Toplumsal Cinsiyet ve Kuir Meselelerinde Mücadelelerimizi Birleştirmek

Filipinler’de faaliyet gösteren anarşist bir kolektif olan Bandilang Itim’in 25 Temmuz 2020 tarihli bildirisi.

Anarşist çevrelerdeki erkekler, alanlarımızı daha güvenli ve kapsayıcı hale getirmek için adım atmalı. Kuir veya kadın olma deneyimine sahip olmamak, sessiz kalmanın bahanesi değildir. Baskıya karşı ses çıkarmamak, baskıyı arttırmak demektir.


Sükut altın değildir

Bandilang Itim’de bazılarımız cis (natrans) ve/veya heteroseksüel erkek. Erkek olmanın ayrıcalığı ile yetişmiş olan Bandilang Itim’deki cis-hetero erkekler olarak biz, ne cinsiyet ve kuir meselelerinde uzmanız ne de kadın ya da kuir olma deneyimine sahibiz. Bu, kız kardeşlerimizin ve kuir kardeşlerimizin karşı karşıya kaldığı meselelerde sessiz kaldığımız anlamına gelmemeli. Adrienne Onday’ın “Onur’a Öfke: ‘Radikal’ cis-het erkeklere ve onların toplumsal cinsiyet mücadelelerindeki yetersizliklerine karşı bir çağrı” adlı önemli yazısında beyan ettiği gibi, “Sessizliğiniz bize şiddettir.” Bizim sessizliğimiz, cinsiyet temelli baskıya karşı mücadele edenlere yönelen bir şiddettir. Hepimizin sevdiği kuir ve kadın bireyler – partnerlerimiz, ailelerimiz, yoldaşlarımız ve dostlarımız var ve ortamlarımızda ve çevremizde varlığını sürdüren cisheteronormatif ayrımcılığa ve patriyarkal pratiklere karşı sesimizi çıkarmayı onlara borçluyuz.

Kuirler ve kadınlar, hala ayrımcılığı, çocuklaştırmayı ve alanlarımızdaki baskıyı deneyimliyor oldukları için kızgınlar. Kendilerine yönelen bu baskıya karşı her ses çıkarışlarında yalnız olmaktan yorgunlar. Kadın veya kuir deneyimine sahip olmamak sessiz kalmanın bahanesi değil. Eğer bu deneyimlere veya tecrübeye sahip değilsek, o zaman kadın ve kuir bireylerin deneyimlerine başvurmamız gerekir. Kadın ve kuir meselelerine yönelik sessizlik, sansür ve cehalet de birer şiddet biçimidir. Sessiz kaldığımızda patriyarkal şiddetin ve bu girift baskı ağının suç ortağı oluruz. Kadın ve kuir bireylere katılmalı, özellikle de kendileri için ses çıkaramayabilecekleri durum ve alanlarda, onlar için ve onlarla birlikte sesimizi çıkarmalıyız.

Şunu unutmamalıyız ki özgürlüğümüz birbirine bağlı. Özgürlüğümüz birbirine öyle bir şekilde bağlı ki, eğer kuir ya da kadın komşumuz susturulmuş ve boyunduruk altınmışsa; bu, bizim özgürlüğümüzün de ‘geçerliliğini kaybedebilecek bir ayrıcalık’tan başka bir şey olmadığı anlamına gelir. The Internationale’nin şarkısında söylediği gibi, “Özgürlük herkesçe deneyimlenmediği sürece yalnızca genişletilmiş bir ayrıcalıktır.” Özgürlüğümüz, ötekinin özgürlüğüyle karşılıklı-bağımlı ve birbirini tamamlayıcıdır; birinin gelişmesi diğerinin de gelişmesini sağlar. Aynı şekilde, eğer birinin özgürlüğü tehdit altındaysa, hepimizin özgürlüğü tehdit altındadır. O halde, özgürlüğümüz, geçerli olabilmek için başkalarının özgürlüğüne muhtaçtır.

Dolayısıyla, eğer çevremizdekiler hala transfobi, ayrımcılık ve kadın düşmanlığı gibi tahakkümlerden muzdaripse, kendimize özgür diyemeyiz. Anarşist teorisyen Mikhail Bakunin’in yazdığı gibi, “Ben, ancak kadın-erkek tüm insanlar eşit derecede özgür olduğunda gerçekten özgürüm. Diğerlerinin özgürlüğü, benim özgürlüğümü yadsımak ya da sınırlamak şöyle dursun, tam tersine onun gerekli öncülü ve teyididir.” Siyahi feminist ve insan hakları aktivisti Audre Lorde da aynı fikirdeydi: “Bir kadın bile özgür değilse, ben de özgür değilim; onun zincirleri benimkilerden çok farklı olsa bile.”

Müttefikler[1] olarak tavrımız, ‘kurtarıcılık’ olmamalıdır. Kadın ve kuir bireylere yardım etmenin ardındaki üstünlük taslayan tutumları reddetmeli ve ‘beyaz adamın yükü’nün cisheteronormatif karşılığını tanımamalıyız. Kadın ve kuir bireylerin kendi eylemlilikleri olduğunun bilincindeyiz; o halde, müttefikleri olarak görevimiz, onların eylemliliklerine omuz vermek, seslerini çoğaltmak, kuir ve kadın liderliğini takip etmek ve birlikte çalışmaktır. 1970’lerde Queensland’de bir Aborijin aktivist grubun dediği gibi, “Buraya bana yardım etmeye geldiysen zamanını boşa harcıyorsun. Ama özgürleşmen benim özgürleşmeme bağlı olduğu için buradaysan, gel beraber çalışalım.” Özgürleşme kolektif bir görevdir, verilebilecek ya da bahşedilebilecek bir şey değil.

Benzer şekilde, yalnızca pasif desteğe dayalı bir “müttefiklik” de öne sürmemeliyiz. “Müttefik Değil Suç Ortağı” adlı yerel provokasyonda da belirtildiği gibi, baskı araçlarının ortadan kaldırılmasında aktif olarak ‘suç ortağı’ olmalıyız. Bu, kadın ve kuir liderliğini takip etmek ve eylemliliklerini desteklemekle de bağlantılıdır. 

Kesişimselliğimiz nasıl görünmeli? Kesişimselliğe dair bir model, -cisheteronormativite ve patriyarkanın ‘normalliğinin’ karşı çıkılabilir olduğunu gösterdikleri için kadın, kuir ve özellikle de trans topluluklarının, bizlere aynı zamanda polisin ve hapishanelerin de ‘normalliğinin’ karşı çıkılabilir olduğunu gösterdiklerini ileri süren- Dr. Angela Davis tarafından önerilmiştir:

“Bu yüzden, eğer kesişimsel bir bakış açısı arıyorsak, trans topluluğu bize yolu gösteriyor. Ve sadece Tony McDade cinayeti[2] gibi vakalara işaret etmekle -ki etmeliyiz de- yetinemeyiz. Bunun ötesine geçmeli ve trans topluluğunu, tamamen normal kabul edilene nasıl meydan okuyacağımızı bize öğrettiği için desteklediğimizi bilmeliyiz. Ve eğer trans topluluğu bizlere, normallik algımızın temeli sayılan şeylere etkili bir biçimde meydan okumayı öğretmiş olmasaydı, bugün olduğumuz yerde, giderek daha fazla insanı kölelik karşıtı bir çerçevede düşünmek için cesaretlendiriyor olabileceğimizi sanmıyorum. Bu yüzden, toplumsal cinsiyet ikiliğine meydan okuyabiliyorsak, polise ve hapishanelere de kesinlikle ve etkili bir şekilde direnebiliriz.”

Normal olanı radikal bir şekilde sorgulayabildikleri için kadınlar ve kuirler bizlere, sorgulanması gereken diğer normlara meydan okumanın ve direnmenin yollarını gösterirler. Dr. Davis, trans topluluğunun, cinsiyet ikiliğine meydan okuyarak, kolluk ve hapishane sistemlerine de meydan okumayı ve direnmeyi mümkün kıldığını belirttiyse belki biz de bu yönde birkaç ileri adım atabiliriz. Böylece, ister sermaye, ister devlet, isterse de hiyerarşi kavramının kendisi olsun; gelişigüzel bir şekilde tahakküm edinmiş tüm normlara meydan okuyabiliriz. Başka bir deyişle, normallik ya da yaygınlık kavramları, devlet ve sermayenin kontrol araçlarıdır ve kuirlik, -vücut bulmuş haliyle ve pratikte- buna bir hakarettir. O halde, kadın ve kuir bireyler, devlet ve kapitalizm gibi tahakküm sistemlerine karşı savaşın ayrılmaz bir parçasıdır. Onlarsız bir özgürleşme projesi başarısızlığa mahkûmdur. Onday’ın yazısında belirttiği gibi, “Bizler, siz [‘radical’ cis-het erkekler] olmadan da gerçek özgürleşme alanları yaratabiliriz; fakat sizler, biz olmadan gerçek özgürleşme alanları yaratamazsınız.”

Kadın ve kuir bireylere olan desteğimizi, yalnızca tahakküm karşıtı mücadelenin ayrılmaz birer parçaları olmalarına dayandırmamalıyız; onlara olan desteğimiz koşulsuz, şartsız ve yekvücut olmal”ıdır. Nasıl ki bir ekoloji, çeşitlilik içinde gelişir ve daha dayanıklı hale gelirse, insan toplumu da çeşitlilik içinde aynı şekilde zenginleşir ve güçlenir.

Neyi kabul etmeliyiz?

Patriyarkaya, kapitalizmi dahi önceleyen bu tahakküm sistemine muhalefeti kabul etmeliyiz. Kadınların, transların ve toplumsal cinsiyet rollerine uymayı reddeden tüm bireylerin patriyarka tarafından baskılandığını kabul etmeliyiz. Bir sistem olarak patriyarka ezelden beri var olmadı. Patriyarkanın inşası ve kurumsallaşması gerektiyse, aynı şekilde yıkılabilir ve ortadan kaldırılabilir. Patriyarkayı kurumsallaştırmayan kültürler ve insanlar varsa şunu kesinlikle biliyoruz ki patriyarkanın olmadığı bir dünya, oldukça gerçekçi bir olasılık. Filipinler’de patriyarka, yerel kültürel pratikleri sistematik bir şekilde silen sömürge sistemi bünyesinde kurumsallaştı. Walang Rape sa Bontok (Tecavüzsüz Bontok) adlı belgeselde kaydedildiği üzere, 20. yüzyıla kadar sömürgeleşmeye direnen Cordilleras bölgesinin Bontok halkı arasında tecavüz hiç duyulmamış bir şeydi ve yakın zamana kadar tecavüze rastlanmamıştı. Patriyarka doğal ya da ebedi bir kurum olmadığına göre bu, patriyarkanın ve tecavüz kültürünün öğrenilen ve kurumsallaştırılan yapılar olduğu anlamına gelir. Benzer şekilde, cisheteronormativite ve patriyarka da öğrenilen ve kurumsallaştırılan tahakküm biçimleridir ve o halde, bırakılabilir ve ortadan kaldırılabilir.

Cisheteronormativiteye, patriyarkal düzenin sürdürdüğü bu norma muhalefeti kabul etmeliyiz. Toplumsal bir düzen olarak patriyarka bazı bedenleri diğerlerine, hatta bazı erkek bedenlerini diğer erkek bedenlerine göre ayrıcalıklı kılar. Böyle ayrıcalıklara karşı koymak için, temel hakları cisheteronormativite tarafından kasten elinden alınmış sesleri dinlemeli ve takip etmeli, onlara alanlar açmalıyız. Kendimizi bu süregelen hasardan sorumlu tutmalı, bu hasarın durdurulması ve barış için gerçek adımlar atmalıyız.

Kesişimselliğe muhtaç olduğumuzu kabul etmeliyiz. Eşitlik ve adalet mücadelesinin, devlet ve sermaye baskısına karşı mücadele ile yekvücut olduğunu kabul etmeliyiz. Kadın ve kuir bireylerin karşı karşıya kaldığı sorunlar yalnızca kendi çevrelerimiz ve örgütlerimiz ile sınırlı değil; aynı zamanda iş yerlerinde ve sokakta. Ayrımcılık, iş yerlerinde sürekli taciz ve objeleştirilmeye maruz kalan kadınları olumsuz etkilemeye devam ediyor. Kuir bireyler iş başvurularında eleniyor, kimlikliklerini tanımayı reddeden -ve böylece geçersiz kılan- hükümetlerin önyargıları ile karşı karşıya kalıyorlar.

O halde, kesişimselliği öne sürdüğümüzde, sınıf temelli indirgemeci tavırları da reddetmiş oluruz. Mücadelelerin çoğulluğu, sınıf mücadelesinin önemine gölge düşürmez; aksine, mücadelelerin kesişimleri, tüm tahakküm biçimlerine karşı verilen savaşın ayrılmaz bir parçasıdır. Cishet-patriyarkadan kurtulmadan, devlet ve sermayeden kurtuluşun tamamlanabileceğini sanmıyoruz.

Trans kadınların kadın, trans erkeklerin erkek olduğunu kabul etmeliyiz. Toplumsal cinsiyetin sosyal bir yapı olduğunu, ancak sadece ayrımcılık değil, aynı zamanda pozitif kimlik şeklinde gerçek ve maddi sonuçları olduğunu kabul etmeliyiz.

Cinsiyetin bir spektrum olduğunu, cinsiyet ikiliğinin dışındaki cinsiyetlerin de geçerli olduğunu kabul etmeliyiz. Yani, non-binary cinsiyetlerin ve kendini non-binary olarak tanımlayan insanların geçerliliğini açıkça kabul etmeliyiz.

Nasıl iyileşeceğiz?

Alanlarımızda yer alan kadın ve kuir bireylerin azlığından da anlaşılabileceği gibi, anarşist çevremizde bir cinsiyetçilik problemimiz var. Madem alanlarımız ‘radikal’, o halde aynı zamanda radikal derecede kapsayıcı olmaları gerekmez mi? Filipinler’deki anarşist çevrelerin ezici bir çoğunlukla erkeklerden oluşması talihsiz bir gerçek. Farklı şekilde ifade etmek gerekirse, Filipinler’deki anarşist çevrelere çoğunlukla erkekler hakim. O halde, alanlarımız, bizim iddia ettiğimiz kadar kapsayıcı değil. Cishet erkekler olarak, çevrimiçi alanlarda bile ne kadar yer kapladığımızın farkına varmalıyız. Alanlarımızı kadın ve kuir bireyler için daha kucaklayıcı hale getirmenin bir yolunu bulmalıyız. Bunun kolay bir cevabı yok, ve daha güvenli alanlara dönük bu tür değişiklikleri uygulamak için inisiyatif almamız gerekiyor çünkü bu ayrıcalığa, kendi ayrıcalıklarımıza karşı koyma ayrıcalığına sahibiz.

Peki, cinsiyetçiliğe karşı koymak ve alanlarımızı daha güvenli hale getirmek için ne yapabiliriz? Bir başlangıç olarak, seslerini çıkardıklarında kadın ve kuir bireyleri dinleyebilir, sesleri daha uzaklara ulaşsın diye onlara platform sağlayabiliriz. Kadın ve kuir bireylerin, içine hapsoldukları bir döngü var. Ya baskılanıyor ya da dışlanıyorlar, buna seslerini çıkarıyorlar, ardından ‘mansplaining’e -yani, deneyimlerinin erkekler tarafından laf kalabalığıyla geçersizleştirilmesine- maruz kalıyorlar ki elbette bu onları oldukça kızdırıyor, ve kızgınlıkları, yine dışlanmalarıyla sonuçlanıyor. Böylesi bir döngü, radikal alanlarımızda erkeklerin baskınlığını pekiştirmekten başka bir işe yaramıyor. Bu döngüyü kadın ve kuir bireyleri dinleyerek, onlara kendi alanlarımızda yer vererek ve onların alanlarını destekleyip liderliğini takip ederek kırabiliriz.

Cinsiyetçiliğe karşı koymanın ve alanlarımızı daha güvenli hâle getirmenin başka bir yolu da, ne kadar yer kapladığımızın ve erkekler olarak kadınların ve kuir bireylerin sözünü kesmeye yönelik maço eğilimden rahatsız olmayışımızın farkında olmaktır. Kapladığımız alanın farkında olmak; örneğin, topluluklarda zamir belirtmeyi sıradanlaştırmak olabilir. Bu, ‘he/him’ zamirlerinin varsayılan kabul edilmediğini ve cinsiyet çeşitliliğinin tanındığını gösterir. Bu noktada, Filipince cinsiyet-nötr ‘siya’ zamirini veya İngilizce konuşuyorsak ‘they/them’ zamirlerini -ve hatta bazı farazi durumlarda kasti bir şekilde ‘she/her’ zamirlerini- kullanabiliriz.[3] Bakış açımızın erkek odaklı olup olmadığını sorgulamak ve hangi durumlarda böyle olduğunu anlamak için öz farkındalık geliştirmeliyiz. Nasıl ki eril zamirler varsayılan değilse, erkeklik deneyimi de varsayılan değil. Erkek deneyimini varsayılan kabul ettiğimizde, adet yoksulluğu[4], ücretsiz emek, iş yerlerinde ve hapishanelerde tecavüz ve cinsel şiddet gibi meseleleri kolayca görmezden geliyoruz. Yoksulluk gibi, kadın, erkek ve kuir, herkesçe deneyimlenen olgular bile kadın ve kuir bireyler tarafından daha farklı deneyimleniyor. Böylesi meseleler, söz konusu kişi kuir ya da farklı bir cinsiyete mensup olduğunda, kaçınılmaz olarak farklı sonuçlar doğuruyor.

Cinsiyetçilikle mücadele etmek için, onlara “İyi misin?” diye sorarak ve onların iyiliğini gözeterek alanlarımızdaki kadınlara ve kuir bireylere dair farkındalığımızı da arttırabiliriz. Alanlarımızda daha kucaklanmış ve ait hissetmeleri için ne yapabileceğimizi onlara sorabilir ve tahakküm kurmak isteyen, tedirgin edici ve şiddete meyilli insanları alanlarımızdan çıkarabiliriz. Cinsel taciz/baskıyı alanlarımıza sokmamak, bu doğrultuda yapabileceklerimizin en basiti.

Eğer hareketin içerisinden birine bir zarar geldiyse, bunun münferit bir istismar ya da cinsiyetçilik gibi sistematik bir mesele olması fark etmeksizin hesap verebilirliğe yönelik samimi adımlarla ele alınması gerekir. Kişileri sorumlu tutabilmemiz, ve kişilerin de kendini sorumlu tutabiliyor olması gerekir. Sorumluluk ve hesap verebilirlik, bir zararın meydana geldiğinin ve iyileş(tir)me yolunda adımlar atılması gerektiğinin kabul edilmesidir. Böylesi problemlerle peşinen, hem zarar görenin hem de zararın failinin bu problemleri kavrayıp tanıyabileceği şekilde yüzleşilmeli, ve uzlaşmaya ve daha iyisi için çabalamaya yönelik adımlar atılmalıdır. Eğer zarar telafi edilemez nitelikte -örneğin cinsel istismar- ise o topluluk için en iyisi istismarcıyı tamamen topluluktan uzaklaştırmaktır. Verilen zarar bir niyet meselesi değildir, ve failler de bunu anlamalıdır. Aksi takdirde, zarar görenlerin haklı deneyimlerini hiçe sayarak bireylerin itibarını korumayı seçmiş oluruz. Niyet ne olursa olsun, olay yaşanmış ve yarattığı etkiler de ortadadır. Asıl soru şu olmalıdır: Daha iyi olmak için ne yapabiliriz ve bu zararın tekrarlanıp yeniden üretilmesinin nasıl önüne geçebiliriz? Böylesi sorumluluk mekanizmalarının amacı kişileri veya kurumları -tabii ki, söz konusu olay, faillerin ve aynı şekilde onları savunanların, alan ve kurumlardan mutlak olarak uzaklaştırılmasını gerektiren cinsel istismar ve tecavüz gibi bir olay değilse- alaşağı etmek değildir. Cinsel istismar ve tecavüz olayları dışında kimseyi alaşağı etmek istemiyor, zararı verenlerin daha ‘iyi’ olmak ve alanlarımızı daha güvenli hale getirmek için çabalamasını istiyoruz.

Eleştirilerin ve verilen zararın giderilmesine yönelik taleplerin dile getirilmesi, tabiri caizse ‘kirli çamaşırların ortaya dökülmesi’ olarak basitleştirilemez. Dürtüsel olarak vereceği ilk tepki bu tarz eleştiri ve talepleri kötü niyetle bağdaştırmak olan insanlar olacak. Bu eleştiri ve talepleri kötü niyetle özdeşleştirerek geçersizleştiren bu dürtüye direnmeliyiz çünkü bu, patriyarka ve girift baskı ağının mevcut durumunu korumaya yönelik bir savunma mekanizmasıdır.

Alanlarımızı daha güvenli hale getirmenin başka bir yolu ise baskıların karşısında olduğumuzu, kadın düşmanlığı, tecavüz kültürü, transfobi ve diğer zararlı tavırlara karşı ön alıcı bir duruş alarak göstermektir. Kapsayıcılığımızdan ödün veremeyiz. Peki, böyle bir dünya neye benzerdi? Biz, Bandilang Itim’de, örneğin trans düşmanı birey ve kurumlarla bağlarımızı, daha büyük gruplarla işbirliklerimizden çekilmek pahasına da olsa koparmaktan gayet memnunuz. Paydaşlarla olan işbirlikleri, transfobi ya da herhangi bir ayrımcı pratiğe verilen tavizler üzerine kurulamaz. Zararlı hiçbir davranışı asla tolere etmeyiz. Israrla ve mahcubiyet göstermeksizin zararlı davranışlar sergileyen her kim olursa olsun bağlarımızı kesmeye hazırız. Şunu hatırlamalıyız ki bu tarz ayrıştırıcı teamüllerin, kadın ve kuir bireyler arasında intihar oranlarının yükselmesi ve onlara yönelen şiddetin (cinayetler dahil) yaygınlaşması gibi çok gerçek ve ölümcül sonuçları olabilir. Kadın ve kuir bireyleri, sözde güvenli ya da radikal olan alanlarımızdan dışlamak, kimliklerini ve deneyimlerini geçersizleştiren ve böylece onları izole eden bir şiddet biçimidir. Yani, böylesi durumlarda dışlanmanın kelimenin tam anlamıyla ölümcül sonuçları olabilir.

Bunun bir sonucu olarak, örneğin Deep Green Resistance (DGR) gibi alenen transfobik bir duruş benimsemiş gruplarla birlikte çalışamayacağımız ve çalışmayacağımız anlamı çıkmaktadır. O halde, takımadadaki[5] tüm anarşist çevreleri DGR gibi paydaşların trans karşıtı duruşlarını katiyen sonlandırmalarını ve resmi özürler yayınlamalarını talep etmeye, ya da böylesi trans karşıtı gruplarla bağlarını tümden kesmeye davet ediyoruz. DGR’nin transfobikliği, Anarşist Çalışmalar Enstitüsü’nde (Institute for Anarchist Studies) yayınlanmış olan Deep Green Resistance’a Karşı (Against Deep Green Resistance) başlıklı makalede açıkça belgelenmiştir. Deep Green Resistance adlı kitabın başyazarı ve DGR’nin kurucu ortağı Aric McBay bile çıkıp DGR’den ayrılma sebeplerinin transfobi olduğunu belirterek, dayanışma ve trans kapsayıcılığa olan ihtiyacın altını çizdi. DGR’deki transfobi, Vikipedi maddesi de dahil olmak üzere başka sayısız makalede belgelenmiştir. DGR’nin transfobisi basit bir dil sürçmesi ya da özür dilenebilecek bir kereye mahsus bir olay değil, kendini tekrarlayan bir zarardır ve sergiledikleri trans dışlayıcı feminizm, bizzat ideolojik programlarında yer almaktadır. Trans dışlayıcı düşünceleri programından çıkarmadığı sürece, DGR transfobik bir örgüt olmaya devam edecektir. DGR’ye verilen destek ve onunla işbirliği yapmak, trans kadın ve erkekleri dışlamaya dayalı bir tavizdir, ve bu kabul edilemez bir durumdur. DGR’ye alan sağlamayı sürdürmek, transfobiye alan açmayı sürdürmektir. DGR’yi anarşist çevrelerimizden çıkarmak ya da en azından transfobiden vazgeçmelerini talep etmek gayet erişilebilir bir hedeftir. Transfobiden vazgeçmiyorlarsa, mücadelelerinde izole ve atomize olacaklarını belirtmeliyiz; özgürleşme alanlarını onlarla da onlarsız da yaratabiliriz. Zararlı uygulamaları reddetmek ve ayrımcılığı sürdüren gruplar ile birlik içinde olmamak, yapabileceklerimizin en basitidir. Madem değerlerimiz baskının her türlüsüyle savaşmak üzerine kurulu, o halde bu zararlı uygulamalara ve bağlara karşı aktif olarak ve yükses sesle karşı çıkmak bir norm olmalıdır.

En basitin ötesinde ise, o halde, öne çıkmalı, ve kadın ve kuir bireylerin seslerini çoğaltmak için adımlar atmalıyız. Müttefikler olarak görevimiz, onları dinlemek ve onların eylemliliklerini desteklemektir. Bu duyarlılıkla, kadın ve kuir yoldaşlarımızın özgürleştirici sanata, müziğe ve edebiyata katkılarını, ve devlete ve sermayeye karşı verdiğimiz dünya çapındaki mücadelemizde aldıkları aksiyonları tanımalı ve çabalarını ilan etmeliyiz. Sistematik emek ayrımcılığı meselelerine dikkat çekerek, topluluklarımızda cinsiyet kapsayıcılığı konusunda eğitimi sürdürerek ve feminist/kuir hareket ve örgütleri destekleyerek mevcut durumun üstesinden gelebilir ve onları ve dolayısıyla da bizi etkileyen sorunlara dikkat çekebiliriz. Ayrıca, ev içi şiddet ve tecavüz gibi erkekler tarafından erkek olmayanlara yönelen şiddete dikkat çekmeliyiz. Failleri alanlarımızdan mutlak suretle çıkarmalı ve bir zarar meydana geldiğinde hesap verebilirlik talep etmeliyiz.

NatDem ve Bahaghari gibi kuir örgüt üyelerinin, onur yürüyüşü ve eylemi düzenledikleri için, yasal bir dayanak olmaksızın tutuklandığı Pride 20 gibi bir olayda, en azından, bu haklı öfke korosuna tüm sesimizle katılabilirdik. Polisin tecavüzüne uğrayan ve tecavüzcü polislere dava açtıktan sonra fail polisler tarafından katledilen Fabel Pineda olayı[6] gibi bir olayda, polis şiddeti ile cinsiyete dayalı şiddetin kesişimine dikkat çekebiliriz. Polisin kadınlara ‘güvenlik’ karşılığında meta gibi davrandığı, kimlikleri sürekli aşağılanan kuir aktivistlerin vahşice alıkoyulduğu böylesi bir zamanda, en azından ‘bayanihan’ın[7] gerçek anlamını, atanmış ve toplumsal cinsiyetten bağımsız bir dayanışma ve devrimci sevgiyi, onları esir alanlara gösterebiliriz.

Umuyoruz ki bu belge, takımadadaki anarşist çevrelerde bile -ve özellikle de bu çevrelerde- varlığını sürdüren patriyarkal ve cisheteronormatif normları temelden yok etme tartışmalarının bir parçası olur. Bu kolay bir iş değil ve şüphesiz ki bazı hatalar yapacağız. Ancak, takımadada anarşiyi yaşatmak konusunda ciddiysek, mutlak özgürleşme yolundaki adanmışlığımızı dirayetle sürdürmeliyiz. Ve umuyoruz ki, Yerel Otonomlar Ağı[8] içinde ve dışında yer alan diğer bilgi kolektifleri ve gruplar da benzer bir özeleştiri sürecinden geçer ve müttefiklik yönünde tutum alırlar.


[1] Müttefik’ kelimesi İngilizcedeki ‘ally’ kavramından çevrilmiştir. ‘Ally’, özellikle LGBTQ+ topluluklar bağlamında, doğrudan bu kimliklere mensup olmayan ancak bu topluluklara yönelik ayrımcılık, dışlama ve şiddete karşı mücadelede bilinçli bir destek sunan bireyleri tanımlamak için kullanılmaktadır. Türkçede “müttefik” kelimesi sıklıkla diplomatik ya da savaş temelli bağlamlarda kullanılsa da, burada ve metin boyunca mecazi anlamda, bir dayanışma ve sorumluluk ilişkisini tanımlar. (ç.n.)

[2] Tony McDade, 2020 yılında ABD’nin Florida eyaletinde polis tarafından öldürülen Afrikalı Amerikalı bir trans erkekti. Cinayet George Floyd’un ölümünden sadece birkaç gün sonra gerçekleşti ancak medyada çok daha az yer buldu. (ç.n.)

[3] Türkçenin aksine İngilizcede dilbilgisel cinsiyet mevcuttur. Bu durum, Türkçede, örneğin üçüncü tekil kişi zamiri olan ‘o’nun, İngilizcede ‘he’ (eril ‘o’), ‘she’ (dişil ‘o’) ve ‘it’ (nesnel ‘o’) şeklinde üç farklı karşılığı olması şeklinde tezahür eder. ‘He’ ve onun yönelme ve belirtme halinde çekimine (ona, onu) karşılık gelen ‘him’ (metindeki şekliyle he/him), toplumsal erkek cinsiyetine, yani varsayılana işaret eder.(ç.n.)

Metinde ilgili yerde belirtildiği şekliyle ‘zamir belirtme’ uygulamasını yaygınlaştırmanın önemi, Filipince ve İngilizce gibi dilbilgisel cinsiyetin bulunduğu dillerde bağlam kazanıyor. O nedenle, kişi zamirlerinin cinsiyete göre çeşitlendiği ve atanmış cinsiyete göre belirlendiği bu gibi dillerin konuşulduğu topluluklarda, insanlara işaret veya hitap ederken, İngilizcede çoğul ‘o’ anlamına gelen ‘they/them’ ya da Filipince cinsiyet-nötr ‘siya’ zamirlerinin tercih edilmesi, metnin ilgili kısmında cisheteronormatif söylem ile mücadelenin yollarından biri olarak öneriliyor. (ç.n.)

[4] İngilizce ‘menstrual poverty’ kavramının Türkçe karşılığı olan ‘adet yoksulluğu’ veya ‘adet dönemi yoksulluğu’, dilimizde Türkçe karşılığıyla çok yaygın olmamakla birlikte toplumsal cinsiyet ve kadın çalışmaları alanlarında karşımıza çıkar. Adet yoksulluğu, kadınların adet dönemlerinde ihtiyaç duydukları ped ve tampon gibi temel hijyen ürünlerine ekonomik yetersizliklerden dolayı ulaşamamasıdır. Adet yoksulluğu ekonomik boyutuyla sınıfsaldır; ancak toplumsal boyutuyla düşünüldüğünde, kadınlara yönelik ürün ve hizmetlerin yaygınlığı ve erişilebilirliği gibi konulardaki yetersizlikler bize bu yoksulluk biçiminin sınıfsal olduğu kadar cinsel bir eşitsizliğin sonucu olduğunu gösterir. Yani, adet yoksulluğu sınıfsal ve cinsel boyutları olan kesişimsel bir sorundur.(ç.n.)

[5] Paragrafta sözü geçen topluluk (DGR) Filipinler’dedir. Filipinler bir takımada ülkesidir. Paragrafta yer alan çağrı, Filipinlerdeki tüm anarşist çevrelere yöneliktir.(ç.n.)

[6] Fabel Pineda, Filipinler’de yaşayan 15 yaşında bir kız çocuğuydu. 2020 yılında, COVID-19 karantina kurallarını ihlal ettiği gerekçesiyle gözaltına alındı. Gözaltı sırasında, polis memurlarının cinsel tacizine uğradı. Fabel, bu olayın ardından şikayette bulundu ancak kısa süre sonra, şikayet ettiği polis memurları tarafından öldürüldü. Bu olay, polis şiddeti ile cinsel şiddetin kesişimselliğinin çarpıcı bir örneğidir.(ç.n.)

[7] Filipince ‘bayanihan’ kelimesinin ‘dayanışma’ ve ‘kolektif çaba’ olarak iki başlıca tanımı vardır. Filipin kültürüne özgü bir kavram olan ‘bayanihan’, bir topluluğun üyelerinin ortak bir amaçla karşılık beklemeden birbirine yardım etmesini ifade eder. Geleneksel olarak bir evin birlikte taşınması gibi fiziksel yardımlaşmaları anlatsa da, zamanla toplumsal dayanışma, kolektif sorumluluk ve devrimci işbirliği anlamlarını kazanmıştır. Metinde, cinsiyet ve kimlik farkı gözetmeksizin kurulan bir direniş ve dayanışma çağrısını simgelemek için kullanılmıştır.(ç.n.)

[8] Yerel Otonomlar Ağı (Local Autonomous Network – LAN), Filipinler’de faaliyet gösteren anarşist, anti-otoriter ve otonom aktivistlerin oluşturduğu gevşek yapılı bir ağdır. Bu ağ, çeşitli kolektif ve bireylerden oluşur ve belirli bir hiyerarşik yapıya sahip değildir. LAN, özellikle Manila, Quezon City, Pasig, Bulacan, Cavite, Laguna ve Mindanao gibi bölgelerde aktif olan 13 kolektif ve bireyi kapsar. Ağ, film gösterimleri, atölye çalışmaları, dergi-fanzin yayıncılığı, sanat etkinlikleri ve tartışmalar gibi çeşitli etkinlikler düzenleyerek topluluk dayanışmasını ve politik bilinci artırmayı hedefler.(ç.n.)

Kaynak: Interlinking our Struggles in Gender and Queer Issues

Çeviri: Yeryüzü Postası / All Tommorrows


Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir