Birleşik Krallık Seçimleri; Corbyn Neyi Temsil Ediyor? – Mikail Fırtınacı

kategori:

Bugün sonuçları belirginleşen Birleşik Krallık seçimlerinde Tory hükümetinin parlamento’da ki sandalye sayısı azaldı ve İşçi Partisinin oyları ve vekilleri arttı. Buna rağmen aslında Muhafazakarların oyları azalmış değil. Tersine şimdilik oylarını %5 civarında arttırmış görünüyorlar. Aslında olan şey dünyanın her yanında gördüğümüz sürece çok benziyor; Birleşik Krallık toplumu kültürel ve sembolik bloklar etrafında kutuplaşıyor.

İngiliz Parlamenter İşçi Partisi’nin tarihini unutmayı ya da bilmemeyi seçen sol ise şimdiden zafer çığlıkları atmaya başladı bile. Hele bir durun! Öncelikle dünya proletarya tarihinde İngiliz İşçi Partisi’nin çok özel ve önemli bir yeri var. Bu parti 19. Yüzyıl sonlarında sendikalar tarafından kuruldu. 1880’lere kadar sendikalar İngiliz parlamento seçimlerinde liberalleri destekliyordu. 1880’lerden sonra ücretler artmasa bile temel gıda ve diğer tüketim mallarının fiyatlarının gelişen taşıma ve üretim teknikleri sayesinde düşmesi geleneksel sektörlerde ekonomik grevleri kısmen azalttı. Buna bir de genel oy hakkının yavaş yavaş yoksul ve işçi erkeklere doğru genişlemesi de eklendi. Bu koşullarda gittikçe işlevsizleşen zanaatçı loncası kökenli sendikalar yeni açılan parlamenter politika alanına girmeyi varlıkları açısından elzem gördüler.

Buna paralel bir başka gelişme de 19. Yüzyıl ortasından itibaren dünya çapında parlamentoların ve yasal asambleleri özellikle batıda hızla yaygınlaşmaya başlamasıdır. Eskiden kral ve aristokratların keyfi ya da geleneksel şekilde düzenlediği bir çok hukuksal sorun yasal düzenlemelere kavuşmaya başladı. Hukuk bu dönemin yükselen mesleği oldu ve parlamentolar her konuda yasalar çıkarır oldular.

İşte Labour Party (İşçi Partisi) bu koşullar içinde doğdu. Ücret artışı için yapılan grevlerin azalması ve parlamento yoluyla çalışma koşullarını düzenleyen reformların elde edilebilmesi hatta bunları liberallerin de desteklemesi, seçimlere parti olarak katılmayı sendikalar açısından elzem kıldı. Böylece bir çok liberal burjuva İP adına ve İP içerisinde seçimleri girip Liberallere soldan destek veren bir parti fonksiyonu üstlendiler. Proletarya tarihinde sosyalistlerin değil de sendikaların, hem de en gerici ve elitist sendikaların kurduğu ve yönettiği bir parti olması bakımından İP eşsiz bir örnektir. Hızla güçlenen İP içine daha sonra kimi sosyalistler katılmış olsa da İP dünyadaki benzerlerinden sosyalizme en uzak işçi partisi olması bakımından ayrılır. Öyle ki William Morris ya da Marx’ın kızı Elanor Marx asla bu partiye katılmadı. Bir çok marksist ve elbette anarşist bu partiden uzak durmuştur.

Birinci Dünya Savaşı’ndan itibaren İP açıkça anti-komünist ve proletarya düşmanı bir çok politika izledi. 1914’te İP liderliği Britanya’nın savaş hükümetine katıldı ve bu vahşi emperyalist savaşı eleştiren, savaş boyunca grev yapan işçileri ve sosyalistleri devlet adına ezdi, ezilmelerini destekledi. 1910’larda işçi sınıfı yeni ve militan mücadele taktikleri geliştirip, kanun dışı grevler örgütlemeye başladığında İP bunlara karşı çıktı ve yine, ezilmelerini destekledi. Bu grevleri yapan işçilerin çoğu kalifiye olmayan yeni bir işçi demografisindendi  ve devrimci-sendikalizme eğilimliydi. İP’ye ve İP’yi yöneten geleneksel sendikalara mesafeliydiler. İP bu işçilerden ve mücadelelerinden parlamenter taktiklerine zarar vereceği için ürkmüştü.  Bundan sonra Britanya’nın gördüğü bütün grev dalgalarında İP grev karşıtı ve grev kırıcı bir tutum aldı. 1926, 1945, 1968 ve 80’lerdeki madenciler grevi hep bunların örnekleriyle doludur.

Ancak İP’nin esas rolü her zaman Britanya emperyalizmini ve kolonyalizmini soldan desteklemek olmuştur. Yine de Corbyn’i Tony Blair çizgisinde ki liberalizmden elbette ayırmak gerekir. Tony Blair İP’nin başına geldiği zaman SSCB yeni çökmüş ve İngiliz geleneksel sanayi hızla üçüncü dünyaya taşınıyordu. Blair’in başdanışmanı olan Anthony Giddens gibi sosyologlar bu dönemde işçi sınıfının öldüğü, sosyalizmin yenilmiş olduğu gibi saçma bir ideoloji ürettiler. Artık herkesin kapitalizm altında yaratıcı işler yapıp mutlu mesut yaşayacağı gibi abuk sabuk fikirler savundular. Dönem ‘tarihin sonuydu’. Neyse ki tarih durmadı ve bu dönem çabucak kapandı. 2007-8  krizi Blair ve Blairci çizginin sonunu İP’nin ise ideolojik, örgütsel krizini getirdi.

İşte Corbyn tam da bu döneme bir tepki olarak yükseldi. Ekonomik kriz, geleneksel işçi kesiminin Britanya’da yaşadığı derin sefaleti görünür kıldı. Bütçe kesintileri yüzünden sosyal yardımlarla ucu ucuna geçinen işsiz ve işsizlik kıyısında yaşayanların, işçi sınıfının kıyısındaki kesimlerin, emekli ve öğrencilerin süründüğü Birleşik Krallık ile turistlerin, şeyhlerin, vurguncu Londra finans kapitalistlerinin ve üçüncü dünya diktatörlerin Birleşik Krallık’ı arasında derin bir uçurum var.

Corbyn’in seçim programı da bu iki sınıf arasındaki uçurumu dikkatle ve özenle sabit tutmayı ve bunu yaparken de zenginlerin Britanyasını rahatsız etmemeyi gözetiyor. İP 2017 seçim manifestosunun önemli başlıklarından birisi sermayenin yeniden üretimi için gerekli alt yapı yatırımlarının yapılması üzerine. Özellikle batıda eski altyapının yenilenmemesi ciddi bir sorun ve özelleştirmelerden sonra bu altyapıları devir alan şirketler onarım maliyetler kâr oranlarını düşürdüğü için bunları yapmıyor, kronik bir çöküş yaşanıyor. İP bu altyapı sektörlerini devir alarak aslında sermayenin zararını toplumsallaştırmayı hedefliyor. Böylece sermaye için de gerekli olan kanalizasyon, yol, demiryolu, elektrik ve internet ağı gibi altyapı harcamalarının bedelini devlet kapitalistler lehine karşılamış olacak. Maliyetler toplumsal, kâr ise özel elde birikebilecek. Biz bunu AKP’den biliyoruz.

Ama İP manifestosunun esas önemli noktası finans sektörü üzerindeki vergiler. Üçüncü dünya vurguncularının servetlerini değerlendirmek için kaçtıkları yerlerin başlıcalarından biri Londra finans sektörü. İP programı buradaki finans şirketlerini vergilendirmeyi vadediyor ama bir yandan da ‘diğer ülkelerde alınan vergiden daha fazla vergi alınmamak kaydıyla’ diye ekliyor. Ne şiş yansın ne kebap. Sermayenin uluslararası dolaşımını ürkütmemek için maksimum çabayı gösteren Corbyn’in manifestosunda göçmenler için elbette tek bir laf yok. İP’nin geleneksel tavrı ise tamamen milliyetçi, yabancı ve göçmen karşıtı. Şimdilik Corbyn bu konuda susuyor. Akdeniz’de binler boğulurken…

Son olarak eski Britanya imparatorluğunun en önemli ihraç kalemlerinden biri, onun ekonomik ve politik egemenliğinin temeli silah sanayisi ve ordusu. İP manifestosu bu konuda da burjuvaziye güvence veriyor. Askeri yatırımların azaltılmayacağı, ‘insan hakları hukuku gözetilmek şartıyla’ silah ticaretini destekleyeceğini açıkça söylüyor. Son olarak Corbyn’in ‘toplumsal huzur için 10.000 yeni polisi işe alacağını’ açıklaması da cabası. Zaten çiçeği burnunda İP vekilleri arasında eski bir polis şefi bile var.

Eğer Birleşik Krallığın dünya proletaryasının enternasyonal mücadelesi önünde ne kadar önemli bir engel olduğunu unutup, İP’nin bir kaç işçi kökenli bürokratı nasıl ihya edeceğine bakarsanız gerçekten de bunlar önemsiz gözükebilir. Ama insanlık tarihinin bu en eski burjuva devleti yüz yıl önce Rusya ve Avrupa’daki ilk proleter devrim dalgasını ezmeye çalışan kapitalist koalisyonun başını çekmişti. Bugün de işçi sınıfının geleceği önünde en önemli tehditlerden biri. Diplomatik becerileri ve askeri gücü hala etkin. İP bunu zayıflatmak yerine güçlendirmeyi ve sürdürmeyi vadediyor. Elbette altı boş bir ‘insan hakları’ diskuruyla birlikte. Evet hani o Irak, Libya ve Suriye savaşlarından bildiğimiz insan hakları söylemi…

Hal böyleyken Corbyn’in radikal soldan ve hatta anarşistlerden bile bu yoğun desteği nasıl aldığını açıklamak gerek. Bu desteğe kısmen ana akım İngiliz basının yoğun Corbyn düşmanlığı sebep oldu. Onun kemer sıkma politikalarına karşı çıkması ve en önemlisi Brexit sürecinde açıkca AB yanlısı tutum almayışı Corbyn’e ana akım medyanın düşmanlığını kazandırdı. Ve böylelikle burjuva medyasından tiksinmiş İngiliz halkı gözünde aslında Corbyn’e büyük bir destek vermiş oldu. Corbyn’in keynesyen ve ulusal bağımsızlıkçı tutumu ise yine İngiliz finans çevrelerini ve AB yanlısı bürokratları ürküttü. Bu da egemen sınıf içerisinde sempatik ve mağdur birini görünce hemen yelkenleri suya indiren radikal solun kalbini yumuşattı.

Ama bunlardan çok daha önemli olan Corbyn’in kişisel geçmişi ve ‘established’ sol açısından temsil ettiği konum. Blair İP’yi ele geçirdiğinde tıpkı sanayide olduğu gibi politikayı da yeniden yapılandırdı. Maaşlı çalışanları, dergileri ve bürokrasisiyle dev ve yaşlı İP küçülüp minik bir kampanya partisine dönüştü. Tıpkı dünyanın diğer yerlerinde ılımlı sosyalist işçi sınıfı kökenli militanlardan oluşan kitle partilerinin tasfiye edilmesi gibi İP de tasfiye edildi. Bu eski kuşağın yerini tekil meselelerle uğraşan, sosyoloji, hukuk vs. okumuş, çalıştıkları sivil toplum örgütleri yoluyla yasal düzenlemeler yapmak ve lobi faaliyeti yürütmek için kampanyalar yürüten bir profesyonel aktivist kesimi aldı. Corbyn işte bu kesimin doğal bir temsilcisi gibi. Her zaman kalabalıklar karşısında konuşmayı seven ve içeriği ne olursa olsun her kampanyanın önünde koşan Corbyn profesyonel aktivistlerin doğal seçeneğiydi. Bu kesim başarılı bir kampanya ile 2015 seçimlerinde aldığı ağır yenilgiyle demoralize olmuş Blairci, AB’ci neo-liberal liderliği alt edip partinin tepesine Corbyn’i getiriverdi.

Bugün bu profesyonel aktivizmin proletarya açısından ne kadar tehlikeli olabileceğini bir kere daha gördük. Toplumsal devrimi, birleşik bir dönüştürücü özne olarak enternasyonal proletaryayı ve enternasyonal politik örgütlenmeleri reddeden bu profesyonel aktivistler çürümüş parlamentarizm için bir hayat aşısı gibiler. Tutarsız ve zamanı geçmiş bir post-modern literatürün tedrisatından geçmiş, yarım yamalak obskürantist ve eklektik bir anti-komünist liberalizm öğrenip elit okullarından ipini koparıp kaçmış bu ‘yeni-sol’ tipler iktidara aç. Tıpkı dahil oldukları profesyonel orta sınıflar gibi sermayeye sahip değiller ya da sahip oldukları sermaye ciddi risk altında ve gelip geçici. Geniş çaplı politik analizlere ve teoriye sahip olmamaları bir yana bunları totaliter buldukları için karşılar. Devlet, akademi, basın ya da sivil toplum içinde kendilerine kalıcı bir kariyer yapmak için her türlü oportünist ittifaka açıklar. Gerekirse sosyalizmle bile. En azından lafta. Ve işçi sınıfı içerisinde komünizme yönelik yavaş yavaş yükselen ilgiyi de bu yüzden sömürüyorlar.

Bu kesim elbette baş düşmanımız değil. Kendileri de çoğu mülksüz olan profesyonel aktivistlerin en samimileri elbette kazanılabilir. Ama dizginleri bu kesime bırakır ve bunlarla etkin ve derinlikli bir teorik tartışma yürütmezsek geçen yüzyılda çokça tekrarlanan devlet sosyalizmi deneyimlerinin trajikomik tekrarlarını yaşamaya mahkumuz. Çözüm komünizm. Bu gün kadar açık gerçeği ancak sabırla ve incelikle açıklarsak toplumu kazanabiliriz. O zamana kadar kestirme yolların götürdüğü çıkmaz sokaklarda bocalayacağız ve Syriza felaketlerini tekrar ve tekrar yaşayacağız.


Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir