Toplumsal Salgın: Çin’de Mikrobiyolojik Sınıf Savaşı – Chuǎng

kategori:

“Toplumsal Salgın: Çin’de Mikrobiyolojik Sınıf Savaşı” başlıklı bu yazı 26 Şubat 2020 tarihinde Çin ile ilgi haber, çeviri, rapor ve yorumların yer aldığı Chuǎng (chuangcn.org) isimli internet sitesinde yayınlanmıştır. Yeni Koronavirüs (Covid-19) salgının başladığı Çin’de yaşanan deneyimlerden yararlanarak kaleme alınan bu yazı, üzerinde ciddiyetle durulması gereken çok önemli tespitler içeriyor.

Fırın

Wuhan, aşırı nemli ve sıcak yazlarıyla bilinen, hepsi Yangtze nehri kıyısında ya da yakınında uzun tarihlere sahip büyük şehirler olan Chongqing, Nanjing ve Nanchang/Changsha ile birlikte “Çin’in dört fırınından”  (四大火炉)  (halk arasındaki adıyla) birisidir. Ama Wuhan diğer üç şehirden farklı olarak gerçek fırınlarla döşelidir: Devasa şehirsel yapı Çin’in çelik, beton ve diğer inşaatla ilişkili endüstrileri için bir merkezdir ve her yeri şimdi aşırı üretimden muzdarip, tartışmalı yeni bir küçültme silsilesine, özelleştirmeye ve genel yeniden yapılandırılmaya maruz kalmış—bu durum birçok büyük greve ve protestoya sebep olmuştur—kamu mülkü demir ve çelik ocaklarının kalanlarından miras yavaş-soğuyan yüksek fırınlarla süslüdür. Şehir Çin’in inşaat başkentidir, yani Çin’in altyapıya ve gayrimenkule yatırım yaparak ekonomik büyümeyi sağladığı küresel ekonomik kriz sonrası yıllarda önemli bir rol oynamıştır. Wuhan bu balonu yalnızca inşaat malzemelerinin ve mühendislerinin aşırı arzını sağlayarak değil, bunu yaparken kendisi de bir gayrimenkul sahası hâline gelerek büyütmüştür. Hesaplamalarımıza göre, 2018-2019 arasında Wuhan’da inşaata ayrılmış toplam alan Hong Kong adasının tamamının yüzölçümüne eşittir.

Ancak, görünüşe göre, kriz sonrası Çin ekonomisini şahlandıran bu fırın şimdi içindeki demir ve çelik ocakları gibi soğuyor. Bu uzun zamandır süregelen bir olgu olsa da, bu metafor artık yalnızca ekonomiyi de kapsamıyor, çünkü bir zamanlar insanlarla dolup taşan şehrin kapıları bir aydan uzun süredir mühürlü ve sokakları hükûmet emriyle boşaltılmış durumda: Çin Komünist Partisi’nin propaganda departmanı tarafından yürütülen Guangming Daily’de bir manşette “Edebileceğiniz en büyük yardım bir araya gelmemek ve kaosa sebep olmamaktır” yazıyordu. Wuhan’ın geniş yeni caddeleri ve onları taçlandıran parlayan çelik ve cam binalar, Yeni Ay Yılı’nda kış bitmeye yüz tutar ve şehir geniş kapsamlı karantina önlemleri altında duraklarken bugün soğuk ve ıssız. Yeni koronavirüs (yakın zamanda SARS-CoV-2 olarak yeniden adlandırıldı ve hastalığına COVID-19 deniyor) salgınının iki binden fazla kişiyi öldürdüğü—2003’teki SARS salgınından daha fazla—Çin’de herkesin kendisini izole etmesi en akıllıca şey olacaktır. Ülke, SARS’ta olduğu gibi yine tamamen karantina altında. Okullar kapandı ve ülkenin her yerinde insanlar evlerine sıkışmış durumda. 25 Ocak’taki Yeni Ay Yılı sebebiyle tüm ekonomik etkinlik durmuştu, ama salgının yayılmasını yavaşlatmak için bu duraklama bir ay daha uzatıldı. Çin’in fırınları artık yanmıyor gibi görünüyor, yanıyorsa da hafifçe parlayan kömürlerden ibaret. Şehrin kendisi ise bir bakıma başka tür bir fırına dönüştü; koronavirüs şehrin muazzam nüfusunu büyük bir yangın gibi yakıp geçiyor.

Salgın, Wuhan Viroloji Enstitüsü’nden bir virüs türünün komplo sonucu ve/veya yanlışlıkla salınmasından – özellikle paranoyak Hong Kong ve Tayvan Facebook yayınları aracılığıyla sosyal medya kanalıyla yayılan şüpheli bir iddia, ancak şimdi batıdaki muhafazakar basın ve askeri çevreler tarafından destekleniyor – virüs salgınının kısmen yasal ‘hayvan pazarlarında’ satılan yarasalara veya yılanlara bağlı vahşi türler ve diğer nadir hayvanlarla bağlantılı ilişkilendirilmesinden (bu kesin olmasa da) bu yana, Çin halkının “kirli” veya “garip” yiyecek tüketme eğilimine sahip olmasına, her şeyle hatalı biçimde suçlandı. Her iki ana iddia da Çin hakkındaki raporlarda yer alan savaş kışkırtıcılığını ve oryantalizmi gözler önüne seriyor ve bir dizi makale de bu temel gerçeği vurguladı. Ancak bu yanıtlar bile yalnızca virüsün kültürel alanda nasıl algılandığına dair sorulara odaklanma eğilimindedir ve medya çılgınlığının altında gizlenmiş çok daha acımasız dinamiklere girmeye çok daha az zaman harcar.

Biraz daha karışık bir yanıt, potansiyel politik tepkileri retorik etki yaratmak için abartsa da, en azından ekonomik sonuçları anlayabiliyor. Burada yine olağan şüphelileri buluyoruz, şahin ejderha kıyıcısı politikacılardan lattelerini yudumlayan yüksek liberalizme kadar: National Review’dan New York Times’a haber ajansları, havada hemen hemen hiç isyan esintisi olmamasına rağmen salgının ÇKP’ye meşruiyet krizi getirebileceğini ima ediyordu. Ancak, bu öngörülerdeki hakikat çekirdeğini karantinanın ekonomik boyutlarını ele alış tarzı oluşturuyordu, kafalarından daha kalın hisse senedi portföyleriyle gazetecileri zorlukla etkileyebilecek bir şey. Çünkü hükümetin kendini izole et çağrısına rağmen, insanların bir süre sonra üretimin ihtiyaçları için biraraya gelmeye zorlanacakları açıktır. İlk tahminlere göre, epidemik Çin’in GSMH’sini, geçen senenin zaten zayıf yüzde 6’lık büyümesinin de altına, son 30 yılın en düşük GSMH’sine, yüzde 5’e düşürecek. Bazı analistler birinci çeyrek büyümesinde yüzde 4 veya daha az düşüş olacağını, bunun da bir tür küresel resesyonu tetikleyebileceğini söyledi. (Bu) Daha önce düşünülemeyecek bir sorunu ortaya çıkarıyor, Çin fırını soğumaya başlayınca dünya ekonomisine gerçekten ne olur?

Çin’in kendi içinde, bu olayın nihai yörüngesini tahmin etmek zor, ancak bu durum zaten toplum hakkında nadir ve kolektif bir sorgulama ve öğrenme süreci getirdi. Salgın doğrudan yaklaşık 80.000 kişiyi enfekte etti (en tutucu tahminle), ancak belirsizlik içinde kendi yansımasına sıkışıp kalan 1,4 milyar insanın kapitalizm altındaki günlük hayatında şok etkisi yarattı. Bu durum, korku dolu olsa da, herkesin aynı anda derin sorular sormasına neden oldu: Bana ne olacak? Çocuklarım, ailem ve arkadaşlarım? Yeterli yiyeceğimiz var mı? Ödeme alacak mıyım? Kira yapacak mıyım? Bütün bunlardan kim sorumlu? Garip bir şekilde, bu öznel deneyim bir kitle grevine benziyor- ancak kendiliğinden olmayan, yukarıdan aşağıya karakterde ve özellikle istemsiz hiper-atomizasyon yaratmasıyla, kendi boğulmuş politikamızın temel bilmecelerini ortaya çıkaran bir önceki yüzyılın gerçek kitle grevleri kadar net bir şekilde bu dönemin, çağın çelişkilerini açığa çıkardı. O halde karantina, toplumsal görünüşleri oyan bir grev gibidir, ancak yine de hem ruh hem de ekonomide derin bir şok etkisi yaratabilir. Sadece bu gerçek onu üzerinde düşünmeye değer hale getiriyor.

Elbette, ÇKP’nin yıkılmak üzere olduğuna dair söylentiler The New Yorker ve The Economist’in eğlencesi haline gelmiş bir saçmalıktan ibaret. Bu sırada, eski yayınlarda yayımlanan aşırı ırkçı serbest kürsü yazılarına karşı internet platformlarında oryantalizm ve ideoloji karşıtı başka tonla düşünce yazısı yazdıran, medyayı baskılamayı amaçlayan alışıldık protokoller yürütülüyor. Ama tüm bu tartışma yüzeysel yürüyor—ya da karantinanın siyasi ve ekonomik sonuçlarına yönelik şekilleniyor—ve bu tür hastalıkların en başta nasıl ortaya çıktığı sorgulanmıyor. Ama bu bile yeterli değil. Şimdi basit bir “Scooby-Doo Marksisti” gibi davranmanın vakti değil, kötü adamın maskesini çıkarıp, “Bakın, koronavirüsü ortaya çıkaran en başından beri kapitalizmmiş!” demenin anlamı yok. Böyle yapmak, rejim değişikliği söylentileri zırvalayan yabancı yorumcuların yaptığından daha zekice olmaz. Kapitalizmin suçlu olduğunu biliyoruz—ama sosyoekonomik faktörler biyolojik faktörlerle tam olarak nasıl etkileşime geçiyor ve tüm bu tecrübeden ne dersler çıkarılabilir?

Böyle bakarsak, salgının durumu inceleyebilmemiz için iki fırsat tanıdığını görürüz: Öncelikle, kapitalist üretimin insan-dışı dünyayla temel ilişkisiyle ilgili—kısaca, mikrobiyolojik parçalarıyla birlikte “doğal dünyanın”, toplumun üretim biçimine bakılmadan anlaşılamayacağı (çünkü bu ikisi aslında ayrı şeyler değil)—önemli soruları inceleyebilmemizi sağlayan eğitici bir giriş. Aynı zamanda, siyasi doğacılığı benimsemeyen bir komünizmin adını hak etmediğinin bir anımsatıcısı. İkinci olarak da, Çin toplumunun mevcut durumunu gözden geçirebilmek için bu izolasyonu kullanabiliriz. Bazı şeyler her şey duraklama noktasına geldiğinde açıklığa kavuşur ve bu kriz de normalde görülemeyen sorunları ister istemez gözler önüne serecektir. O halde, sermaye birikiminin bu tür salgınları nasıl yarattığıyla birlikte pandeminin kendisinin insanlara görülmeyen olasılıkları ve birbirine bağlı durumları göstermenin yanında kontrol sistemlerinin günlük yaşamımıza uzanması için bir bahane sunan siyasi bir kriz durumu olduğunu göz önünde bulundurarak bu soruları irdeleyelim.

Salgın Hastalıkların Kaynağı

Bu salgının sebebi olan virüs (SARS-CoV-2); kendisinin 2003’teki öncülü olan SARS-CoV, ve kuş gribi, domuz gribi gibi yine epidemiyoloji ve ekonominin bağlantı noktasında ortaya çıktı. Bu virüslerin çoğunun ismini hayvanlardan alması tesadüfi değil: İnsanlara yeni hastalıkların bulaşması neredeyse hep transfer adı verilen yolla, yani mikropların hayvanlardan insanlara geçmesiyle olmuştur. Bir türden başka bir türe olan bu geçiş, temasın yakınlığına ve sıklığına bağlıdır, ki bunlar da hastalığın evrimleşmesini zorunlu kılan ortamı yaratır. İnsanlar ve hayvanlar arasındaki bu ilişkinin değişmesi bu tür hastalıkların evrimleşmesi için gerekli koşulları da değiştiriyor. Dört Fırın’ın (Yangtze Nehri Vadisi’nde yer alan ve yazları aşırı sıcak ve nemli geçen büyük şehirleri belirtmek için kullanılan bir tabir; Chongqing, Wuhan, Nanjing, Changsha/Nanchang şehirlerine atıf yapmak için kullanılır) altında dünyanın endüstriyel merkezlerini besleyen daha önemli bir ocak var: kapitalist tarımın ve şehirleşmenin evrimsel düdüklü tenceresi. Bu tencere daha yıkıcı salgın hastalıkların doğmasına, evrilmesine, zoonotik sıçrayışlarda bulunmasına ve insanlara saldırganca yönelmesine sebep olan ortamı sağlıyor. Ekonominin sınırlarında aynı şiddetli süreçlerin yaşanması, yerel ekosistemlerin tarımsal işgalini gerçekleştirmek zorunda kalan insanların “saldırgan” türlerle karşı karşıya kalması ise bu durumu güçlendiriyor. “Yabani” kökenli yeni koronavirüsün küresel ekonominin aşırı sanayileşmiş ve şehirleşmiş çekirdeğinde aniden yayılması politik-ekonomik salgın hastalıkların yeni döneminin tüm boyutlarını yansıtıyor.

Buradaki temel düşünce sol görüşlü, Robert G. Wallace gibi biyologlar tarafından geliştirildi. Wallace’ın 2016’da çıkan Big Farms Make Big Flu adlı kitabı, kapitalist tarımsal işletmeler ve SARS’dan Ebola’ya kadar geçtiğimiz dönemlerde yaşanan salgınların etiolojisi arasındaki bağlantının etraflıca bir incelemesi.[i] Bu salgınlar genel hatlarıyla, ilki tarımsal ekonomi üretiminin çekirdeğinde ortaya çıkanlar, ikincisi ise onun hinterlantında ortaya çıkanlar olarak iki kategoriye ayrılabilir. Wallace, kuş gribi olarak da bilinen H5N1’in yayılımını incelerken, üretimin kalbinde ortaya çıkan bu salgınların coğrafyasının birkaç temel özelliğini özetliyor:

Artık birçok fakir ülkenin kırsal bölgelerinin en önde gelen özelliği, kontrolsüz tarım işletmelerinin, şehirsel bölgelerin çevresindeki gecekondulara yaptığı baskı. Savunmasız bölgelerde gerçekleşen ve denetlenemeyen salgın H5N1’in genetik varyasyonunu arttırarak insana yönelik özellikler evrimleştirmesine sebep oluyor. Üç kıtaya yayılarak hızlıca evrimleşen H5N1 yerele özgü konak organizmaları, kümes hayvancılığı yöntemlerini ve hayvan sağlığı kurallarını hedef alarak gittikçe daha fazla sayıda sosyoekolojik çevreye bulaşıyor.[ii]

Elbette bu yayılım kapitalist ekonominin coğrafyasını belirleyen küresel meta ağları ve düzenli iş gücü göçleri sayesinde gerçekleşiyor. Bunun sonucu ise virüsün kısa zamanda çok hızlı evrilmesi sayesinde en bulaşıcı varyantın diğerlerini yenmesi ile sonuçlanan bir tür “hızlanan demic seçilimi” oluyor.

Fakat bu sığ bir çıkarım ve ana akım basında da yaygın şekilde yer ediyor: “Küreselleşme” bu tür hastalıkların yayılmasını hızlandırıyor—önemli bir nokta ise bu hızlı yayılımın virüsün mutasyonunu hızlandırması. Asıl sorulması gereken öncesinde geliyor: Bu tür hastalıkları geliştiren sirkülasyondan önce, sermayenin temel mantığı normalde izole veya zararsız viral suşları (bir bakteri veya virüsün farklı alt türlerinin, aralarında genetik farklılıklar bulunan grupları) alıp onları çok rekabetli ortamlara yerleştirerek, salgınlara sebep olan hızlı viral yaşam döngülerine, taşıyıcı türler arasında zoonotik sıçramalara, ve yeni iletim vektörlerinin ortaya çıkmasına sebep olur. Bu suşlar tam da virülansları yüzünden öne çıkarlar. Mutlak terimlerle konuşmak gerekirse, virülansı yüksek suşlar tam tersi etkiye sebep olur, çünkü konak organizmayı daha hızlı öldürmek virüse yayılmak için daha az zaman bırakır. Soğuk algınlığı, az şiddeti sayesinde nüfusun çoğuna yayılabilmesiyle bu ilkenin çok iyi bir örneğidir. Fakat kimi ortamlarda tam tersi bir durum daha anlamlı hâle gelebiliyor: Bir virüs, aynı türe mensup olan çok sayıda organizmanın birbirine yakın yaşadığı yerlerde, özellikle söz konusu organizmaların yaşam süreleri kısaysa, yüksek virülanstan fayda elde edebiliyor. 

Burada yine kuş gribi dikkat çekici bir örnektir. Wallace yapılan hiçbir çalışmada “neredeyse her grip alt türünün kaynağı olan vahşi kuş popülasyonlarının hiçbirinde çok patojenik endemik grip türlerine” rastlanmadığına dikkat çeker.[iii] Ancak, bariz sebeplerden dolayı, endüstriyel çiftliklerde sıkışık yaşayan çiftlik hayvanlarının varlığı bu tür salgınlarla doğrudan bağlantılı. O nedenleri şöyle sıralayabiliriz:

Çiftlik hayvanlarını genetik monokültürle yetiştirmek, bulaşmayı yavaşlatabilecek her tür engeli ortadan kaldırır. Yoğun nüfuslar bulaşıcılığın artmasına sebep olur. Bu kalabalık ortamlar bağışıklık sistemlerinin tepki kuvvetini zayıflatır. Endüstriyel üretimin parçası olan yüksek üretim hızı, virüse karşı savunmasız ürünlerin sürekli tedarik edilmesini sağlar, ki bu da virülansın evrimini hızlandırır.[iv]

Tabii ki bu özelliklerin hepsi endüstriyel rekabetin sonucudur. Özellikle bu bağlamda “üretilen işin” yüksek hızının acımasız bir biyolojik boyutu vardır: “endüstriyel hayvanlar gerekli cüsseye eriştikleri anda öldürülürler. Yerleşik gribal enfeksiyonların söz konusu hayvanlarda hızla yayılma eşiğine erişmesi gerekir […] Virüsler ne kadar hızlı çoğalırsa hayvan o kadar zarar görür.”[v] İronik bir şekilde, bu tür salgınları kitlesel itlaflarla bastırmaya çalışmak, aynı dünyanın domuz arzının neredeyse çeyreğinin yok olmasına sebep olan Afrika domuz ateşi vakasında olduğu gibi, seçilim baskısının artmasına neden olabilir ve hiper-virülant türlerin evrimine neden olur. Bu salgınlar, genellikle çiftlik hayvanlarının üzerindeki baskının arttığı savaş ve çevresel yıkım süreçlerinden sonra olsa da, tarihsel olarak evcilleştirilmiş türlerden çıkmasına rağmen, hastalıkların virülansının ve şiddetinin artması şüphesiz kapitalist üretimin yaygınlaşmasıyla gerçekleşmiştir.

Tarih ve Etiyoloji

Salgın hastalıklar, kapitalist sanayileşmenin gölgesi ve müjdecisidir. Kuzey Amerika’ya getirilen çiçek hastalığı ve diğer pandemiler çok iyi örnekler değildir, çünkü şiddetleri iki farklı popülasyonun fiziksel coğrafya bakımından uzun bir süre ayrı olmasından dolayı artmıştır—kaldı ki bu hastalıklar virülanslarını kapitalizm öncesi ticaret ağları ve Asya ve Avrupa’daki erken şehirleşme sayesinde kazanmıştır. Bunun yerine, kırsaldaki çiftçilerin topraklarının alınıp çiftlik hayvanı monokültürlerine yer açılmasıyla kapitalizmin doğduğu İngiltere’ye bakarsak kapitalist gelişimden kaynaklanan bu salgınların ilk örneklerini açık seçik görebiliriz. On sekizinci yüzyıl İngiltere’sinde 1709-1720, 1742-1760 ve 1768-1786 arasında olmak üzere üç farklı pandemi ortaya çıktı. Hepsinin kökeni, savaş dönemlerini takip eden, kapitalizm öncesi gelişen normal pandemilerden etkilenmiş Avrupa’dan ithal sığırlardı. Ama İngiltere’de sığırlar yeni yollarla, kalabalık gruplar hâlinde yetiştirilmeye başlanmıştı ve enfekte hayvanlar piyasaya sürüldüğünde nüfusta Avrupa’da yayıldığından çok daha hızlı şekilde yayılacaktı. Yani salgınların virüsün şiddetlenmesi için ideal ortamlar sağlayan büyük Londra mandıralarından yayılması tesadüfi değildi.

Sonuçta salgınlar modern tıbbi ve bilimsel yöntemlerin kullanımının yanında seçici, küçük çaplı itlafla kontrol altına alındı—günümüzdeki benzer salgınlar da temelde aynı şekilde bastırılıyor. Bu, ekonomik krizlerle aynı örüntüyü takip edecek bir durumun ilk örneğiydi: Tüm sistemi uçurumun kenarına iten ama sonuçta piyasayı/nüfusu temizleyen toplu katliam ve teknolojik gelişmelerin yoğun kullanımıyla aşılabilen, gittikçe şiddetlenen çöküşler—bizim örneğimizde kullanılan teknolojik gelişmeler; modern tıbbi uygulamalar ve çoğunlukla geç kalan, ama yine de yıkımın eşiğinde bir şeyleri düzeltmeye yarayan yeni aşılardır.

Ama kapitalizmin ana vatanından verdiğimiz bu örneğin yanında, kapitalist tarımsal uygulamaların çevresinde yarattığı etkiden söz etmeliyiz. Her ne kadar, yeni kapitalistleşen İngiltere’deki sığır pandemileri kontrol altına alınabilmişse de, dünyanın diğer yerlerindeki sonuçlar çok daha yıkıcı oldu. En büyük tarihsel etkiye sahip olan örnek muhtemelen 1890’larda Afrika’da gerçekleşen sığır vebası salgınıdır. Olayın gerçekleştiği tarih tesadüfi değildir: Sığır vebası Avrupa’yı büyük ölçekli tarımın büyümesiyle baş başa giden bir şiddetle sarmıştır ve ancak modern bilimin ilerlemesiyle kontrol altında tutulabilmiştir. Ancak, on dokuzuncu yüzyıl, Afrika’nın sömürgeleştirilmesiyle taçlanan Avrupalı emperyalizminin en üst noktasına tanıklık etti. Sığır vebası Doğu Afrika’ya diğer emperyal güçlerle yarışabilmek için Somali Yarımadası’nı bir dizi askeri seferle sömürgeleştiren İtalyanlar tarafından getirildi. Bu seferlerin çoğu bozgunla sonuçlandıysa da hastalık yerli sığır popülasyonunda yayıldı ve kötü şöhretli, beyazların üstünlüğüne inandığını gururla söyleyen Cecil Rhodes’un mülkündeki sürüyü bile öldürerek yeni kapitalistleşmiş tarımsal ekonomisini darmadağan ettiği Güney Afrika’ya ulaştı. Salgının daha büyük tarihsel etkisi ise reddedilemez: Tüm sığırların yaklaşık %80-%90’ını öldüren veba, çoğunlukla göçebe yaşayan Aşağı Sahra toplumlarında eşi benzeri görülmemiş bir kıtlığa sebep oldu. Nüfusun böyle azalmasını ise hem uyku hastalığı taşıyan hem de çiftlik hayvanlarının otlamasını engelleyen çeçe sineklerine habitat sağlayan işgalci dikenli çalıların savanda yayılması izledi. Bu durum kıtlıktan sonra bölgede nüfusun yeniden artışının sınırlı olmasına ve Avrupalı sömürgeci güçlerin kıtaya daha fazla yayılmasına yol açtı.

Düzenli aralıklarla tarımsal krizleri tetiklemenin ve kapitalizmi erken aşamasındaki sınırlarından ileri taşıyan korkunç koşulları ortaya çıkarmakla birlikte bu salgınlar sanayinin kalbindeki proletaryaya da musallat oldu. Yakın zamandaki birçok örneğe dönmeden önce, koronavirüs salgınının Çin’e özgü hiçbir özellikten kaynaklanmadığını belirtmekte fayda var. Çin’de bu kadar çok salgının ortaya çıkmasının sebebi kültürel değil, bir ekonomik coğrafya meselesidir. Özellikle Çin’le eskiden küresel üretimin ve kitlesel endüstriyel istihdamın merkezi olan ABD ya da Avrupa arasında bir karşılaştırma yaptığımızda bu durum kendini daha açıkça ortaya koyar.[vi] Hatta sonuç ve özellikler bile temelde aynı. Kırsaldan getirilen ölü çiftlik hayvanları şehirde hijyenik olmayan uygulamalarla ve kirli ortamlarla karşılaştı. Bu, işçi sınıfın yaşadığı bölgelerde reformu amaçlayan ilk liberal-ilerici çabaların odağı oldu ve aslında et paketleme endüstrisinde çalışan göçmen işçilerin acılarını anlatan ama sonrasında sağlık kurallarının ihlalinden ve yemeklerinin temiz olmayan koşullarda hazırlanmasından endişe duyan daha varlıklı liberaller tarafından sahiplenilen Upton Sinclair’in Chicago Mezbahaları bu çabaların bir özeti niteliğindedir.

Irkçı bir tutumu ima eden, “temiz olmamaya” karşı liberal öfke, koronavirüs veya SARS gibi salgınların siyasi boyutlarıyla karşı karşıya kaldıklarında çoğu insanın otomatik ideolojisi olarak görebileceğimiz şeyi hala tanımlamaktadır. Fakat işçilerin kendi çalışma koşullarına çok az etkisi var ve daha da önemlisi, sağlıksız koşullar fabrikalardan gıda kaynaklarının kirlenmesi olarak dışarı sızarken bu kirlilik buz dağının sadece görünen kısmıdır. Bu koşullar, içinde çalışan veya yakındaki proleter yerleşimlerinde yaşayanlar için standart ortamdır ve bu koşullar, kapitalizmin birçok vebanın yayılması için daha da elverişli koşullar sağlayan, nüfus düzeyinde sağlıkta düşüşlere neden olur. Örneğin tarihin en ölümcül salgınlarından olan İspanyol gribini ele alalım. Bu, H1N1 gribinin en eski salgınlarından biriydi (domuz ve kuş gribinin daha yeni salgınlarıyla ilişkili) ve yüksek ölüm oranı göz önüne alındığında, bir şekilde diğer influenza varyantlarından niteliksel olarak farklı olduğu varsayılmıştır. Bu kısmen doğru gibi görünse de (grip hastalığının bağışıklık sistemini aşırı reaksiyona sokabilme kabiliyeti nedeniyle), literatürün ve tarihsel epidemiyoloji araştırmalarının daha sonra gözden geçirilmesi, bunun diğer türlerden çok daha virülansa sahip olmayabileceğini ortaya koydu. Bunun yerine, yüksek ölüm oranına öncelikli olarak muhtemelen yaygın yetersiz beslenme, kentlerin aşırı kalabalıklaşması ve etkilenen bölgelerdeki yaşam koşullarının genellikle sağlıksız olması neden olmuştur, bu da sadece gribin yayılmasını değil, aynı zamanda altta yatan viralın üzerine bakteriyel süperenfeksiyonların da geliştirilmesini teşvik eder.[vii]

Başka bir deyişle virüsün karakterinde öngörülemeyen bir sapma olarak tasvir edilmesine rağmen İspanyol Gribi’nin ölüm sayısını toplumsal koşullar da bir o kadar arttırdı. Bu arada giribin hızla yayılmasını, küresel ticaret ve küresel savaş sağladı ve bu esnada Birinci Dünya Savaşı’ndan sağ salim çıkabilmiş, hızla değişen emperyalizm etrafında toplandı. Yine böyle ölümcül bir grip türünün ilk etapta nasıl üretildiğine dair şimdi başka tanıdık bir hikaye daha buluyoruz: kesin kökenleri hala biraz karanlık olsa da günümüzde muhtemelen Kansas’ta evcilleştirilmiş domuz veya kümes hayvanlarından kaynaklandığı varsayılıyor. Zaman ve yer dikkate değerdir çünkü savaşı takip eden bu yıllar giderek daha mekanize, fabrika tarzı üretim yöntemlerinin yaygın olarak uygulanmaya başlanan Amerikan tarımı için bir tür dönüm noktasıdır. Bu eğilimler 1920’lerde daha da yoğunlaştı ve biçerdöver gibi teknolojilerin uygulanmasının yaygınlaşması, hem Dust Bowl Krizine, hem de onu izleyen ve kitlesel göçle sonuçlanan kademeli tekelleşmeyi ve ekolojik felaketi tetikledi. Daha sonraları fabrika çiftliklerine damgasını vuracak olan yüksek seviyedeki çiftlik hayvanı konsantrasyonu henüz ortaya çıkmamıştı, ancak Avrupa genelinde halihazırda hayvancılık salgınları yaratan daha temel konsantrasyon ve yoğun üretim biçimleri artık normaldi. Eğer 18. yüzyılın İngiliz sığır salgınları, ilk kapitalist hayvancılık salgının vakası ve 1890’ların Afrika’daki sığır vebası emperyalizmin epidemiyolojik soykırımlarının en büyük salgını olarak görülüyorsa, İspanyol Gribi de kapitalizmin proletaryaya etki eden salgınlarından ilki olarak anlaşılabilir.

Yaldızlı Çağ

İspanyol Gribi’nin Çin’deki güncel vakayla arasındaki benzerlikler apaçık ortadadır. COVID-19, Çin’in küresel kapitalist sistemde ve onun aracılığıyla son on yıllardaki gelişimini ülkenin sağlık hizmetleri sistemini ve genel sağlık durumunu genel olarak nasıl şekillendirdiği dikkate almadan anlaşılamaz. Bununla birlikte, salgın yeni olmasına rağmen ekonomik krizlerle hemen hemen aynı düzenlilikle üretilme eğilimi göstermiştir ve genel basın içinde de bundan önce ortaya çıkan diğer halk sağlığı krizlerinde olduğu gibi sanki bu yaşananlar “kara kuğu” olayları, tamamen öngörülemeyen ve daha önceden görülmemiş rastgele durumlar olarak görülmektedir. Gerçek şu ki, bu sağlık krizleri, kapitalizm altında üretimin ve proleter yaşamın doğasına inşa edilmiş bir dizi yapısal çelişki ile daha olası hale gelen kendi kaotik ve döngüsel olarak tekrarlanan modellerini takip ediyor. İspanyol Gribi örneğinde olduğu gibi koronavirüs de temel sağlık hizmetlerinin çok nüfusla karşılaşması sonucu kötüleşmesi nedeniyle hızlı bir şekilde tutunup yayılabildi. Ancak tam da bu kötüleşme muhteşem bir ekonomik büyümenin ortasında gerçekleştiği için ışıltılı şehirlerin ve devasa fabrikaların ihtişamının ardında gizlenmişti. Gerçek şu ki, Çin’deki sağlık ve eğitim gibi kamu mallarına yapılan harcamalar son derece düşük kalırken, kamu harcamalarının çoğu tuğla ve harç altyapısına, köprülere, yollara ve ucuz üretim için kullanılan elektriğe yöneliktir.

Bu arada iç piyasadaki ürünlerin kalitesi de tehlikeli bir şekilde kötüdür. Çin on yıllar boyunca dünya pazarında küresel standartları en yüksek olan iPhone ve bilgisayar çipleri gibi yüksek kaliteli, değeri fazla ihraç ürünleri üretti. Fakat iç pazarda tüketime bırakılan bu mallar berbat standartlara sahip olmaları yüzünden sürekli olarak skandallara ve halkta güvensizliklere sebebiyet veriyorlar. Böyle bir sürü vaka Sinclair’in Şikago Mezbahaları’nda ve Amerikan Yaldızlı Çağının diğer hikayelerinde de inkar edilemez bir şekilde yerini buluyor. Hafızadaki en taze vaka olan 2008 melamin sütü skandalı çok sayıda bebeği öldürdü ve on binlerce kişiyi hastanelik yaptı (belki de yüz binlerce kişi etkilendi). O zamandan beri, bir dizi skandal halkı düzenli bir şekilde salladı: 2011’de yağ kapanlarından geri dönüştürülen ‘oluk yağı’, ülke çapındaki restoranlarda kullanıldığında veya 2018’de hatalı aşılar birkaç çocuğu öldürdüğünde ve bir yıl sonra sahte HPV aşıları verilen düzinelerce insan hastaneye kaldırıldığında skandala sebep olmuşlardı. Daha az sert hikayeler daha da yaygındır ve bunlar Çin’de yaşayan herkes için tanıdık bir zemin oluşturuyor: maliyetleri düşürmek için sabunla kesilmiş toz hazır çorba karışımı, komşu köylere gizemli nedenlerden dolayı ölmüş domuzları satan girişimciler, hangi sokak satıcılarının sizi hasta edeceği konusundaki dedikodular vs.

Ülkenin küresel kapitalist sisteme parça parça dahil edilmesinden önce, Çin’de sağlık hizmeti gibi hizmetler bir zamanlar (büyük ölçüde şehirlerde) danwei [Çin Halk Cumhuriyeti’ndeki çalışma yerine verilen addır, bir iş birimi] kurumsal temelli faydalar sistemi altında (sadece orada değil ama çoğunlukla kırsal kesimde) bol miktarda “ yalınayak doktorlar ” tarafından görevlendirilen yerel sağlık klinikleri tarafından ücretsiz olarak sunulmaktaydı. Sosyalist dönem sağlık hizmetlerinin başarıları, tıpkı temel eğitim ve okuryazarlık alanındaki başarıları gibi, ülkenin en sert eleştirmenlerini bile bu başarıları kabul etmek zorunda bırakacak kadar önemliydi. Salyangoz ateşi ülkeye yüzyıllar boyunca bela olmuştu, sosyalist sağlık sistemi yürürlükten kaldırılıp da daha büyük bir güçle tekrar ortaya çıkana kadar aslında yok edilmiş ve tarihsel kökenine döndürülmüştü. Bebek ölümleri düşmüştü ve Büyük İleri Atılım’da meydana çıkan kıtlığa rağmen, beklenen yaşam süresi 1950’ler ve 80’lerin başı arasında 45’den 68’e fırladı. Aşılama ve genel sıhhi uygulamalar yaygınlaştırılmıştı. Beslenme ve halk sağlığı hakkında temel bilgiler temel ilaçlara erişim yanında ücretsizdi ve herkes tarafından erişilebilirdi. Bu arada yalın ayak doktor sistemi sınırlı da olsa temel tıbbi bilgileri nüfusun büyük bir kısmına dağıtmaya yardımcı oldu ve ciddi maddi yoksulluk koşullarında sağlam, aşağıdan yukarıya bir sağlık sistemi oluşturulmasına yardımcı oldu. Tüm bunların Çin’in bugün ortalama bir Aşağı Sahra ülkesinden kişi başına daha fakir olduğu bir zamanda gerçekleştiğini hatırlamakta fayda vardır. 

O zamandan beri ihmal ve özelleştirmenin bir arada gitmesi, hızlı şehirleşme ve ev eşyalarının ve gıda maddelerinin düzensiz endüstriyel üretimi sistemi bozmasıyla oldukça gerekli olan gıda, ilaç ve güvenlik düzenlemeleri şöyle dursun, yaygın sağlık hizmetlerine ihtiyacı arttırmıştır. Dünya Sağlık Örgütü’nün istatistiklerine göre bugün Çin’in sağlık harcamaları kişi başına 323$’dır. Bu istatistikler diğer  “orta-yüksek gelirli” ülkelere göre bile düşüktür ve Brezilya, Bulgaristan ve Belarus’un harcamasının yaklaşık olarak yarısıdır. Düzenleme neredeyse hiç yok denecek kadar az, bu durum da yukarıda belirtilenler gibi bir çok skandala sebep oluyor. Bu arada, tüm bunların etkileri en temelde yüzlerce milyon göçmen işçi tarafından hissediliyor. Onlar için temel sağlık hizmetleri kanunları, kırsaldaki evlerinden ayrıldıklarında tamamen yok oluyor (bu göçmenler hukou sistemi [bir tür ev kayıt sistemi] altında esas konumlarından bağımsız olarak daimi ikamet eden kişilerdir, yani kalan kamu kaynaklarına başka bir yerden erişemezler).

Görünüşe göre, kamu sağlığı hizmetinin 1990’ların sonunda işveren ve çalışan katkılarının bir arada tıbbi bakım, emekli maaşları ve konut sigortası sağlayacağı daha özelleştirilmiş bir sistemle (devlet tarafından yönetilen bir sistem olsa da) değiştirilmesi gerekiyordu. Ancak bu toplumsal sigorta projesi, işverenler adına sözde “zorunlu” katkıların genellikle basit bir şekilde göz ardı edildiği ölçüde, işçilerin büyük bir çoğunluğunun cebinden ödeme yapmasına neden olarak sistematik az ödemeden zarar görmüştür. Mevcut en son ulusal tahminlere göre göçmen işçilerin sadece yüzde 22’sinin temel sağlık sigortası var. Bununla birlikte, toplumsal sigorta sistemindeki katkı eksikliği, bireysel olarak yozlaşmış patronlar tarafından yapılan kindar bir eylem değildir ve bunun yerine ince kâr marjlarının toplumsal faydalara yer bırakmadığı gerçeğiyle açıklanmaktadır. Kendi hesaplarımızda Dongguan gibi bir sanayi merkezinde ödenmemiş toplumsal sigortanın endüstriyel kârları yarıya indireceğini ve birçok firmayı iflasa iteceğini keşfettik. Böyle büyük boşlukları telafi etmek için Çin, emeklileri ve serbest meslek sahiplerini kapsayacak şekilde sınırlı bir destekleyici tıbbi plan başlattı ve bu planla da yılda ortalama kişi başına ancak birkaç yüz Yuan ödüyor.

Sorunlu olan bu sağlık sistemi kendi dehşetli toplumsal gerginliğini yaratıyor. Her yıl birçok sağlık personeli öfkeli hastalar ve daha yüksek olasılıkla da tedavi esnasında ölenlerin yakınları tarafından öldürülüyor ya da yaralanıyor. En son saldırı Noel arifesinde gerçekleşti. Pekin’de bir doktor annesinin hastanede yeterince bakım almadığını düşünen biri tarafından bıçaklanarak öldürüldü. Bir araştırma doktorların şaşırtıcı bir şekilde yüzde 85’inin iş yerinde şiddete maruz kaldığını ve 2015’de yapılan bir diğer araştırma da Çin’deki doktorların bir önceki yıl yüzde 13’ünün fiziksel olarak saldırıya uğradığını ortaya koydu. Çin’deki doktorlar ABD’deki doktorlardan yılda 15,000$’dan daha az ücret alırken onlardan dört kat daha fazla hastaya bakıyorlar. (Bir fikir vermesi açısından Çin’de doktorların aldığı maaş kişi başına gelirden daha düşükken [16,760$], ABD’deki doktorun maaşı ise [yaklaşık olarak 300,000$] kişi başına düşen gelirin [60,200$] neredeyse beş katıdır.) 2016’da kapatılıp kurucuları tutuklanmadan önce şimdilerde kullanılamayan Lu Yuyu ve Li Tingyu’nun toplumsal huzursuzlukları takip etmeye çalışan bir blog projesi her ay sağlık işçilerinin protesto ve grev olaylarını kayıt altına aldı.[viii] Titizlikle veri toplayabildikleri son yıl olan 2015’de 43 tane böyle olay yaşanmıştı. Ayrıca her ay düzinelerce hastanın aile yakınlarınca gerçekleştirilen “tıbbi tedavi (protesto) vukuatlarını” kayıt altına aldılar ve bunlardan 2015’de 368 adet vardı. 

Kitlelerin sağlık sisteminden bu kadar yoksun bırakılması göz önüne alındığında COVID-19’un bu kadar basitçe tutunabilmesi hiç de şaşırtıcı değil. Çin’de 1-2 yılda yeni bir bulaşıcı hastalığın ortaya çıkması, böyle salgınların devam etmesi için koşulların uygun olduğunu gösteriyor. İspanyol Gribi’nde görüldüğü gibi, genel olarak sağlık koşullarının kötü olmasından dolayı, proleter nüfus hem hastalığın tutunmasına hem de hızlıca yayılmasına katkı sağlamıştır. Fakat, tekrarlamak gerekirse mesele yaygınlaştırma değildir. Virüsün kendisinin nasıl üretildiğini anlamamız gerekiyor.

Doğal Alan Diye Bir Şey Yok

Son salgının kökeni, bariz şekilde tarımsal-endüstriyel sistemin merkeziyle bağlantılı olan domuz ya da kuş gribinden biraz daha bulanık. Bir yandan, virüsün kökenlerinin belirsiz olduğunu görüyoruz. Salgının merkezi olan Wuhan canlı hayvan pazarında satılan birçok evcil ve vahşi hayvandan birisi olan domuzlardan kaynaklanıyor olması muhtemel, ki bu durumda yukarıda incelediğimiz durumlarla düşündüğümüzden daha fazla benzerlik gösteriyor olabilir. Ancak genelde vahşi doğadan yakalanan yarasalardan veya yılanlardan ortaya çıkmış olması daha büyük bir olasılık gibi görünüyor. Ama burada bile bir ilişki var, Afrika Domuz Gribi salgını domuz eti arzını ve etin sağlıklı olma bakımından güvenilirliğini azalttığı için, artan et talebi sıklıkla “vahşi” av eti satan canlı hayvan pazarları tarafından karşılandı. Ama aynı ekonomik süreçler endüstriyel çiftliklerle doğrudan bağlantıları olmadan bu salgına katkıda bulunmuş olabilir mi? 

Cevap evet ama farklı bir açıdan. Wallace, kapitalizmin daha ölümcül salgınları ortaya çıkarmasına gebe olmasına ve serbest bırakılmasına yardımcı olduğu bir değil iki önemli hattı işaret ediyor: yukarıda özetlenen ilki doğrudan endüstriyel vakadır, virüslerin tamamen içinde bulunduğu ve tamamen kapitalist mantığa dahil edilmiş endüstriyel ortamlarda aşılandığı doğrudan endüstriyel durumdur. Ancak ikincisi, daha önce bilinmeyen virüslerin esasen vahşi popülasyonlardan toplandığı ve küresel sermaye yolları boyunca dağıtıldığı hinterlandda kapitalist genişleme ve çıkarma yoluyla gerçekleşen dolaylı vakadır. Elbette ikisi tamamen ayrı değildir ama ikinci vaka mevcut salgının ortaya çıkışını en iyi tanımlayan olarak görünüyor.[ix] Bu örnekte, vahşi hayvanların bedenlerine karşı tüketim, tıbbi kullanım ya da (develer ve MERS gibi) kültürel olarak önemli işlevler için artan talepler “vahşi” mallarda yeni küresel meta zincirleri oluşturuyor. Diğer örneklerde, önceden var olan agro-ekolojik değer zincirleri daha önce “vahşi” alanlara uzanır, yerel ekolojileri değiştirir ve insan ile insan olmayan arasındaki ara birimi değiştirirdi.

Wallace bundan emin ve “doğal” çevrelerde zaten var olmalarına rağmen berbat hastalıklar ortaya çıkaran birçok mekanizmayı açıklıyor. Endüstriyel üretimin genişlemesi bile “gittikçe sermayenin parçası hâline gelen vahşi hayvanları kalan doğanın daha da içine çekilmeye zorlayarak pandemi yaratması olası patojenleri ortaya çıkarabilir.” Başka bir deyişle, sermaye birikimi yeni bölgeleri ele geçirdikçe hayvanlar daha uzaktaki yerlere çekilerek önceden izole halde olan hastalık türleriyle karşılaşacak ve “en vahşi türlerin bile değer zincirlerine mahkûm edilmesiyle” bir yandan da metalaştırmanın hedefi olacak. Benzer şekilde, bu genişleme insanları bu hayvanlara ve bu bölgelere iterek “insan-dışı vahşi popülasyonla yeni şehirleşmiş kırsal halk arasındaki ilişkiyi arttırabilir.” Bu virüse insanları da enfekte edebilmesi için daha fazla olanak ve kaynak sağlayarak biyolojik bir taşkının yolunu açar. Tekelleşmiş endüstriyel tarımın hem büyük çaplı hem de küçük çiftlikleri kullanmasına benzer şekilde, sanayinin coğrafyası da hiçbir zaman kesin sınırlarla şehirsel ve kırsal olarak ayrılamaz zaten: “bir besi hayvanı ormana komşu bir endüstriyel çiftlik arazisinde bir patojene yakalanıp sonrasında büyük bir şehrin dış halkasında bulunan bir işleme fabrikasına gönderilebilir.”

Aslına bakarsanız “doğal” alan zaten bütünüyle küresel bir kapitalist sisteme bağlı hale geldi; kapitalizm, temel iklim koşullarını değiştirmeyi başardı ve o kadar çok kapitalistleşmemiş ekosistemi yok etti ki geriye kalanlar geçmişteki gibi değil. Wallace’a göre tüm ekolojik yıkım süreçleri “ormanın bulaşma zincirlerini kırmasını sağlayan çevresel karmaşıklığı” azaltmaktadır, yani burada başka bir nedensel etken yatıyor. O halde böyle alanları kapitalist sistemin “doğal” çevresi olarak düşünmemiz yanlış. Kapitalizm hâlihazırda zaten küresel ve her alanı kapsar. Artık içine alamayıp sınır komşusu olduğu doğal, kapitalistleşmemiş bir alan yoktur ve dolayısıyla ne “geri kalmış” ülkelerin önlerindekini takip ettiği bir değer zinciri ne de korunan, el değmemiş, saf, hakiki bir doğal alan vardır. Sermayenin yalnızca boyun eğdirdiği bir hinterlantı vardır ve o da küresel değer zincirine dâhil edilmiştir. Bunun sonucu olarak ortaya çıkan toplumsal düzenlerin hepsi—sözde “kabilecilikten” anti-modernist köktenci dinlere kadar—tamamen çağımızın ürünüdür ve neredeyse her zaman de facto olarak, çoğunlukla doğrudan, küresel marketlere entegre edilmiştir.  Aynısı ortaya çıkardığı biyolojik-ekolojik sistemler için de söylenebilir, sonuçta “doğal” alanlar hem iklime ve ilgili ekosistemlere bağımlı olmaları açısından hem de aynı küresel değer zincirlerinde bulunmaları açısından aslında bu küresel ekonominin özünde bulunur. 

Bu olgu “vahşi” viral türlerin küresel pandemilere dönüşebilmesi için gerekli koşulları üretir. Fakat COVID-19 bunların arasından en kötüsü değildir. Bu temel presibin (ve küresel tehlikenin) örneklenmesi Ebola’da bulunabilir. Ebola virüsü[xi] hali hazırda var olan viral rezervuarın insan nüfusuna taşmasının kesin açık bir örneğidir. Mevcut kanıtlar esas konakların Batı ve Orta Afrika’ya özgü bazı yarasa türleri olduğunu ve bunların taşıyıcı olduklarını ama kendilerinin virüsten etkilenmediğini gösteriyor. Aynısı primatlar ve duikerler (Aşağı Sahra’da yaşayan, küçük ve orta büyüklükteki antilop türü) gibi virüsle düzenli aralıklarla karşılaşan ve hızlı, yüksek ölüm oranına maruz kalan diğer vahşi memelilerde doğru değildir. Ebola kendi rezervuar türlerinin ötesinde özellikle agresif bir yaşam döngüsüne sahiptir. İnsanlar da bu vahşi konakların herhangi biriyle temas sonucunda enfekte olabilirler ve bu da yıkıcı sonuçlara neden olabilir. Birkaç büyük salgın meydana geldi ve bunların çoğunluğunun ölüm oranı neredeyse her zaman %50’nin üstünde, çok yüksek oranlarda seyretti. 2013’den 2016’ya kadar çeşitli Batı Afrika ülkelerinde devam etmiş olan kaydedilen en büyük salgın 11.000 ölüm gördü. Bu salgın sebebiyle hastaneye başvuranların ölüm oranı %57-59 civarında olmakla beraber, yakınlarında hastane bulunmayanlar için çok daha yüksekti. Son yıllarda, özel şirketler tarafından birçok aşı üretildi ama katı fikri mülkiyet hakları, yetersiz sağlık altyapısı ve yavaş onay mekanizmaları dolayısıyla aşılar Demokratik Kongo Cumhuriyeti’ndeki en son ve tarihindeki en uzun salgında pek de işe yaramadı.

Bu hastalık genellikle doğal bir felaketmiş gibi gösterilmeye çalışıldı ve en iyi ihtimalle rastgele olduğu, en kötü ihtimalle de ormanda yaşayan fakirlerin “temiz olmayan” kültürel pratiklerinden kaynaklı olduğu söylendi. Fakat bu iki büyük salgının da zamanlaması (Batı Afrika’da 2013-2016 Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nde 2018-günümüz) rastlantı değildir. İkisinin de ortaya çıkması tam olarak temel endüstrinin ormanlarda yaşayan insanları yerinden etmesi ve yerel ekosistemleri bozmasına denk geliyor. Aslında, bu durum en son vakalardan daha fazlası için de doğru gibi görünüyor, çünkü Wallace’ın açıkladığı gibi, “Bir İngiliz menşeli fabrikanın yerel pamuğu eğirdiği ve dokuduğu Sudan Nzara’daki 1976’daki ilk salgın da dahil olmak üzere, her Ebola salgını arazi kullanımındaki sermaye güdümlü değişimlere bağlandı” Benzer şekilde, 2013 yılında Gine’deki salgınlar, yeni bir hükümetin ülkeyi küresel pazarlara açmaya ve uluslararası tarımsal işletme holdinglerine büyük araziler satmaya başlamasından hemen sonra meydana geldi. Monokültürlerin hem iletim zincirlerini kesmeye yardımcı olan hem de kelimenin tam anlamıyla virüs için doğal bir rezervuar görevi gören yarasa türlerini çeken sağlam ekolojik fazlalıkları mahvetmesinden dolayı dünya çapında ormansızlaşma ve ekolojik yıkımdaki rolüyle ünlü palm yağı endüstrisi özellikle suçlu görünmektedir. [xii] 

Bu arada, büyük tarım arazilerinin ticari tarımsal orman şirketlerine satılması, hem ormanlarda yaşayan yerlilerin mülksüzleştirilmelerini hem de ekosisteme bağlı yerel üretim ve hasat biçimlerinin bozulmasına neden oluyor. Bu durum genellikle kırsaldaki yoksulların ekosistemleriyle olan geleneksel ilişkilerini bozup ormana doğru ilerlemesini zorunlu kıldı. Bunun sonucu ise hayatta kalmak amacıyla yabani hayvanların avlanması ya da yerel bitki örtüsüne zarar verilerek küresel piyasada kereste satılması oldu. Sonradan, bu tür halklar onların bu tür işlere itilmesine sebep olan ormansızlaşma ve ekolojik yıkımdan sorumlu gösterilip yine onları “kaçak avcılar” ve “yasa dışı ormancılar” diye kötüleyen küresel çevreci örgütlerin öfkesine hedef haline gelirler. Sıklıkla, süreç iç savaş yıllarından kalan komünist karşıtı milislerin “yeşil” güvenlik güçlerine dönüştürülüp ormanları yerlilerin tek geçim kaynağı olan yasa dışı odunculuk, avcılık ve uyuşturucu ticaretinden korumakla görevlendirildiği Guatemala’da olduğu gibi daha kötü bir hâl alır, ki yerliler bu etkinliklere zaten milislerin savaş sırasındaki şiddetli baskısı yüzünden itilmişlerdir.[xiii] Aynı olay dünyanın her yerinde yaşanmakla kalmaz, “kaçak avcıların” “yeşil” güvenlik güçleri tarafından idam edilmesi (çoğunlukla kayda da alınır) yüksek gelirli ülkelerin sosyal medyasında alkışlanır.[xiv] 

Devlet İdaresinin Bir Uygulaması Olarak Kısıtlama

COVID-19 eşi benzeri görülmemiş bir kuvvetle küresel ilgiyi üzerine çekti. Tabi ki Ebola, kuş gribi, ve SARS’la da ilişkili medya aşırılıkları vardı. Fakat bu yeni salgınla ilgili bir şey başka türlü bir dayanma gücü ortaya çıkardı. Bir bakıma bu durum neredeyse kuşku götürmez bir şekilde Çin hükümetinin verdiği tepkinin olağanüstü olmasından da kaynaklanıyor ve bu da Çin’in aşırı derecede kalabalık ve kirli olduğunu gösteren alışılmış medya görüntüleriyle zıt düşen boşaltılmış megaşehirlerin olağanüstü görüntülerini ortaya çıkardı. Bu tepki aynı şekilde Çin’in yakın zamanda olması beklenen politik ve ekonomik çöküşüne dair spekülasyonlar için de verimli bir kaynak oldu ve ABD’yle olan ilk aşamasındaki ticaret savaşının devam eden gerginliğine fazladan bir itici güç oluşturdur. Bu durum, düşük ölüm oranına rağmen virüsün hızlı yayılmasıyla birleşerek, ona anında bir küresel tehdit karakteri yüklemiştir.[xv]

Bununla birlikte, daha derin bir düzeyde, devletin tepkisindeki görülen en etkileyici şey, medyaya yansıyan, ülke içindeki karşı direnişin tam mobilizasyonu için, bir çeşit melodramatik kıyafet provası gerçekleştirmiş olmasıdır. Bu bize Çin devletinin baskıcı kapasitesiyle ilgili gerçek bilgiler verir, fakat aynı zamanda devletin derin yetersizliğini medyanın her yönünde ortaya konulan propaganda tedbirlerinin bir birleşimine ve uyma zorunluluğu olmaksızın yerel halkın iyi niyet seferberliklerine çok fazla güvenme ihtiyacı ile ortaya çıkarmıştır. Hem Çin hem de Batı propagandası, karantinanın gerçek baskıcı kapasitesini vurguladı; birincisi, bunu acil bir durumda etkili bir hükümet müdahalesi olarak anlatırken, ikincisi, distopya Çin devletinin bir başka totaliter aşırı saldırısı vakası olarak anlatır. Bununla birlikte söylenmeyen gerçek ise kısıtlamanın saldırganlığının hala inşa halinde olan Çin devletinin içindeki derin yetersizliği ifade ettiğidir.

Bu, bize Çin devletinin doğasına doğru bir pencere açar ve temel devlet aygıtlarının seyrekleştiği veya var olmadığı durumlarda bile konuşlandırılabilecek yeni ve yenilikçi toplumsal kontrol ve kriz müdahale teknikleri geliştirdiğini gösterir. Öte yandan, bu tür koşullar herhangi bir ülkedeki yönetici sınıfın yaygın kriz ve aktif ayaklanma durumları bu tarz çöküşlere neden olduğunda nasıl tepki verebileceğine dair daha ilginç (daha spekülatif) bir tablo sunmaktadır. Viral salgın her bakımdan hükümet düzeyleri arasındaki zayıf bağlantılarla desteklendi: yerel yetkililer tarafından “muhbir” doktorların baskısı merkezi hükümetin çıkarlarıyla çatışması, etkisiz hastane raporlama mekanizmaları ve temel sağlık hizmetlerinin son derece kötü sağlanması sadece birkaç örnektir . Bu arada, farklı yerel yönetimler merkezi devletin kontrolünün neredeyse tamamen ötesinde (hastalığın merkez üssü Hubei hariç) farklı hızlarda normale döndü. Bu yazıyı yazarken, hangi limanların çalışır durumda olduğu ve hangi yerlerin üretimi yeniden başlattığı neredeyse tamamen rastgele görünüyor. Ancak bu brikolaj karantinası, herhangi bir yerel yönetim, trenlerin veya yük kamyonlarının sınırlarından geçmesini önleyebildiği için uzun mesafeli şehirler arası lojistik ağlarının kesintiye uğraması anlamına geliyordu. Çin hükümetinin temel seviyedeki bu yetersizliği virüsü sanki bir isyan gibi görünmez bir düşmana karşı iç savaş oyununu oynayarak başa çıkmak zorunda bıraktı. 

Devlet mekanizmasının tam anlamıyla harekete geçmesi 22 Ocak’ı buldu, otoriteler Hubei eyaletinin tamamındaki acil durum önlemlerini arttırdı ve halka karantina tesislerini açmak, hastalığın yayılımının yavaşlatılması için gereken her türlü personeli, aracı ve yapıyı “toplamak”, ya da belli bölgeleri ablukaya alıp trafiği kontrol etmek için yasal yetkileri olduğunu bildirdi (böylece zaten gerçekleşeceği belli bir olaya onay vermiş oldu). Başka bir deyişle, devlet kaynaklarının tamamının harekete geçirilmesi aslında yerli halkın gönüllü çabalarına bir çağrıyla başladı. Bir yandan bakarsanız, böyle büyük bir felaket herhangi bir devletin gücünü zorlayacaktır (örneğin ABD hükümetinin kasırgalara tepkisine bakabilirsiniz). Ama, diğer yandan bakarsanız, bu Çin’in devlet mekanizmasında sık sık görülen bir olay zincirinin tekrarıdır: Yerel seviyeye kadar uzanan, etkili, resmi ve uygulanabilir emir komutalarından yoksun olan merkezi devlet yerel yetkililerin ve vatandaşların seferberliği için yaptığı çağrılara ve zaten olan olduktan sonra felakete en kötü tepkiyi verenlere verdiği, yolsuzluğa karşı bir savaşmış gibi gösterdiği cezalara güvenmek zorunda. Tek etkili tepki, merkezi devletin tüm gücünü ve dikkatini verdiği yerlerde görüldü—bu durumda genel olarak Hubei’de ve özellikle Wuhan’da. 24 Ocak sabahında, yeni koronavirüs türü tespit edildikten yaklaşık bir ay sonra, şehir çoktan karantinaya alınmıştı, hiçbir tren şehre girip çıkamıyordu. Ulusal sağlık otoriteleri, istedikleri herkesi muayene edip karantinaya alabileceklerini ilan etmişti. Hubei’in büyük şehirlerinin yanında, Pekin, Guangzhou, Nanjing ve Şangay’ı da içeren, Çin’in dört bir yanından düzinelerce şehir, çeşitli seviyelerde karantina ilan etmişti.

Merkezi devletin seferberlik ilan etmesine karşılık bazı bölgeler kendi başlarına garip ve sert inisiyatifler aldılar. Bunlardan en korkutucu olanı, otuz milyon kişiye yerel pasaportların verildiği ve her iki günde bir hane başına sadece bir kişinin evden çıkmasına izin verildiği Zhejiang eyaletindeki dört şehirde oldu. Shenzhen ve Chengdu gibi şehirler, her mahallenin kilitlenmesini emretti ve virüsün şayet içinde bir hastalık vakası bulunursa o apartman binasının 14 gün boyunca karantinaya alınmasına izin verdi. Bu arada, hastalık hakkında “söylentiler yaydığı” için yüzlerce kişi gözaltına alındı veya para cezasına çarptırıldı.Karantinadan kaçanların bazıları tutuklandı ve uzun hapis cezalarına çarptırıldı. Hapishane yetkililerinin hastaları tam da kolay izolasyon için tasarlanmış bir ortamda bile izole edememeleri nedeniyle hapishanelerde şimdi ciddi salgınlar patlak veriyor. Bu çaresiz, saldırgan önlemler aşırı karşı direniş vakalarının aynalarını yansıtıyor ve en açık şekilde Cezayir veya daha yakın zamanda Filistin gibi yerlerde askeri-sömürgeci işgal eylemlerini hatırlıyor. Böyle önlemler daha önce hiç bu ölçekte ya da dünya nüfusunun çoğunluğuna ev sahipliği yapan megakentlerde bu şekilde uygulanmadı. Bu kısıtlamanın uygulanması dünya devrimi düşünenler için garip bir ders sunar çünkü esasen kısıtlamalar da devletin bir reaksiyon provasıdır.

Çin sosyal medya hesaplarında dolaşan bir yerel karantina kontrol noktasının fotoğrafı

Yetersizlik

Bu özel baskı Çin devletinin virüsün yayılmasını engelleyen asil nedene yardımcı olmak için daha fazla insanı harekete geçirebilmesiyle beraber görünüşte insani bir karakterinden yararlanıyor. Fakat beklenildiği üzere bu tarz önlemler de yine her zaman olumsuz sonuçlar gösterdi. Her şeyden önce kontrgerilla harekatları ancak işgalin, tedirginliğin ve ekonomik birleşmenin daha güçlü formlarının imkansız hale geldiği zamanlarda yürütülen umutsuz bir savaş türüdür. İster Fransız koloni çıkarları olsun, ister Amerikan egemenliği olsun isterse başka ülkeler olsun bu gücün ortaya koyacağı şeyin derin yetersizliğine ihanet eden, maliyetli, verimsiz ve artık son bir çırpınıştır. Kısıtlamanın sonucu neredeyse her zaman ilkinin bastırılmasının yaralarını taşıyan ve daha da çaresizce yapılan ikinci bir ayaklanmadır. Burada karantina iç savaşın ve kontrgerilla harekatının gerçekliğini neredeyse hiç yansıtmaz. Fakat bu durumda bile önlemler kendi şekillerinde geri tepti. Devletin çabalarının çoğunun bilgi konrolü ve herhangi medya aracında yer alan sürekli propaganda olmasıyla beraber husursuzluk da kendisini büyük ölçüde aynı platformlarda ifade etmiştir.

Virüsün tehlikeleri hakkında bilgi sağlayan ilk muhbirlerden olan Dr.Li Wenliang’ın 7 Şubatta ölümü ülke genelinde tüm vatandaşları sarstı. Li Ocak ayı başında, virüse yakalanmadan önce, “yanlış bilgi” yaydığı için polis tarafından toplanan sekiz doktordan biriydi. Ölümü netandaşlarda öfke ve Wuhan yönetiminden de pişmanlık beyanı ortaya koydu. İnsanlar, devletin ne yapacağına dair hiçbir fikri olmayan ama bunu hiç çaktırmayan beceriksiz yetkililer ve bürokratlardan oluştuğunu görmeye başlıyor. [xvi] Bu olgu, Wuhan’ın belediye başkanı Zhou Xianwang devlet televizyonunda hükümetinin bir salgın meydana geldikten sonra virüs hakkında kritik bilgileri yayınlamayı geciktirdiğini kabul etmek zorunda kaldığı zaman gün yüzüne çıktı. Salgının yol açtığı gerilim, devletin topyekün seferberliği tarafından tetiklenen gerilim ile birleşince, hükümetin kendisini boyadığı kağıttan ince portrenin arkasında yatan derin çatlakları kamuoyuna göstermeye başladı. Başka bir deyişle, bunun gibi koşullar Çin devletinin temel yetersizliklerini, daha önce hükümetin propagandasına itibar eden insanlara da gittikçe artan bir şekilde açık etti.

#ChinaÇKP’nin “enfeksiyon kontrolü” propagandası#Wuhan yerel halk

“Her gün sadece Parti bayrağıyla grup fotoğrafları çekmek için buradalar”

“Fotoğrafı çektikten sonra KKD’sini[kişisel koruyucu donanım] çıkardılar. Arabasını silmek için KKD’sini kullanıyor! “

“KKD’yi çöp kutusuna attı!” #WuhanCoronavirus pic.twitter.com/Gb1fxBXy12

– W. B. Yeats (@ WBYeats1865)12 Şubat 2020 

Devletin cevabının temel karakterini ifade eden tek bir sembol varsa eğer o yukarıdaki video gibi bir şey olurdu. Bu video Wuhan’lı biri tarafından çekilen ve Hong Kong’da Twitter üzerinden batı interneti ile paylaşıldı.[xvii]Aslında Çin bayrağıyla fotoğraf çekerek tam koruyucu giysilerle donatılmış doktorlar veya ilk müdahaleci gibi görünen bir dizi insanı gösteriyor. Videoyu çeken kişi her gün o binanın önünde çeşitli fotolar çakebilmek amacıyla bulunduklarını anlatıyor. Video daha sonra koruyucu teçhizatı çıkarıp sohbet ve sigara etrafında dururken, arabalarını temizlemek için takımlardan birini kullanarak erkekleri takip ediyor. Sürüşten önce, adamlardan biri koruyucu giysiyi yakındaki bir çöp kutusuna atıyor, hatta görülmeyeceği yere kadar doldurmak için bile uğraşmıyor. Bu gibi videolar sansürlenmeden önce hızla yayıldı – devletin onayladığı gösterinin ince perdesindeki küçük gözyaşları.

Daha temel bir seviyeden, karantina insanların kişisel hayatlarında ekonomik yansımalarının ilk dalgasını da görmeye başladı. Bunun makroekonomik yanı, Çin büyümesinde büyük bir düşüş ile yeni bir küresel durgunluk riskiyle, özellikle Avrupa’da devam eden durgunlukla birleştiğinde ve önemli ekonomi sağlığı endekslerinden birine son zamanlarda daldığı bildirildi ve ABD’de iş faaliyetlerinde ani bir düşüş gösteriyor. Dünyanın dört bir yanında, Çinli firmalar ve Çin üretim ağlarına temel olarak bağımlı olanlar, şu anda her iki tarafın bir iş sözleşmesinde yer alan sorumlulukların gecikmesine veya iptal edilmesine izin veren “fors majör” maddeler bakıyorlar ve bu sözleşmenin yapılması “imkansız” hale gelir. Beklenmedik bir zamanda, sadece beklentiler, ülke çapında üretimin yeniden canlandırılmasına yönelik taleplerin artmasına neden oldu. Yine de ekonomik faaliyet yarım yamalak bir şekilde canlandırıldı, bazı yerlerde her şey sıkıntısız bir şekilde işlerken bazı yerlerde ise ne zaman tekrar açılacağı belirsiz bir şekilde durdurulmuştu. Şu anda –1 Mart– merkezi otoritelerin salgının merkez üssü dışındaki tüm alanların işe dönmesi için çağrıda bulundukları belirsiz tarih haline geldi.

Fakat diğer etkileri muhtemelen daha önemli olduğu halde daha az görünür durumda. Çin Yeni Yılı için çalıştıkları şehirlerde kalanlar veya çeşitli kilitlenmeler uygulanmadan önce geri dönebilenler de dahil olmak üzere birçok göçmen işçiler şimdi arafta sıkışmış durumda. Nufüs çoğunluğunun göçmen olduğu Shenzhen’de bölge halkı evsiz insanların sayısının arttığını belirtiyor. Ancak sokaklarda görünen yeni insanlar uzun süredir evsiz değiller, tersine tam anlamıyla gidecek başka bir yeri olmadan oraya atılmış gibi görünüyorlar – hala nispeten iyi kıyafetler giyiyor, açıkta en iyi nerede uyuyacaklarına veya nerede yiyecek elde edeceklerine aşina değiller. Şehirdeki çeşitli binalarda ufak tefek hırsızlıkların görüldü ve bunlar genellikle karantina yüzünden evlerinde kalan insanların kapılarına bırakılan yiyeceklerdi. Üretim durunca tüm işçilerin maaşları da düşüyor. İş kesintileri sırasındaki en iyi durum senaryoları, yeni geri dönenlerin bir veya iki hafta boyunca mahallelerine hapsedildiği, normal ücretlerinin yaklaşık üçte birini ödediği Shenzhen Foxconn tesisinde uygulanan gibi karantinalar. daha sonra üretim hattına dönmesine izin verildi. Yoksul firmaların böyle bir seçeneği yoktur ve hükümetin daha küçük işletmelere yeni ucuz kredi limitleri sunma muhtemelen uzun vadede çok az şey yapacaktır. Bazı durumlarda, Vietnam, Hindistan ve Meksika’daki Foxconn üretimi genişletir gibi yavaşlamayı telafi etmek için virüs fabrikada yer değiştirme konusunda önceden var olan eğilimleri hızlandıracak gibi görünüyor.

Sürreal Savaş

Bu arada, virüse karşı beceriksiz erken tepki, devletin onu kontrol etmek için özellikle cezalandırıcı ve baskıcı önlemlere güvenmesi ve merkezi hükümetin, üretim ve karantinaya eşzamanlı olarak uyum sağlamak için yerliler arasında etkili bir şekilde koordinasyon sağlanamaması, derin bir iş göremezliğin kalbinde kaldığını gösteriyor. devlet makineleri. Arkadaşımız Lao Xie’nin tartıştığı gibi, Xi yönetiminin vurgusu “devlet inşası” üzerindeyse, bu konuda yapılacak çok iş var gibi görünüyor. Aynı zamanda, COVID-19’a karşı yürütülen kampanya ayaklanmaya karşı kuru bir çalışma olarak da okunabiliyorsa, merkezi hükümetin sadece Hubei merkez üssünde etkili bir koordinasyon sağlama kapasitesine sahip olduğu ve diğer eyaletlerdeki yanıtlarının dikkate değer olduğu dikkat çekicidir. Hangzhou gibi varlıklı ve saygın yerler bile büyük ölçüde koordineli ve çaresiz kalıyor. Bunu iki şekilde ele alabiliriz: birincisi,  iktidarının sert kenarlarının altında yatan zayıflık üzerine bir ders olarak, ikincisi ise merkezi durumdayken koordinatsız ve irrasyonel yerel tepkilerle ortaya çıkan tehdide dikkat etmek Makine bunalmış durumda.

Bunlar, bitmeyen birikimin yarattığı yıkımın hem küresel iklim sistemine hem de Dünya’daki yaşamın mikrobiyolojik alt katmanına doğru genişlediği bir dönem için önemli derslerdir. Bu tarz krizler giderek daha sıradan hale gelecek. Kapitalizmin kalıcı krizi ekonomik olmayan bir karaktere bürünürken, yeni salgın hastalıklar, kıtlıklar, seller ve diğer “doğal” felaketler, devlet kontrolünün genişletilmesi için bir gerekçe olarak kullanılacak ve bu krizlere yanıt giderek daha fazla ayaklanmaya karşı yeni ve denenmemiş araçlar kullanma fırsatı. Uygun komünist politikalar bu olguların ikisini de bir arada kavramalı. Teorik bir seviyeden bu kapitalizmin eleştirisinin pozitif bilimlerden ayrıldığında fakirleştiğini kavramak anlamına geliyor. Ancak pratik düzeyde, günümüzde mümkün olan tek siyasi projenin kendisini yaygın ekolojik ve mikrobiyolojik felaketle tanımlanan bir alana yönlendirebileceği ve bu sürekli kriz ve atomizasyon durumunda çalışabileceği anlamına da geliyor.

Karantinaya alınan bir Çin’de, en azından ana hatlarında böyle bir manzara görmeye başlıyoruz: rahatsız edici karın en ufak bir filmiyle silinen boş kış sonu sokakları, pencerelerden bakan telefonla aydınlatılmış yüzler, yedek birkaç hemşire tarafından görevlendirilen olay barikatları ya da polis ya da gönüllüler ya da sadece bayrakları kaldırmak ve maskeni takıp eve dönmeni söylemekle görevli ücretli aktörler. Salgın toplumsaldır. Dolayısıyla bu kadar geç bir aşamada onunla savaşmanın tek yolunun toplum üzerinde sürreal tarzda bir savaş yürütmek olması kimseyi şaşırtmamalıdır. Kalabalıklar halinde bir araya gelmeyin, kaos çıkarmayın. Fakat kaos izolasyonda da ortaya çıkabilir. Tüm dökümhanelerdeki fırınlar yumuşakça çatırdayan közlere ve daha sonra kar-soğuk külüne soğudukça, birçok küçük çaresizlik yardımcı olamaz, ancak bu toplumsal bulaşma gibi bir gün daha büyük bir kaosa yavaşça bir araya gelmek için karantinadan dışarı sızar, içermesi zor.

Bunun gibi daha fazla yazı için burada bedava olarak online versiyonu mevcuttur yahut buradan yüksek kaliteli basılı versiyonunu alarak bize destek olabilirsiniz. 

Notlar

[i] Bu bölümde açıklayacağımız şeylerin çoğu, Wallace’ın daha genel bir kitleye yönelik ve diğer biyologlara “dava açmaya” gerek kalmadan kendi argümanlarının daha özlü bir özetidir. titiz argümanların ve kapsamlı kanıtların ortaya konması. Temel kanıtlara meydan okuyacaklar için, Wallace ve vatandaşlarının çalışmalarına değiniyoruz.

[ii] Robert G Wallace, Big Farms Make Big Flu: Dispatches on Infectious Disease, Agribusiness, and the Nature of Science, Monthly Review Press, 2016. sf.52

[iii] Ibid, sf.56

[iv] Ibid, sf. 56-57

[v] Ibid, sf.57

[vi] Bu, ABD’nin Çin ile bugün karşılaştırılmasının da bilgilendirici olmadığı anlamına gelmiyor. ABD’nin kendi büyük tarımsal sanayi sektörü olduğu için, anti-biyotik dirençli bakteriyel enfeksiyonlardan bahsetmemekle birlikte, tehlikeli yeni virüslerin üretimine büyük katkıda bulunmaktadır.

[vii] See: Brundage JF, Shanks GD, “What really happened during the 1918 influenza pandemic? The importance of bacterial secondary infections”. The Journal of Infectious Diseases. Volume 196, Number 11, December 2007. sf. 1717–1718, author reply 1718–1719; and: Morens DM, Fauci AS, “The 1918 influenza pandemic: Insights for the 21st century”. The Journal of Infectious Diseases. Volume 195, Number 7, April 2007. sf. 1018-1028

[viii] See “Picking Quarrels” in the second issue of our journal: <http://chuangcn.org/journal/two/picking-quarrels/>

[ix] Bu iki pandemik üretim yolu, Marx’ın üretim alanında “gerçek” ve “resmi” birikim olarak adlandırdığı şeyi kendi yollarıyla yansıtıyor. Gerçek toplamda, gerçek üretim süreci, üretimin hızını ve büyüklüğünü arttırabilen yeni teknolojilerin getirilmesi ile değiştirilir – endüstriyel ortamın viral evrimin temel koşullarını nasıl değiştirdiğine benzer şekilde, yeni mutasyonlar daha hızlı ve daha fazla erkeklikle. Gerçek toplamdan önce gelen resmi toplamda, bu yeni teknolojiler henüz uygulanmamıştır. Bunun yerine, daha önce var olan üretim biçimleri, el dokuma tezgahı işçilerinin, ürünlerini kâr için satan bir atölyeye yerleştirilmesi durumunda olduğu gibi, küresel pazarla bazı arayüzleri olan yeni konumlarda bir araya getirilir ve bu, “doğal” ortamlarda üretilen virüslerin vahşi nüfustan çıkarılma ve küresel pazar yoluyla yerli nüfusa girme biçimleri.

[x] Ancak bu ekosistemleri “insan öncesi” ile eşitlemek bir hatadır. Bu ekosistemleri “insan öncesi” ile eşitlemek bir hatadır, ancak Çin mükemmel bir örnektir, çünkü görünüşte “ilkel” doğal manzaralarının birçoğu, daha önce var olan türleri ortadan kaldıran çok daha eski insan genişleme dönemlerinin ürünüdür. Filler gibi Doğu Asya anakarasında yaygındır.

[xi]Teknik olarak bu teknik, en ölümcül olanı sadece Ebola virüsü, daha önce Zaire virüsü olarak adlandırılan 5 kadar farklı virüs için battaniye bir terimdir.

[xii] For the West African case specifically, see: RG Wallace, R Kock, L Bergmann, M Gilbert, L Hogerwerf, C Pittiglio, Mattioli R and R Wallace, “Did Neoliberalizing West African Forests PRoduce a New Niche for Ebola,” International Journal of Health Services, Volume 46, Number 1, 2016; And for a broader overview of the connection between economic conditions and Ebola as such, see: Robert G Wallace and Rodrick Wallace (Eds), Neoliberal Ebola: Modelling Disease Emergence from Finance to Forest and Farm, Springer, 2016; And for the most direct statement of the case, albeit a less scholarly one, see Wallace’s article, linked above: “Neoliberal Ebola: the Agroeconomic Origins of the Ebola Outbreak,” Counterpunch, 29 July 2015. <https://www.counterpunch.org/2015/07/29/neoliberal-ebola-the-agroeconomic-origins-of-the-ebola-outbreak/>

[xiii] See Megan Ybarra, Green Wars: Conservation and Decolonization in the Maya Forest, University of California Press, 2017.

[xiv] Tüm kaçak avcılığın yerel kırsal yoksul nüfus tarafından yürütüldüğünü veya farklı ülkelerin ulusal ormanlarındaki tüm korucu güçlerinin eski komünist karşıtı paramiliterlerle aynı şekilde çalıştığını ima etmek kesinlikle yanlıştır, ancak en şiddetli çatışmalar ve en agresif vakalar ormanlık militarizasyonun hepsi bu kalıbı takip ediyor gibi görünüyor. Bu fenomene geniş kapsamlı bir genel bakış için Geoforum’un (69) konuya özel 2016 sayısına bakınız. Ön söz burada bulunabilir: Alice B. Kelly ve Megan Ybarra, “Temalı konuya giriş:“ Korunan alanlarda yeşil güvenlik ”, Geoforum, Cilt 69, 2016. sf. 171-175 <http://gawsmith.ucdavis.edu/uploads/2/0/1/6/20161677/kelly_ybarra_2016_green_security_and_pas.pdf>

[xv] Burada bahsedilen tüm hastalıklardan en düşük olanı, yüksek ölüm oranı, büyük ölçüde çok sayıda insan konağa hızlı yayılmasının bir sonucudur ve bu da çok düşük bir ölüm oranına rağmen yüksek bir mutlak ölüm ücretiyle sonuçlanmıştır.

[xvi] Bir podcast röportajında, anakaradaki arkadaşlarına atıfta bulunan Au Loong Yu, Wuhan hükümetinin salgın tarafından etkili bir şekilde felç edildiğini söylüyor. Au, krizin sadece toplumun dokusunu parçalamakla kalmayıp, aynı zamanda ÇKP’nin sadece virüs yayıldıkça ve ülke genelindeki diğer yerel yönetimler için yoğunlaşan bir kriz haline geldiği bürokratik makinesini de parçaladığını ileri sürüyor. Röportaj 7 Şubat’ta yayınlanan The Dig’den Daniel Denvir tarafından yapılmıştır: https://www.thedigradio.com/podcast/hong-kong-with-au-loong-yu/

[xvii] Videonun kendisi orjinaldir, ancak Hong Kong’un anakaralara ve ÇKP’ye yönelik ırkçı tutumların ve komplo teorilerinin bir yatağı olduğunu belirtmek gerekir; Hong Kongers’ın virüs hakkında sosyal medyada paylaştığı şeylerin çoğu dikkatli olmalıdır gerçekleri kontrol etti.

Kaynak: Social Contagion: Microbiological Class War in China

Çeviri: Yeryüzü Postası


Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir