Sahiplendiği Maocu politik çizgi özgürlükçü komünist yayın çizgimizle örtüşmemekteyse de İbrahim Kaypakkaya Kemalizme dair tutumuyla devrimci bir çizgiyi savunmakta ve 68 kuşağının diğer sosyalist akımlarından köklü biçimde ayrılmaktadır. Bu nedenle katledilişinin 47. yıl dönümü vesilesiyle, Ocak 1972’de kaleme alınan “Kemalizm hangi sınıfın ideolojisidir?” başlıklı yazısını yayınlıyoruz. (Yeryüzü Postası)
Kemalizm, hangi sınıfın ideolojisidir? Şafak revizyonizmine göre, Kemalizm; orta burjuvazinin devrimci kanadının ideolojisidir. “12 Mart’tan Sonra Dünyada ve Türkiye’de Siyasi Durum” broşüründe, faşizmin, “orta burjuvazinin Kemalist kesimlerinin (abç) gözünü boyamak…” istediği söyleniyor. (Bak: agy, s 45). “Orta burjuvazinin Kemalist kesimleri”nden kasıt, besbelli ki, orta burjuvazinin devrimci kesimleridir; yani sol kanadıdır.
Yine Şafak revizyonistleri, M. Kemal’in ilkelerinin faşizmle asla bağdaşmayacağını iddia etmekte ve “faşistler, M. Kemal’in ilkelerini tahrif ederek, kendi faşist safsatalarının bir parçası olarak gösterebileceklerini sanıyorlar” demektedirler (agy, s. 45) Yine Şafak revizyonistleri, “M. Kemal, halkımızın ilerici tarihinin (abç) bir parçasıdır” demektedirler.
Bu iddiaların, Türkiye gerçekleriyle en küçük bir ilgisi ve bağdaşır tarafı yoktur. Şafak revizyonistleri, kendi boş hayallerini gerçeklerin yerine koymaya çalışıyorlar; ülkemizde bir yığın revizyonist ve oportünist klik, bilhassa Kemalizm konusunda aynı şeyi yapıyor. Özellikle Kemalizm konusunda, orta burjuvazinin gerçeklere aykırı idealist yargıları öylesine beyinlere yerleşmiş, kafalara öylesine tekel kurmuştur ki, Kemalizmin komünistçe değerlendirilmesi adeta imkansız hale gelmiştir. Şimdi iyi biliyoruz ki, bizim Kemalizm konusundaki yargılarımız, Çetin Altan, D. Avcıoğlu, İlhan Selçuk’tan tutun da, TİP, M. Belli, H. Kıvılcımlı, TKP, THKP-THKC, THKO ve Şafak revizyonistlerine kadar, bütün burjuva ve küçük burjuva örgüt ve akımlarını öfkeyle ayağa fırlatacaktır. Ama öfkeyle ayağa fırlamaktansa, Türkiye tarihine daha ciddi olarak göz atmaları, onu doğru olarak kavramaya çalışmaları gerekmez mi? Türkiye gerçekleri bize şunu gösteriyor:
Kemalizm demek, fanatik bir anti-komünizm demektir. Kemalistler, M. Suphi ve 14 yoldaşını, kahpece ve hunharca boğazlamışlardır. TKP’yi, M. Suphi yoldaşın ölümünden sonra bu isme layık bir parti olmadığı halde, amansız bir şekilde ve her fırsatta ezmiş, bugün Amerikancı faşist sıkıyönetim mahkemelerinin yaptığını, Kemalist iktidar defalarca yapmıştır; her iki yılda bir, çoğu zaman her yıl en az bir kere, genel tutuklamalar düzenleyerek yüzlerce insanı polis işkencesinden geçirmiş, karakollarda ve zindanlarda çürütmüştür. Sovyetler Birliği’ne, menfaat sağlamayı hesapladığı müddetçe dalkavukluk etmiş, diğer zamanlarda sinsi ve azgın bir düşmanlık beslemiştir.
Kemalizm demek, işçi ve köylü yığınlarının, şehir küçük burjuvazisinin ve küçük memurların sınıf mücadelesinin kanla ve zorbalıkla bastırılması demektir. Kemalizm, işçiler için süngü ve ateş, cop ve dipçik, mahkeme ve zindan, grev ve sendika yasağı demektir; köylüler için ağa zulmü, jandarma dayağı, yine mahkeme ve zindan ve yine her türlü örgütlenme yasağı demektir. Şnurov yoldaşın verdiği örnekleri, Adana-Nusaybin demiryolunda işçilerin nasıl kurşuna dizildiğini bütün arkadaşlar bir kere daha hatırlasınlar.
Kemalizm demek, her türlü ilerici ve demokratik düşüncenin zincire vurulması demektir. Kemalizmi övmeyen her türlü yayın faaliyeti yasaktır. İlerde, Kemalist iktidar aleyhine herhangi bir yazının çıkabileceği ihtimali dahi, yayın organlarının kapatılması için yeterli sebeptir. Sonu gelmez “örfi idareler” memleketi kasıp kavurmaktadır ve her bir “örfi idare” yıllarca sürmektedir; meclis, CHP’nin tepesindeki bir avuç yöneticinin ve onun değişmez başkanı M. Kemal’in elinde oyuncaktır; Anayasa da ve bütün yasalar da öyledir, ülkeyi gerçekte ordu yönetmektedir.
Kemalizm demek, her alanda Türk şovenizminin kışkırtılması, azınlık milliyetlere amansız bir milli baskının uygulanması, zorla Türkleştirme ve kitle katliamı demektir. Kemalizm’in “istiklâl-i tam” ilkesi demek, yarı-sömürgelik şartlarına seve seve razı olma ilkesi demektir. Kemalist Türkiye, yarı-sömürge Türkiye’dir. Kemalist iktidar, İngiliz-Fransız emperyalizmine ve daha sonra Alman emperyalizmine uşaklık eden, onlarla işbirliği eden bir iktidar demektir. Şnurov’un belirttiği gibi, Kemalistlerin emperyalistlerle olan sınıf kardeşliği, milli düşmanlıklarından ağır basmıştır; Kemalist iktidar, birçok defalar İngiliz, Fransız ve Alman şirketlerinin menfaatlerini korumak için, Adana-Nusaybin demiryolu grevinde olduğu gibi, işçileri kurşuna dizmiştir.
Şimdi Kemalizm dalkavukluğu yapan revizyonistler, bize hışımla soracaklar: Peki öyleyse, Kemalistleri SSCB ve Lenin niçin destekledi! Bunun cevabı gayet basittir: SSCB ve Stalin, Japonya’ya karşı Guomintang’ı niçin desteklediyse, bunu da onun için destekledi. ÇKP ve Mao Zedung yoldaş, Asya’nın, Afrika’nın ve Latin Amerika’nın geri ülkelerindeki komprador büyük burjuvazinin ve toprak ağalarının iktidarlarını, mesela Yahya Han’ın faşizmini, ABD emperyalistlerine ve Sovyet sosyal emperyalistlerine karşı niçin destekliyorsa, o dönemde SSCB ve Lenin yoldaş da, Kemalistleri onun için destekledi, yani o dönemde daha gerici ve daha büyük düşman olan İngiliz-Fransız emperyalistlerini tecrit etmek için destekledi; yani SSCB ve Lenin yoldaş, gericiler arasındaki çelişmelerden devrimin menfaatine ustalıkla yararlandılar. Mesele budur.
Kemalizme dalkavukluk eden revizyonistler, hışımla bağıracaklar: “Siz, Kemalizmin milli kurtuluşçu yönünü reddediyorsunuz”. Hayır! Biz sadece Kemalizmin “milli kurtuluşçuluğunun” niteliğini doğru tespit ediyoruz. Kemalizmin milli kurtuluşçuluk olarak gördüğü şey, sömürge yapının kalkması, fakat yarı-sömürge yapının olduğu gibi muhafaza edilmesidir; emperyalizmin doğrudan hakimiyetinin kalkması, fakat dolaylı hakimiyetinin olduğu gibi devam etmesidir; emperyalizmle iktisadi ve siyasi işbirliğidir; emperyalizme siyasi bakımdan yarı-bağımlılıktır. Kemalistler, sömürgeciliğe niçin karşıdırlar? Bu sorunun cevabını Şnurov yoldaştan daha önce aktardık. Bir kere daha okuyalım:
“… Devrimin başına Türk ticaret burjuvazisi geçti. Türkiye tarım memleketi olduğu için, tüccarların başlıca alışverişi tarım ürünleri üzerine idi. Böylece ticaret burjuvazisi, ağalar ve büyük toprak sahipleriyle sıkı bağlar kurdu. Her Türk köyünde ağa ve büyük toprak sahibi, aynı zamanda tefeci ve köylü ürünlerinin belli başlı alıcısı ve satıcısıydı. Bu ağaların bazen un değirmeni, yağ veya kuru meyve işleyen küçük imalathaneleri ve diğer ufak tefek teşebbüsleri oluyordu. Ağalar aynı zamanda tarım ürünlerini toptan satın alan büyük ticaret firmalarının acenteleri durumundaydılar.
Bu koşullar altında, Türkiye, Avrupa kapitalistlerine yenilmiş olsaydı, yabancılar en kısa zaman içinde bütün ticareti ve sanayi ele geçireceklerdi. Türk burjuvazisi bir ölüm-kalım sorunuyla karşı karşıyaydı. Kapitalistlerin işgali altındaki liman şehirleri olmazsa, devlet kendilerini desteklemezse, yabancılara verilen imtiyazlar devam edip Türkiye her bakımdan yabancı kapitale bağlı kalırsa, yurdun öz ticaret ve sanayi er geç ölecekti, tüccarı, sanayiciyi, tarım ürünlerini yabancı ülkelere satan ağa ve büyük toprak sahiplerini devrimci kılan işte bu tehlike idi. Köylü, işçi ve küçük esnafın kapitalistler ve toprak ağalarına karşı duyduğu hoşnutsuzluk ustalıkla yabancı kapitalistlerle mücadeleye dönüştürüldü”.
Kemalistleri, sömürgeciliğe karşı çıkaran sebepler işte, Şnurov yoldaşın işaret ettiği sebeplerdir. Japon emperyalizminin işgaline karşı çıkan Çan Kay-Şek ve onun temsil ettiği sınıflar ne kadar milli kurtuluşçu ve devrimciyse, M. Kemal ve onun temsil ettiği sınıflar da, o kadar milli kurtuluşçu ve devrimcidir.
Kemalizm demek, aynı zamanda, toprak ağaları sınıfıyla kol kola, omuz omuza köylü kitlelerini ezmek, menfaat birliği etmek, sınıf kardeşliği etmek demektir. Bütün bu gerçekler, Kemalizmin sınıf karakterini, hangi sınıfın ideolojisi olduğunu açıkça gösteriyor: Kemalizm, komprador Türk büyük burjuvazisinin ve orta burjuvazinin sağ kanadının ideolojisidir.
Kemalizmin faşizmle bağdaşmaması bir yana, Kemalizm, bizzat faşizm demektir. Kemalist diktatörlük, askeri faşist bir diktatörlüktür. 1930’ları yaşayan birinden dinleyen eski bir devrimci arkadaşın ifade ettiğine göre, o günlerde TKP’nin şiarı şudur: “Kahrolsun Kemalistlerin faşist diktatörlüğü”. Ama bu şiar, her nedense sonraları terk edilmiştir.
“M. Kemal, halkımızın ilerici tarihinin bir parçasıdır” diyorlar. Halkımızın tarihi, zaten tümden ilericidir. Bütün dünya halklarının tarihi ilericidir. Ama M. Kemal, halkımızın tarihinin bir parçası değil, komprador büyük burjuvazinin ve toprak ağalarının ve onlarla birleşen orta burjuvazinin sağ kanadının, yani gerici sınıfların tarihinin bir parçasıdır. Mesela bir Fatih Sultan Mehmet ne kadar halkımızın tarihinin bir parçasıysa(!), M. Kemal de o ölçüde halkımızın tarihinin bir parçasıdır(!)
Şafak revizyonistleri, M. Kemal’i, Sun Yat-sen’e benzetiyorlar. M. Kemal, Sun Yat-sen’e değil, Çan Kay-Şek’e benzer; hatta Türkiye’nin Çan Kay-Şek’idir. Sun Yat-sen, ülkesinde komünistlerle ittifaktan yanadır; birçok komünist, bu arada Mao Zedung yoldaş, Sun Yat-sen’in partisinin merkez komitesindedir. Sun Yat-sen, Sovyetler Birliği ile samimi ve yakın bir dostluk kurmuştur. Sun Yat-sen, işçi-köylü yığınlarının hayat seviyelerinin yükseltilmesinden ve onlara burjuva demokrasisinin verebileceği azami hak ve özgürlüklerin verilmesinden yanadır; hayatta olduğu sürece de, bunun için mücadele etmiştir. Sun Yat-sen, toprak ağaları sınıfının amansız düşmanıdır; onlara karşı köylü kitlelerinin menfaatinden yanadır. Sun Yat-sen kapitalistlerin ve toprak ağalarının değil, köylü kitlelerinin sözcüsüdür. Lenin yoldaşın daha 1912 yılında Sun Yat-sen için söylediklerine kulak verelim:
“… cumhuriyete kavuşan militan ve başarılı Çin demokrasisinin bu aydın sözcüsü… ilerici bir Çin demokratı olduğu halde tıpkı bir Rus gibi düşünmekte. Bir Rus Narodniğine benzerliği öylesine ki (abç), temel fikirlerde ve birçok ifade biçimlerinde tam bir özdeşliğe kadar varıyor”
(Doğuda Ulusal Kurtuluş Hareketleri, s. 62).
Narodnikler, bilindiği gibi, Rusya’da köylü kitlelerinin menfaatini temsil eden bir küçük-burjuva demokratik hareketin mensuplarıydılar. Bunların amacı istibdata son verilmesi, büyük toprakların köylülere dağıtılmasıydı. Narodniklerin yanlışı, tutarlı demokratik devrim programını sosyalizm sanmalarıydı.
“Rus burjuva demokrasisi, uzak ve yalnız öncüsü soylu Herzen’le başlayarak, ta yığın temsilcilerine, 1905’in Köylü Birliği üyelerine, 1906-1912’nin ilk üç Dumasındaki Trudovik milletvekillerine kadar, Narodnik bir renk taşımıştır. Şimdi bakıyoruz [Sun Yat-sen’in temsil ettiği] Çin’deki burjuva demokrasisi de aynı Narodnik rengi taşıyor”
(age, s. 63).
Aynı kitabın dipnotunda şunları okuyoruz: “Köylü Birliği, 1905’te [Rusya’da] kurulan devrimci bir köylü örgütüdür… Tarım programı, toprakta özel mülkiyetin kaldırılmasını, hükümet, kilise ve krallık topraklarının tazminat ödenmeksizin köylülere devredilmesini öngörüyordu” (abç). “Trudovikler, Birinci Duma’da bir köylü milletvekilleri grubu, Nisan 1906’da küçük-burjuva demokratlar tarafından kurulmuştur. “Trudovikler, Narodnik eşit toprak tasarrufu programını benimsiyor, toprak sahiplerinin topraklarıyla, hükümet, kilise ve çarlık topraklarının köylülere devrini, toprak eşitsizliğinin ve milli eşitsizliklerin kaldırılmasını, genel oy hakkının tanınmasını istiyorlardı” (abç).
Lenin yoldaş, Sun Yat-sen’i işte bu köylü temsilcisi devrimci demokratlara benzetmektedir. Bu benzerlik o kadar ki, Sun Yat-sen de Narodnikler gibi, tutarlı ve militan demokratik devrim programına “sosyalizm” adını vermektedir.
Lenin yoldaşı okumaya devam edelim: “Sun Yat-sen’in programının her bir satırında militan ve içten bir demokrasi ruhu seziliyor. Program bir ‘Irk’ devriminin yetersizliğinin iyice anlaşıldığını göstermektedir. Siyasi sorunları önemsememenin, hatta siyasi özgürlüğün değerini küçümsememenin dahi, ya da Çin ‘sosyal reformu’nun, Çin Anayasa reformlarının, vs. Çin istibdatıyla bağdaşabilirliği fikrinin tek bir izi yok bu programda. Tam demokrasi ve cumhuriyet dileğinden yana bir program bu… Çalışan ve sömürülen halka duyulan içten yakınlığı, halkın gücüne ve davasının haklılığına duyulan inancı dile getiriyor” (abç) (age, s. 63).
Lenin yoldaş devam ediyor: “Çin’de Cumhuriyetin Asya geçici cumhurbaşkanı [Sun Yat-sen], çökmekte olan değil, yükselmekte olan bir sınıfın, gelecekten korkmayan, geleceğe inanan ve kendini feda etmeyi göze alaraktan, gelecek için çarpışan bir sınıfın; imtiyazlarını korumak için geçmişin ayakta kalmasına ya da yeniden başa geçmesine bel bağlayan bir sınıfın değil, geçmişten nefret eden, geçmişin ölü ve boğucu çürüyüklerini nasıl temizleyip atacağını bilen bir sınıfın soyluluğu ve kahramanlığına sahip bir devrimci demokrattır” (age, s. 64).
Lenin yoldaş, Sun Yat-sen’in hangi sosyal sınıfa dayandığına da açıkça işaret ediyor: “Tarihi olarak hâlâ ilerici bir davanın savunuculuğunu üzerine alabilecek güçte olan bu Asya burjuvazisinin başlıca temsilcisi, ya da başlıca sosyal dayanağı KÖYLÜ’dür” (abç), (age, s. 65).
Lenin yoldaş, Asya’da burjuvazinin bir başka kesimine daha işaret ediyor: “Ve onun yanısıra [yani köylülerin yanısıra], Yuan Şih-kay gibi önderleri pekala ihanet edebilecek tıynette bir liberal burjuvazi (abç) vardır” (aynı yerde). Lenin yoldaşın liberal burjuvazi ile neyi kastettiğini biraz sonra belirteceğiz. Şimdi onun, Sun Yat-sen hakkında söylediklerini okumaya devam edelim: “Emekçi yığınları harekete geçiren, onlara mucizeler yarattıran ve Sun Yat-sen’in siyasi programının her bir satırından dışarı vuran o büyük, içtenlikle demokratik heyecan olmaksızın, Çin halkının yüzyıllar süren esaretinden kurtulmasına imkan yoktur” (abç) (aynı yerde).
Lenin yoldaş aynı yazıda Çin’deki üç sosyal gücü birbirinden ayırıyor ve bunların nasıl bir siyaset izlediklerini ve izleyebileceklerini de belirtiyor: “İmparator, muhakkak, yeniden başa geçmek için feodal beyleri, bürokrasiyi ve din adamlarını birleştirmeye çalışacaktır. Liberal kralcılıktan liberal cumhuriyetçiliğe daha henüz geçen (o da ne zamana kadar?) bir burjuvazinin temsilcisi Yuan Şih-kay, krallıkla devrim arasında kaypak bir siyaset izleyecektir. Sun Yat-sen’in temsil ettiği devrimci burjuva demokrasisi, siyasi ve tarımsal reformlar konusunda köylü yığınlarının inisiyatifini, kararlılığını ve gözüpekliğini azami ölçüde geliştirme yoluyla Çin’i yenileştirmeye çalışmakla doğru hareket etmektedir” (age, s. 68-69).
Nihayet Lenin yoldaş Çin’de, ilerde kurulacak bir proletarya partisinin, Sun Yat-sen hareketine karşı nasıl bir tutum takınacağını da büyük bir uzak görüşlülükle tespit ediyor: “Bir ihtimal, proletarya bir çeşit Çin Sosyal-Demokrat İşçi Partisi [yani Çin Komünist Partisi] kuracak ve bu parti, Sun Yat-sen’in küçük-burjuva ütopyalarıyla gerici görüşlerini [yani demokratik devrim programına ‘sosyalizm’ demesini] eleştirmekle birlikte, muhakkak ki onun siyasi ve tarımsal programını devrimci-demokratik özünü ortaya çıkarmaya, savunmaya, geliştirmeye dikkat edecektir” (age, s. 69).
Sun Yat-sen hareketi, görüldüğü gibi geniş köylü kitlelerine dayanan, onları harekete geçiren, gerçekten devrimci ve militan bir köylü hareketidir. ÇKP, elbette bu mirasa sarılacaktır. M. Kemal hareketiyle bunun arasında bir benzerlik var mıdır? Yoktur ama, M. Kemal ile liberal burjuvazinin hareketi olan Yuan Şih-kay hareketi arasında, tam bir benzerlik vardır. Liberal burjuvazi kavramıyla Lenin yoldaşın kastettiği nedir? “Burjuvazinin siyasi yönden en az gelişmiş kanadı adına hareket eden eğilimi liberal, burjuvazinin daha fazla gelişmiş kesimi ile küçük-burjuvazi adına hareket eden eğilim de liberal demokratik eğilim”dir (abç) (Bir Adım İleri, İki Adım Geri, s. 156).
“Bizde, [Rusya’da] liberal demokratik eğilimin en demokratik eğilimin en demokratik kesimi olan Sosyalist-devrimciler…” (age, s. 156).
Rusya’da Sosyalist-devrimciler, bilindiği gibi, Narodniklerin devamıdır. Lenin, Sun Yat-sen hareketini Narodniklerle aynı gördüğüne göre, demek ki, Sun Yat-sen hareketini de, “liberal demokratik eğilimin en demokratik kesimi” olarak değerlendirmektedir.
Bugün yarı-sömürge ve yarı-feodal ülkelerde Lenin yoldaşın liberal-demokratik dediği eğilimin temsil ettiği sınıflar, proletarya önderliğindeki halkın birleşik cephesine katılan milli burjuvazinin devrimci kanadı, şehir küçük-burjuvazisi ve köylülerdir, yani orta köylülerdir. Lenin yoldaşın liberal dediği eğilimin temsil ettiği sınıflar ise, milli burjuvazinin karşı-devrim safında yer alan gerici kanadı ve komprador büyük burjuvazidir (Rusya’da bu eğilimi Kadetler temsil etmekteydi).
Sun Yat-sen hareketi, liberal-demokratik eğilimin en demokratik kesimi olduğu halde, yani orta köylüleri temsil ettiği halde, Kemalist hareket, liberal eğilimi, yani orta burjuvazinin sağ kanadını ve komprador Türk büyük burjuvazisini temsil ediyordu. Bu iki hareket arasında, böylesine kıyas kabul etmez, önemli bir fark vardır. Şafak revizyonistleri, işte bu son derece önemli farka gözlerini kapıyorlar.
Şafak revizyonistleri, “M. Kemal’in ‘istiklâl-i tam’ ilkesinin mirasçısıyız, bu mirası faşistlere terkedemeyiz; ona sıkı sıkıya sarılmalıyız” diyorlar. Bu “miras” denilen şeye komünistlerin neden sarılamayacağı, zannederiz ki yeterince açıklığa kavuşmuştur. Bu “miras”ı bugün, M. Kemal’in yakın silah arkadaşı İ. İnönü devam ettiriyor, Nihat Erim devam ettiriyor, bunların izinde yürüyenler devam ettiriyor. Bu kişilerin ve bunların mensup olduğu örgütlerin bugün hangi sınıfları ve hangi eğilimi temsil ettiğini biliyorsunuz. Hatta Bülent Ecevit, Şafak revizyonistlerinin dört elle sarıldığı “miras”ı birazcık eleştirdiği için, Kemal Satır güruhunun saldırısına uğradı. Şafak revizyonistleri, bu, “miras” diye her olur olmaz şeye hırsla sarılan aç gözlü bezirgânlar, M. Kemal hareketini değerlendirirken, Ecevit’in daha sağına düşmekte, Kemal Satır güruhuna yaklaşmaktadırlar.
Komünistler, tarihin devrimci mücadelede silah haline getirilmesini çok iyi bilirler. Ama, “miras” diye gerici şeylere sarılmak, halk kitlelerinin aldatılmasında gericilerle ağız birliği etmek, onlara suç ortaklığı etmek olur. “Miras” diye gerici şeylere sarılmak, bizi kitlelerle kaynaştırmaz, tersine, onlardan koparır. Kemalizme miras diye sarılmak, bizi Kemalist iktidarın hunharca ezdiği işçi-köylü yığınlarından, emekçilerden koparır. Evet, bugün hakim sınıflar tarafından kafası Kemalizm konusunda yanlış düşüncelerle doldurulmuş, Kemalizme sempati duyan işçi ve köylü yığınları da vardır. Ama eğer bu yanlış fikirlerle mücadele etmezsek, eğer bu yanlış fikirleri işçilerin ve köylülerin kafasından söküp atmazsak, emekçi yığınlarının çeşitli kesimleri arasında, çeşitli milliyetlere mensup emekçiler arasında tam bir birlik, dayanışma ve güven sağlayamayız. Ayrıca bugün açısından, gerici sınıflara karşı doğru ve başarılı bir mücadele yürütemeyiz. Kemalizmin ilkelerini (bu ilkelerin neler olduğunu gördük) savunan ve uygulayan askeri faşist diktatörlükler karşısında kitleleri silahsız bırakmış oluruz. Kemalist diktatörlük Yahya Han diktatörlüğünden farksızdır; biz, kitlelere böyle bir rejimi sempatik gösteremeyiz. Şafak revizyonistlerinin yaptığı şey budur.
Komünistler, tarihin devrimci mücadelede bir silah haline getirilmesini bilirler. Kurtuluş Savaşı’nda canıyla, kanıyla destanlar yaratan halk kahramanları vardır. Mesela bir Karayılan vardır, biz bunların mücadelelerinin mirasçısıyız. Biz, bunların tükenmez enerjilerinin, mucizeler yaratan dehalarının, sonsuz devrimci güçlerinin mirasçısıyız. Her fırsatta yığınların mücadelesini kanla ve zorbalıkla bastırmaya çalışanların, onlara düşmanlık gösterenlerin değil!
Bazı silahlar vardır ki, onu elinde tutanlar yenilmez bir güce sahip olurlar. Mesela, Marksizm-Leninizm-Mao Zedung Düşüncesi böyle bir silahtır. Kitlelerin devrimci tecrübeleri böyle bir silahtır. Bazı silahlar da vardır ki, onu elinde tutanlar, kendilerini yaralarlar: Yani silah geri teper ve kendisini elinde tutanları vurur. İşte Kemalizm böyle bir silahtır! Şafak revizyonistleri böyle bir silahı elimize almak istemediğimiz için, bizi diledikleri gibi suçlayabilirler. Ama, biz de, onların sağa sola reklam ettikleri bu silahın gerçek mahiyetini yığınlara ve devrimci kadrolara anlatmaktan geri durmayacağız
Şafak revizyonistleri, “Lenin-Stalin ve Mao Zedung’un, M. Kemal tahlilleri bize ışık tutmalıdır” diyorlar. Evet, biz de aynı kanaatteyiz. Böyle bir ışığa çok ihtiyaçları var. Baksanıza, karanlıkta el yordamıyla yürümeye çalışan körlere benziyorlar. Ama, bunlarınki körlüğün başka bir çeşidi: Siyasi körlük.
Kaynak: Bu metin Ocak 1972’de yazıldı; Ağustos 1972’de revizyonizmle örgütsel ayrılıktan sonra aslına bağlı kalınarak yeniden kaleme alındı. (Seçme Yazılar, İbrahim Kaypakkaya, Umut Yayıncılık)
Bir yanıt yazın