Sınıf kavramına bakışta tarihsel farklılık – Kara Kızıl Notlar

yazar:

kategori:

Kara Kızıl Notlar dergisinin Eylül 2005 tarihli 3. Sayısında yayınlanmıştır

Giriş

Sınıf sözcüğü Fransızcaya 14.yy, İngilizceye 16yy.’da girer. Her ikisi de Latince classıs sözcüğünden gelir ve classıs sözcüğü yurttaşları, servete göre ayıran çeşitli kategorileri belirtir. 18yy. sonlarından itibaren İngiltere’de daha sonra da 19yy.’da diğer Avrupa ülkelerinde sınıf sözcüğü farklı bir anlama bürünür. Toplumsal ayrım ve ilişkileri farklı düşünmenin bir şekli olur. Sosyolojik ve siyasal düşüncenin önemli bir kavramı haline gelen modern toplumsal sınıf kavramının tarihi böylece başlar. Bu anlamda sınıf; tarihsel olarak belirlenmiş bir üretim düzeni içindeki konumlarına ve üretim araçlarıyla olan ilişkilerine, toplumsal rollerine ve toplumsal gelirden aldıkları payın büyüklüğüne göre birbirinden ayrılan geniş insan gruplarıdır. Sınıf olmak için her bireyin ayrı ayrı ortak çıkarları olması gerekir. Bireyler kendi çıkarlarını korurken sınıfın çıkarlarını da korumuş olurlar. Tarih boyunca tüm toplumlar için geçerli olan tabakalaşma Marx’la beraber toplumsal sınıflar ( işçi sınıfı ve burjuvazi) olarak kavramsallaştırılır. Marx’da sınıf kavramının özgünlüğü; sınıfların tarihsel anlamda saptanması ve özellikle de gelecekte oynayacakları rolün aydınlatılmış olmasında yatar. Marx’ın kendi deyimiyle getirdiği yenilik şu olmuştur:

1) Sınıfların varlığı, sadece üretimin belli tarihsel gelişim evrelerine bağlıdır.
2) Sınıf mücadelesi zorunlu olarak proleterya diktatörlüğüne varır.
3) Bu diktatörlükte; tüm sınıfların ortadan kalkmasından ve sınıfsız topluma geçişten ibarettir.

Sınıfla çoğu zaman sınıfın içindeki katmanlar karıştırılır. Proleterya tek bir işçi sınıfını anlatmaktadır ve Marx proleterya içindeki katmanları modern sanayii proleteryası (devrimci proleterya) ve lümpen proleterya (yararsızlar) olarak ayırır. Belirtmekte yarar var, yazının amacı marksizm tartışması açmak değildir. Ancak anarşist komünistlerle marksist komünistlerin nerde ayrıldığı merak konusudur. Tam bu noktada hem sınıf kavramı marksizmi anmadan geçilemeyeceği için hem de proleterya denilince akla marksist yorumu geldiğinden marksistlerle anarşist komünistlerin proleteryaya yaklaşımlarındaki farklılığı kısaca koyarak tanımlamaya gidilecektir.

Anarşist komünistleri marksistlerden ayıran tarihsel farklılıklar

. Devlet eleştirisi
. Tarihsel materyalist kavrayışın oluşturduğu sınıf mücadelesinin zorunlu olarak “proleterya diktatörlüğü”ne ulaşacağı tezinin reddi
. Proleterya tanımı
. Devrimci proleteryaya yönelik farklı yaklaşım

Devlet eleştirisi: Kapitalizmi sadece devlet eleştirisi olarak günümüz anarşistleri kurar. Marksistler ise ekonomi-politiğe indirgenmiş kapitalizm tahlilleriyle devleti önemsizleştirme eğilimindedirler. Kapitalizmi her ne kadar ekonomik sınıflar karakterize etsede kapitalizm bir iktidar modelidir. Devlet eleştirisi taşımayan bir kapitalizm tahlili ortadan kaldırdığı sınıfların yerine yenilerini her ne kadar iyi niyetli olursa olsun yaratmaya mahkumdur. Devlet örgütlü bir tahakküm aracıdır, bir sınıfın bir başka sınıf üzerindeki tahakkümüdür. Bu yüzden lav edilmelidir.

Proleterya diktatörlüğü: Proleterya diktatörlüğü ezilen işçi yığınlarının “devrim”le yönetici bir azınlığa dönüşmesidir. Bu ise devrimden ziyade bir hükümet değişikliğini andırır. Yönetici sınıf her ne kadar işçilerden oluşsa da artık işçi değil yöneticidir. Devleti temsil etmektedir ve kendi sınıfına yabancılaşmıştır. Marx’ın proleterya diktatörlüğünü tarihsel bir zorunluluk olarak görmesi, iktidarı önemsizleştirme eğiliminin bir ürünüdür. Reformizmi küçük burjuva devrimciliği olarak eleştiren bir kavrayışın, devletin sönümlenmesine giden yolun proleterya diktatörlüğünden geçeceğini söylemesi tutarsızlık içerir. Bunla birlikte proleterya diktatörlüğünün kendi kendini yok edeceği tezi fazlaca iyi niyetli bir yaklaşım olarak kalacaktır ve devrim iyi niyetlere terkedilemez. Bakunin bu durumu şöyle ifade eder: “En içten demokratı tahta oturtun, eğer hemen inmezse, kesinlikle hainleşecektir.” Biz devrimden basit bir iktidar değişikliğini değil, sınıfların ortadan kalkmasını, iktidarın (devlet) yok edilmesini anlarız. Bu diktatörlük gariptir ki yeni bir yönetici sınıf üreterek, proleterya diktatörlüğü adı altında bizzat proleterleri ezecek bir aygıta dönüşecektir ve tarih anarşist komünistlerin bu tezini Ekim devrimiyle şüpheye yer bırakmayacak şekilde kanıtlamıştır.

Proleterya tanımı ve devrimci proleterya : Marx proleterya kavramsallaştırmasında üretim araçlarıyla kurulan özgünlüğe bakar. Bu yüzden memurları proleter olarak tanımlamaz. Anarşist komünistler I. Enternasyonal’den beri “en alttakiler” kavramını esas alarak Marx’ın lümpen proleter olarak tanımladığı ve devrimci proleterya olarak görmediği tüm bu kesimlerin proleter olduğunu ve bizzat devrimci proleteryayı da bunların oluşturduğunu söylemektedir. Örneğin; Hizmet üretenler, memurlar, ev kadınları (evlerdeki fabrikalarda) ağır işçilik konumlarıyla günde 14-15 saate varan çalışma süreleriyle, (çamaşır yıkayan, çocuk büyüten, yemek yapan , salça, turşu, reçel, tarhana vs. üreten) milyonlarca kadın vs. proleter değildir de nedir? Ev kadınları kapitalizmin hiyerarşik varoluşuyla en altta kalmış proleteryanın ayrıcalıklardan yoksun kesimini tarif eder. Erkek-kadına, türk-kürte, heteroseksüel-eşcinsel kimliğe göre ayrıcalık sahibidir. Kapitalist İktidar değişik sömürü biçimleri yaratarak bunların kaynağı olan temel çelişkinin (sınıflar ve iktidarın) üstünü örter. Ataerki kapitalizmden öncede vardı. Ancak ataerkinden tahakküm doğmadı, tahakkümden ataerki doğdu. Cinsel ayrımcılığa son, etnik ayrımcılığa, cinsiyetçi işbölümüne son talepleri proleteryanın talepleridir. Proleteryanın talepleri yalnızca ekonomik taleplerle sınırlandırılamaz.

Cinsiyetçi işbölümü sadece özel alanda değil kamusal alanda da varlığını sürdürür. Bu ise kapitalizme özgü bir durum değildir. Sovyetlerde bile devrim sonrasında kamusal alanda oluşturulmuş ortak çamaşırhane ve bulaşıkhanelerde çalışanların büyük çoğunluğunu kadınlar oluşturmaktadır. Çünkü devlet hiyerarşisi ve iş bölümü varlığını sürdürmektedir. Devrimden sonra feministlerin söylediği gibi kadınlar özgürleşmemiştir ama emekçiler özgürleşmiş midir? Proleterya diktatörlüğü ortaya ayrıcalıkları olan bürokrat yeni bir sınıf yaratmıştır. Emekçiler tuvalete giderken bile izin istemektedir. Trajik olan bunun “Emekçi Cumhuriyeti” adı altında yaşanıyor olmasıdır.

Burda yeri gelmişken birkaç şey söylemekte yarar var. Yıllardır feminist mücadeleyle “işçi sınıfı” mücadelesi bu yüzden barışamamıştır. Kadınlar sınıf mücadelesinden uzaklaşmış haklı olarak yeni özgürleşme dinamikleri aramaya yönelmiştir. Marksist kamp kadının ezilmişliğini kapitalizme bağlarken feminist kampta kadının ezilmişliğini ataerkine kurmuştur. Aslında sadece kadın mücadelesi değil, birçok yeni sosyal hareket benzer dinamiklerle şekillendi (kürt hareketi, kadın hareketi ve eşcinsellerin mücadelesi) ortaya postmodernist, parçaya vurgu yapan bütünü önemsizleştiren marjinalleşmiş mücadele biçimleri çıktı. Parçayı gördüğünü iddia edenler madalyonun bir yüzüyken, bütünü gördüğünü iddia edenler de (iktidar analizinden yoksun kapitalizm analizleriyle) madalyonun diğer yüzünü oluşturdular. Parça-bütün diyalektiği kurulamadı. Proleter kadınlar, kürtler, vs. hala sınıf mücadelesinin zayıf kalmış üzücü bir halkası durumunda.

Proleteryanın bilinci: Sefalet ve yoksunluğun pratik süreci proleteryanın siyasal yönelimini oluşturur. Sınıf bilincini dev fabrikalara, dev işletmelere kurmak eksiktir. Sadece böyle bir artı faktör, bir işçinin kendi sınıfsal gücünü daha çabuk keşfetmesini sağlar ki bu olmasa da kendisi durumundaki milyonlarla nasıl bir kader ortaklığı içinde olduğunun bilincindedir. Kollektif çalışma sınıf bilincini kendi başına yaratamaz. Bu sınıf bilincinin bir yanını (güç öğesini) oluşturur. Tek başına ya da küçük işletmelerde çalışan birçok insan yaşadığı sefalet koşullarının ve yoksun kaldıklarının farkındalığıyla sınıf kini dediğimiz şeyi yaşar. Kendini benzerleriyle ortaklaştırma, benzemeyenlerle ayrıştırma süreci sınıf bilincinin ifadesidir.

Bakunin Marx’a şöyle seslenir: “Modern sanayii proleteryasını öncü güç olarak görmek, nitelik bakımından en az toplumsal ve en bireyci olan, “işçi aristokrasisi”nin bir formudur. Tam aksine “proleteryanın çiçeği” “lümpen proleterya” Marx’ın ve Engels’in aşağıladıkları bu ayaktakımıdır. En ezilmiş, en yoksul ve en fazla yabancılaşmış kesim bu kesimdir. Marksistlerin aksine, ben, kent proleteryasının bu tabakasını maalesef, burjuvazinin siyasal ve sosyal önyargıları ile dar özlemleri ve hak iddiaları, içinde bulunduğu görece rahat ve yarı burjuva konumu sayesinde işçilerin en az sosyalist en çok bireyci olan kesimi olarak görüyorum. Devrimci proleterya mahrum bırakılmış, reddedilmiş, perişanlığa ve cehalete mahkum edilmiş milyonlardır.”

Lümpen proleteryanın “işçi bilinci” taşımadığını söylemek haksızlıktır. Ezilmeyi, aşağılanmayı sömürüyü her gün yaşayan bu kesimler, siyasal eylem yolunda özgürleşmeyi tam da bu pratiklerinden beslenerek yaratırlar. Bu yüzden direnişi çoğu zaman “bilinçli işçi” olarak tanımlanan proleterler değil de taşeron (vasıfsız ) işçiler başlatır. Çünkü onlar devrimi istemez, devrime mecburdurlar. Proleteryayı doğru analiz edebilmek için bütünlüklü bir yaklaşım zorunludur. Bu ileri kapitalist ülkelerdeki işçi sınıfının değişen dinamiklerini (modern sanayii proleteryasının kapitalizme entegrasyonunu içerir) ve üçüncü dünya ülkelerindeki sefalete mahkum edilmiş geniş ezici yığınların nesnel gerçekliğini görebilmekten geçer.

Burjuvaziyle proleterya arasında uzlaşmaz bir çelişki vardır. Bu demektir ki ekonomik çelişkilerle-toplumsal çelişkiler birbirinden ayrı düşünülemez. Toplumsal hiyerarşi gerçek anlamını burada kazanır ve anarşist komünistler proleteryaya yaklaşımda toplumsal hiyerarşideki yeri esas alır, işçici değildir. Toplumsal hiyerarşideki yeri, ekonomik yoksunlukla toplumsal yoksunluğun bütünlüğü ilkesi oluşturur. Aksi halde kürt ezilen kimliğiyle kürt sermayesiyle, ya da kadın kimliğiyle burjuva kadınıyla da aynı örgütlenme içinde olurduk ki bu tam bir teorik karmaşa olurdu.

Bu noktada toplumsal hiyerarşiyi belirleme de kategoriler:

– Ekonomik ölçüt
– ayrıcalıklardan yoksunluk’tur.

Örgütlenme üzerine: Proleteryanın kendiliğinden bilincinin ürünü olan örgüt için öncülere ihtiyacı yoktur. Hepimiz kendi ezilmişliğimizden yola çıkarak kendi benzerlerimizi bulmak, bulduklarımızla sorunlarımızı paylaşmak ve çözüm üretmek isteriz. Sıkışmışlığı ve çözümsüzlüğü her gün yeniden üreten kapitalist iktidar yaşam damarlarımızı kesmiştir. Bu gerçekliğe ilişkin farkındalık, bizi yaşam damarlarımızı yeniden kazanma yönünde bir bekleyişe değil, aciliyete, şaşmaz bir arayışa ve hazırlığa zorlar. Yapmamız gereken sınıf kardeşlerimizle bu hazırlığa (herkesin elinden geldiğince) bir değer katmasıdır. Katılan değer bireylerin yaşamsal açıdan içinde bulunduğu yakıcılık ölçüsünde gelişecektir. Böyle bir örgütlenme sürecinde, anarşist komünistler ezilen yığınların özgür insiyatifini güvence altına alacak zemin arayışının anahtarı olacaktır.

Son olarak anarşist komünizm sınıfsız toplum savunusudur. Sadece burjuvaziyi ortadan kaldırmayacağız. Proleterya da yıkılacak ve sınıfsız bir toplum yaratılacaktır. Özgür komünist dünyaya giden yolda insanı özgürleştirecek ve doğaya yabancılaşmasını kıracak bir üretim modeli yaratılacaktır.


Yorumlar

“Sınıf kavramına bakışta tarihsel farklılık – Kara Kızıl Notlar” için bir yanıt

  1. […] Sınıf kavramına bakışta tarihsel farklılık – Kara Kızıl Notlar […]

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir