hükümete bu açıklamayı yaptırabilecek kadar büyük olduğunu göstermektedir.

Bu örgütlülüklerden ikincisi ve daha etkili olanı fabrikalarda kurulan İşçi Konseyleri’ydi. Ayaklanma sırasında Budapeşte’nin diğer sanayi bölgelerinde de grevler başlamıştı. “İşçi sınıfının bu sıcak mücadelesi, kısa bir süre sonra birçok üretim alanında (fabrikalarda, maden ocaklarında, atölyelerde) İşçi Konseyleri’nin kendiliğindenci bir karakterde kurulmasının zeminlerini yarattı. İşçi Konseyleri’nin oluşmasında başka bir etken ise, işçilerin çalışma koşullarına ve ücret rejimine karşı duydukları tepkiydi.” Sendikalar ve işyeri komiteleri ise sınıfın kendi öz-örgütleri değildi. Partinin güdümünde olan bu organların amacı var olan sistemi işçilere dayatmak ve kendi politikalarını meşrulaştırmaktı.

İşçi Konseyleri işçiler arasında coşkuyla karşılandı, hızla yayıldı ve yüzlerce konsey oluşturuldu. İşçi Konseyleri’ne hâkim olabilmek ve konseylerin taleplerini sadece ekonomik boyutlarda tutabilmek için parti yönetimi ve sendikalar çeşitli oyunlara başvurdular. 31 Ekim’de Budapeşte’de 25 fabrikanın İşyeri Konseyi delegesinin katıldığı bir konferans gerçekleştirildi. Bu konferansta alınan bazı kararlar şunlardı: “fabrikalar işçilere ait olacak, işçiler fabrika üretiminin ve kârın bir kısmını devlete vergi olarak ödeyecek, fabrikaların yönetimini işçiler tarafından demokratik olarak seçilmiş İşçi Konseyleri ele alacak, idari personel İşçi Konseyi tarafından işe alınacak ve her düzeyde konseye karşı sorumlu olarak çalışacak, işe alma ve işten çıkarma işlemlerine direkt konseyler karar verecek, işçilerin toplumsal sorunlarının çözümü konseylerin faaliyetleri arasında sayılacak, konseyler işyerinin bilânçosunu denetleme ve yeni yatırımlar konusunda karar verme hakkına sahip olacaklardı.”

İşçi sınıfın kolektif iradesi olan konseyler, işyerinde çalışan bütün işçilerin doğrudan katılımıyla seçiliyordu, konseylerden de işletmenin büyüklüğüne göre de 3 ila 9 kişilik yönetim komiteleri seçiliyordu. İşçi konseylerine seçilenlerde aranan şartlar kişinin temiz bir geçmişe sahip olması ve sınıfına ihanet etmemiş olmasıydı.

İşçi konseyleri ve devrim komiteleri ikinci bir iktidar haline geldi. Fakat konseyler iktidarı tam olarak ele almak için bir perspektif geliştiremedi. Bunda Nagy hükümetinin “reformist” tavrı ve işçi sınıfında sınıf bilincinin iktidarı hedefleyecek kadar olgunlaşmamış olmasının payı büyüktür. Konseyler devrimci bir dönüşüm yerine, üretimin “sosyalist” bir şekilde örgütlenmesini ve siyasal düzeyde alınacak kararlarda sınıfın da katılımının garantiye alınacağı yeni bir hükümet kurulmasını hedefledi. İşçi konseyleri yaptığı baskılar sonucunda hükümeti tavizler vermeye zorladı ama işçi sınıfının toplumsal yaşamın her alanında etkisini arttırmaya çalışmak yerine hükümetten bir şeyler talep eden bir baskı aracı olarak kaldı. Partinin ve devletin otoritesinin sorgulanıp iktidarı tek başına eline almayı hedeflememesi ve “sosyalist” -devlet kapitalizmi de diyebiliriz- sistemi kökten bir şekilde yıkmayı önüne koymaması Macaristan’da devrimci dönüşümün zaferini engelledi.

30 Ekim’de Rakosi’yi tasfiye etmek amacıyla Nagy ve Kadar yeni bir parti olan Macar Sosyalist İşçi Partisi’ni kurdu. Yeni kurulan partiyle beraber hükümet ayaklanmayı bastırmak için ayaklanmacıların taleplerinin büyük bir kısmını kabul ettiğini ilan etti. Bu durumdan sonra silahlı çatışmalar ve genel grev bitmeye başlamıştı. 4 Kasım’da Sovyet birlikleri 6.000 Sovyet tankıyla Macaristan’a girdi. 23 Ekim 1956’da başlayan Macar Devrimi 4 Kasım’da başlayan Sovyet işgaliyle sona erdi. Imre Nagy ve 41 arkadaşı Yugoslavya Büyükelçiliği’ne sığınmak zorunda kaldı. Hükümet başkanlığına 20. Kongre’nin kararlarını ve Kruşcev’in ilkelerini benimseyen Kadar geldi. Kadar işgalden üç gün önce Rakosi rejimini yıkan ayaklanmayı selamlarken Sovyet işgalinden sonra hükümet başkanı olunca ayaklanmayı karşı-devrimci ilan edecekti. Sovyet işgaline başta Budapeşte olmak üzerine ülkenin diğer sanayi kentlerinde işçiler silahlı direnişle karşılık verdiler. Bu direnişi işçilerin genel grevi izledi. Bazı yerlerde haftalarca süren direniş ancak tanklarla ve bombardıman uçaklarıyla bastırabildi. Bu çatışmalar sırasında binlerce Macar öldürüldü.

İşgal sırasında birçok yeni konsey oluştu. Var olan konseyler arasıda eşgüdümü sağlayacak bir kurum yoktu, bu da konseylerin koordine olmasını zorlaştırıyordu. Bu yüzden 14 Kasım’da 800 işçinin katılımıyla Budapeşte Merkezi İşçi Konseyi kuruldu. Budapeşte Merkezi İşçi Konseyi’nde işçi sınıfı devrimci dönüşümü sağlayacak bir politika yaratamadı, Nagy’nin hükümet başkanlığına geri getirilmesi ve gizli polis teşkilatının faaliyetlerine son vermesi gibi taleplerle sınırlı kaldı. Budapeşte Merkezi İşçi Konseyi 19 Kasım’da greve son vererek işbaşı yapma kararı alır. “Grevin sona ermesiyle Kadar yönetimi saldırıya geçti. Konseylerin faaliyet ve etki alanlarına yönelik kısıtlayıcı kararlar aldı. Yaşananlar, işçi sınıfının ulusal düzeyde koordinasyonlu hareket etmesinin zorunluluğunu yakıcı bir şekilde hissettirmekteydi. Budapeşte Merkezi İşçi Konseyi’nin varlığı sınıfın genel sorunlarına cevap verecek güçte değildi.” Bu yönde bir girişim olan Ulusal Konsey’in 21 Kasım’da toplantısı yasaklanınca işçi sınıfı bu saldırıya karşı 48 saatlik grev kararı aldı. Grevden sonra ülkedeki tüm konseyleri temsilen 156 delegeden oluşan 30 kişilik yürütme kuruluna sahip Ulusal Konsey toplantısı yapıldı. Grevin bitirilmesinde Kadar’ın Merkezi İşçi Konseyi’ni tanıdığını söylemesi ve taleplerini kabul edeceğine dair söz vermesi etkili oldu. Genel grevin bitirilmesiyle beraber Kadar hükümeti İşçi Konseyleri’ne ve Devrim Komitelerine dönük baskılarını arttırdı. Birçok işçi tutuklandı. Budapeşte Merkezi İşçi Konseyi 27 Kasımda bir bildiri yayınlayarak son durumu değerlendiriyordu. “… Her zaman yaptığımız gibi, bir kez daha misyonumuzu işçi sınıfında aldığımızı doğruluyoruz. Bu misyona sadık olarak fabrikalarımızı ve vatanımızı, her türlü kapitalist restorasyon girişimlerine karşı hayatımız pahasına savunduk. Aynı zamanda toplumsal ve ekonomik düzeni bağımsız bir Macaristan’da Macar yönetimleriyle geliştirmek yönündeki irademizi de ilan ediyoruz. Devrimin taleplerini hiçbir zaman terk etmyeceğiz. Emeğin toplumun temeli olduğunu düşünüyoruz. Biz işçiyiz ve çalışmak istiyoruz…”

Budapeşte Merkezi İşçi Konseyi, işçi sınıfına uygulanan baskılara ve saldırılara karşı iki günlük genel grev kararı aldı. Grevin başlama günü olan 11 Aralık’ta hükümet sert tavrını korudu ve işçi konseylerini yasadışı ilan etti. Bu yasaklamaya karşı genel grev gerçekleştirildi. Bu sırada düzenlenen gösterilere polis silahla müdahale etti ve hükümet sıkıyönetim ilan ederek konseyleri kapatma ve gösterileri yasaklama kararı aldı. İşçi sınıfı eylemlerini sürdürme çabasına rağmen konseylerin örgütsel gücünü yitirmesinden dolayı karşı bir güç haline gelmeyi başaramadı. Csepel işçi konseyi, hükümetin grev ve greve teşebbüs edenlerin ölüm cezasıyla çarptırılacağını açıklamasında sonra 8 Ocak 1957’de kendini feshetti. Bunu diğer İşçi Konseyleri de izledi. Budapeşte Merkezi İşçi Konseyi illegal olarak çalışmaya devam ediyordu. 15 Ocak’ta işçi direnişlerini sürdürülmesini talep eden bir çağrıda bulundu. “… 1957’nin son aylarına kadar bazı konseyler faaliyetlerini sürdürdü. Bu arada 1957 yılı boyunca iş yavaşlatma, işe geç gitme, oturma eylemi, yer yer grev ve gösteriler gerçekleşti. 17 Kasım 1957’de hükümetin yayınladığı yeni bir karar, konseylerin örgütsel varlılığını tamamen ortadan kalkmasına neden oldu.”

Bu süreçten sonra hükümet kontrolü tekrar eline alabilmek için fabrikalarda işyeri konseyleri adı altında yeni bir örgütlenme kurdu. Ve Kadar diktatörlüğü başladı. Bu dönemde 20.00’den fazla insan kamplarda toplandı ya da hapsedildi. İnfaz edilenlerin sayısı ise yaklaşık 2.500 kişiydi. Bunların arasında 16 Haziran 1958’de idam edilen Imre Nagy de vardı. Bu dönemde Macaristan, iç ve dış politikalarında tamamen Sovyetlere bağımlıydı. 1960’larda ise siyasal ve ekonomik sistem “sosyalist piyasa ekonomisi”ydi. Bu sistemde “geleneksel anlamda merkezi planlamanın hedefleri, üretim araçlarının merkezi dağılımı kaldırıldı. İşletmelere özerklik verildi, devlet dışı mülkiyet alanı genişletildi. Fakat bir yandan da idari denetim mekanizmaları da işleyişini sürdürdü.”

12 gün süren Macar devriminde özelikle üzerinde durulması gereken konu işçilerin devrimci örgütlenmesi olan İşçi Konseyleri’dir. İşçi konseyleri 1905 ve 1917’de yaratılan Sovyetlerden, 1919 Macaristan- Sovyet Cumhuriyeti ve Yugoslavya’da ki özyönetim deneyimlerinden etkilenmişlerdi. İşçi Konseyleri kısa sürede işçi sınıfı içinde büyüdü. Konseyler’in talepleri sadece ekonomik boyutta kalmadı politik taleplerde içerdi. Fakat İşçi Konseyleri yaşamın her alanına nüfuz edemedi. Taleplerinin çoğunu bizzat kendileri gerçekleştirmek yerine farklı hükümetlerin gelmesini isteyerek, farklı hükümetlerin bu talepleri gerçekleştirmesini bekledi. Bu düşüncelerinde, var olan sistemin bir parçası olan devlet kapitalizmin restorasyonu hedeflemekten başka bir düşüncesi olmayan Nagy’nin “ılımlı”, uzlaşmacı düşüncelerinin işçi sınıf üzerindeki etkisi vardı. Macar işçi sınıfı kendi öz-örgütlükleri olan İşçi Konseyleri’yle Macaristan’da ikili iktidarı durumu yaratmalarına rağmen iktidarı tamamen ellerine almak gibi bir politika geliştiremediler. İşçiler üzerinde bir baskı aracı olan devlet aygıtını, parti yapılanmasını ve bunların işçi sınıfın üzerinde kurduğu iktidar ilişkini çok farkına varamadıklarından bunlara topyekûn karşı bir direniş de gösteremediler. Bunun yanında Macar Devrimi’nin yenilgisinde İşçi Konseylerinin var olan ekonomik sisteme – devlet kapitalizmi- karşı doğrudan mücadeleyi alan anti-kapitalist bir politika yaratamamsını ve onu yıkmayı hedef haline getirmemesinde söyleyebiliriz. 1956 Macar Devrimi binlerce işçinin ölmesiyle yenilgiye uğratılmış olmasına rağmen, dünya işçi sınıfına hep gösterdiği direnişle hem de yarattığı konseylerle büyük bir tarihsel miras bırakmıştır.

Notlar:
[1] Necip Çakır, “Macaristan 1956: Devrim mi, Karşı Devrim mi?”, 11. Tez, Sayı 9, 1989, s.164
[2] Volkan Yaraşır, “Uluslararası İşçi Hareketleri”, Tümzamanlar Yay. , 2004, s.507
[3] Age, s.508
[4] Ateş Uslu, “1956 Macar Devrimi”, Devrimci Marksizm, Sayı 1, s.132
[5] Volkan Yaraşır, “Uluslararası İşçi Hareketleri”, Tümzamanlar Yay. , 2004, s.515
[6] Nick Heart, “Hungary ’56 – A Brief Flowering of Freedom”, http://www.libcom.org/history/articles/hungary-56/index.php
[7] Volkan Yaraşır, “Uluslararası İşçi Hareketleri”, Tümzamanlar Yay. , 2004, s.517
[8] Nick Heart, “Hungary ’56 – A Brief Flowering of Freedom”, http://www.libcom.org/history/articles/hungary-56/index.php
[9] Age.
[10] Ateş Uslu, “1956 Macar Devrimi”, Devrimci Marksizm, Sayı 1, s.140
[11] Volkan Yaraşır, “Uluslararası İşçi Hareketleri”, Tümzamanlar Yay. , 2004, s.524
[12] Age, s.528
[13] Age, s.530
[14] Age, s.537
[15] Age, s.539
[16] Age, s.541


Yorumlar

“1956 Macaristan Devrimi – Dicle Bozdağ (Kara Kızıl Notlar)” için bir yanıt

  1. […] 1956 Macaristan Devrimi […]

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir