İşçi konseyleri üzerine mektup – Anton Pannekoek

Yoldaş Kondor’un Funken dergisinin Aralık 1951 tarihinde yayımlanan sayısındaki “Burjuva Örgütlenme mi Sosyalist Örgütlenme mi?” yazısına ilişkin gözlemleri üzerine bazı eleştirel ve tamamlayıcı görüşler ileri sürmek istiyorum.

Kondor, sözüne sendikaların (ve partilerin) bugünkü rolünü eleştirerek başlamakta tamamen haklı. Ekonomik yapıdaki değişimlerle birlikte, farklı toplumsal yapıların işleyişi de değişmek zorundadır. Sendikalar, özel kapitalizm altında işçi sınıfının açısından mücadele organları olarak vazgeçilmezdi ve bugün de vazgeçilmezdir. Tekelci kapitalizm ve devlet kapitalizmi altında, kapitalizm gelişmeye devam ettikçe, sendikalar da işçi sınıfını bir bütün haline getirmek durumunda olan yönetici bürokratik aygıtın bir parçasına dönüştü. İşçilerin kendi başlarına sürdürdükleri ve geliştirdikleri örgütler olarak sendikalar, işçi sınıfını toplumsal yapıya mümkün olduğu kadar yumuşak bir şekilde bir toplumsal kesim olarak yerleştirmek açısından her türden zor aygıtından daha iyidirler. Bugünün geçiş döneminde ise, sendikaların bu yeni karakteri hiç olmadığı kadar öne çıkıyor. Bunu kavramış olmak, [sendikalar ile işçi sınıfı arasındaki] eski ilişkiyi tamir etmeye dönük çabaların boşa harcanmış olacağını gösteriyor. Fakat sendikalar, aynı zamanda, işçilere kapitalizme karşı mücadele biçimlerini seçmekte daha büyük bir özgürlük sağlamak için de kullanılabilir.

Batı Avrupa’da genellikle “sosyalizm” adı altında gerçekleşen devlet kapitalizmine yönelik gelişme, işçi sınıfının kurtuluşu anlamına değil, daha fazla esaret anlamına gelir. İşçi sınıfının mücadelesi dahilinde uğruna çaba sarf ettiği şey, yani özgürlük ve güvenlik, kendi yaşamının efendisi olmak, ancak üretim araçlarını denetimi altına almasıyla mümkündür. Devlet sosyalizmi üretim araçlarının işçilerin denetimi altında olması değil, devlet organlarının denetimi altında olmasıdır. Eğer bu devlet demokratik bir devlet ise, bunun anlamı, işçilerin efendilerini bizzat kendilerinin seçmesidir. Fakat tam tersine, üretimin işçilerin doğrudan denetimi altında olması ise, çalışanların çalıştıkları işletmeleri yönetmeleri ve aşağıdan daha üst düzey ve merkezi örgütler inşa etmeleri anlamına gelir. İşçi konseyleri sistemi denilen şey, işte budur. Yazar [Kondor], bu anlamda, işçi sınıfının örgütlenmesinin yeni ve gelecekteki ilkesi olarak işçi konseylerine vurgu yaptığında tamamen haklıdır. Üretici kitlelerin örgütlü özerkliği, devlet sosyalizmindeki yukarıdan örgütlenmenin tam tersidir. Fakat şunu da aklımızda tutmak zorundayız: “İşçi Konseyleri” kesin biçimde sabitlenmiş ve sadece zaman içinde ayrıntılar üzerine birtakım düzenlemelerin yapılacağı hatlara sahip bir örgütlenme formu tasarlamaz. İşçi konseyleri demek, bir ilke –işletmelerin ve üretimin işçilerin özyönetiminde olması ilkesi– demektir.

Bu ilke hiçbir şekilde alması gereken en iyi pratik formlar üzerine teorik bir tartışma üzerinden uygulamaya geçirilemez. Kapitalist tahakküm aygıtına karşı pratik bir mücadeleyi dert edinir. Günümüzde “işçi konseyleri” sloganı, işbirliği içinde çalışmak üzere kardeşçe bir araya toplanmak anlamına gelmez; –kardeşliğin de rol oynadığı– bir sınıf mücadelesi anlamına gelir, kitlelerin devlet iktidarına karşı devrimci eylemi anlamına gelir. Devrimler, kuşkusuz, iradenin ürünü olarak ortaya çıkmazlar; kriz uğraklarında, durum dayanılmaz hale geldiğinde kendiliğinden ortaya çıkarlar. Devrimler, ancak kitlelerin yaşamlarının dayanılmaz hale gelmiş olduğu düşüncesi ve ne yapılması gerektiğine dönük belirli bir genel kabul görmüş bilincin varlığı halinde gerçekleşirler. Propagandanın ve kamusal tartışmanın rollerini oynayacakları yer de burasıdır. Bu eylemler ise, işçi sınıfının geniş kesimlerinin kendi mücadelelerinin doğasına ve hedefine dair açık bir anlayışa sahip olmaması durumunda kalıcı bir başarıyı garanti edemez. İşçi konseyleri kurma gerekliliğinin bir tartışma konusu edilmesi de işte bunun içindir.

Bu nedenle, işçi konseyleri düşüncesi –ne yarın ne de birkaç gün içinde– gerçekleştirilecek bir pratik hedefler programını içermez; bunun yerine, sadece, işçi sınıfının halen daha önünde uzanan uzun ve ağır bir özgürlük kavgasına ilişkin bir rehber olarak iş görür. Marx’ın bir keresinde dediği gibi: kapitalizmin vakti doldu; ancak Marx’ın da kuşkuya yer bırakmayacak biçimde söylediği üzere, bu vakit bütün bir tarihsel dönem anlamına gelebilecektir

* Pannekoek tarafından yazılan bu mektup ilk olarak Haziran 1952 tarihinde Funken dergisinin 3. Cildinin 1. Sayısında yayımlanmıştır.

[Libcom’daki İngilizce orijinalinden Soner Torlak tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]

Kaynak: Sendika.org


Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir