Kavgamız hepinizle, sizin çürük düzeninizle!

Boyutu ve kendini yasalarla meşru göstermesi dışında, devletler, çetelerden, mafyatik örgütlerden farksızdır. Devletlerin amacı egemen sınıfların çıkarları adına milyonlarca insanı baskı altında tutmaktır. Bunun için tehdit eder, kaçırır, rehin alır, işkence yapar, öldürürler. Racon kesmezler ama kontrol altına alınması gereken milyonlar için yasalar koyarlar. Varlıklarını yasalarla meşrulaştırsalar da, tarih boyunca tüm devletler, egemenlerin çıkarları ve iktidarlarının devamlılığı için, kendi koydukları kuralların dışına çıkmışlardır. Bu istisnai değil sistematiktir, düzenden bir sapma değil düzenin ta kendisidir.

Türkiye gibi, sınıfsal ve diğer toplumsal çelişkilerin derin olduğu ülkelerde ise devlet denen kanalizasyonun kokusu sık sık burnumuza gelir. Çünkü bir yandan düzenin sürdürülebilmesi için, devlet aygıtını elinde tutanlar sürekli biçimde yasaların dışına çıkmak zorunda kalırlar. Dolayısıyla bu durum saklanamaz ve bu durum toplumun geniş kesimleri açısından kanıksanır haline geldiği için saklanma gereği de duyulmaz. Herkes bilir ama kimse konuşmaz ya da konuşamaz. Diğer yandan devlet, birilerine kendi tanımladığı yasalarının dışında hareket etmesine imkan sağlayarak, her şeyin yapılmasının mümkün olduğu gri bir alan yaratır. Bugün çete veya mafya olarak tanımladığımız gruplar, devletin izin verdiği ortamda bir yandan “devletin çıkarları” için çalışırlar. Ancak diğer yandan kişisel ekonomik menfaatler için uyuşturucu ve silah ticareti, cinayet, insan kaçırma, fidyecilik gibi faaliyetlerin de meşru olduğu bu gri alanda, rant o kadar büyüktür ki çıkar çatışmaları eksik olmaz.

Bugün devletin tasfiye ettiği, Sedat Peker isimli eski tetikçinin, belki tümüyle imha edilmemek, belki yeniden kabul edilmek, belki de devlet içindeki başka birilerinin pozisyonunu güçlendirmek adına yaptığı itiraflar ile bu ilişkiler yeniden tartışılmaya başlandı. Ama birilerinin heyecanla söylediği gibi kanalizasyon patlamadı, yalnızca kokusu yeniden burnumuza geldi. Bugün zaten bildiklerimizden veya tahmin ettiklerimizden başka bir şey öğrenmiyoruz.

İtirafçı Sedat Peker, bildiklerinin muhtemelen çok küçük bir kısmını anlatıyor ve muhtemelen bildikleri de olanın çok küçük bir kısmı. Uyuşturucu ticareti, büyük rant elde edilen yerlere el konulması gibi kimse için sürpriz olmayan bir takım iddialar dışında dişe dokunur tek itirafı Uğur Mumcu ve Kutlu Adalı suikastlarıyla ilgili oldu. Ancak bunlar da zamanaşımına uğramış durumda. Buradan samimi olarak “devlet içinde büyük temizlik” bekleyen varsa ciddi yanılgı içinde. Muhtemelen, çoğunluğu mahkemelerde ispatlanamayacak ve cezai yaptırıma uğramayacak bu suçlar, olsa olsa  iyice deşifre olmuş veya gözden çıkarılmış bir takım kişilerin kurban olarak verilmesiyle sonuçlanacaktır.

Olan biten  tasfiye edilmiş bir kişinin kendini kurtarma ve intikam çabası ile devlet içindeki klikler arasındaki çatışmadan ibaret. Hele ki, tüm bunları AKP’ye karşı muhalefet sınırında ele alanlar, bunun geçmişten bugüne devam eden bir devlet geleneği olduğu gerçeğinin bile farkında olmayacak kadar körler ya da öyleymiş gibi yapıyorlar. Bunu yapanların düzenin gerçek yüzünün ortaya çıktığı bir ortamda, onun restorasyonuna katkı sağlamaktan başka bir şeye hizmet etmedikleri açık.

Devleti “nizamı sağlama” yöntemi, yalnızca bizzat “resmi görevliler” eliyle gerçekleştirilen katliamlar, tutuklamalar ve işkenceler değildir. Mustafa Suphi ve yoldaşlarının katledilmesinden, Sabahattin Ali cinayetine,  6-7 Eylül Pogrom’undan,1960-1980 yılları arasındaki sayısız cinayet, katliam ve provokasyona, 1980 ve 1990’larda yaşanan faili meçhul cinayetler ve insan kaçırmalardan, Gazi, Sivas gibi katliamlara, 2005 yılında Umut Kitapevi saldırısından, batı illerinde Kürtlere ve devrimcilere yönelik linç girişimlerine, Hrant Dink suikastından Zirve Yayınevi katliamına, Suruç’tan 10 Ekim Ankara Gar katliamına… Devletin düzeni, kurulduğu günden bugüne kadar kesintisiz olarak devam eden “gayri resmi” operasyonlar; saymakla bitmeyecek katliamlar, provokasyonlar, insan kaçırmalar ve işkencelerle sağlanmıştır.

Bugün yaşanan daha önce benzerlerini gördüğümüz devlet içi hesaplaşmalardan, iktidar mücadelelerinden farklı değil. Biliyoruz ki, AKP’nin içindeki farklı gruplardan, bugün sözde muhalefette olanlara bu kavganın tüm tarafları bu kirli düzenin parçası. Her birinin geçmişi ve bugünü kirli olduğu için gerçekleri yontarak, bükerek ve işlerine geldiği kadarıyla anlatıyorlar. O yüzden sorunun kendisine dokunmadan, çevresinde dolaşıyorlar. O yüzden kavgaları “bir yere kadar”… Bizim bu kavgada yerimiz yok.

Bizim kavgamız hepsiyle; onların yoksulluktan, sefaletten ve ölümden başka bir anlama gelmeyen, yalan, baskı ve korku ile ayakta tutulan çürük düzenleriyle… Ve bu kavga küçük bir azınlığı rant ve siyasal çıkar kavgası değil, Kolombiya’dan, Şili’ye, Yunanistan’dan Fransa’ya, Irak’tan, Lübnan’a, ABD’den Haiti’ye yeryüzünün dört bir yanında olduğu gibi sömürücü azınlığa, onların devletlerine ve çetelerine karşı milyonların özgürlük kavgasıdır. Günü gelince burada ve her yerde, her şeyi alaşağı edecek emeğin kavgası…

Yeryüzü Postası


Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir