Anasayfa / Arşiv / Anarşistler İçin Marx Ekonomisi 9. Bölüm: Marx’ın Sosyalizm / Komünizm Derken Kastettiği

Anarşistler İçin Marx Ekonomisi 9. Bölüm: Marx’ın Sosyalizm / Komünizm Derken Kastettiği

Wayne Price’ın, 10 bölümden oluşan ve Güney Afrika’lı anarşist komünist örgüt Zabalaza Anarşist Komünist Cephesi’yle (ZACF) bağlantılı “Zabalaza Books” tarafından 2012 yılında yayınlanmış olan “Anarşistler İçin Marx Ekonomisi: Bir Anarşistin Marx’ın Ekonomi Politiğin Eleştirisi Sunumu” isimli kitabının dokuzuncu bölümü.

Daha önceden Fourier, Robert Owen ve Etienne Cabet gibi “ütopyacı” sosyalistler yeni bir toplumsal düzenin nasıl organize edileceği üzerine oldukça ayrıntılı açıklamalar ortaya koymuş, Marx ise onların konuyu ele alış biçimine bilinçli bir şekilde karşı çıkmıştı. Onun, sosyalist (komünist) bir ekonominin nasıl işleyeceği üzerine betimlemede bulunduğuna çok seyrek rastlarız. (Devrimci anarşistlerin, Komünist Partiler diktatörlüklerle özdeşleşmeden önce, daha çok ikincisini yeğlemelerine rağmen kendilerini hem “sosyalist” hem de “komünist” olarak adlandırmaları gibi, Marks da asıl olarak “komünizm”i yeğlemesine rağmen, nihai amacını ortaya koymak üzere yer yer “sosyalizm”, yer yer de “komünizm” kelimesini kullanırdı). Onun bir sosyalizm iktisatçısı değil de kapitalizm iktisatçısı olduğu söylenegelir. Bu konu üzerine sınırlı biçimde yazma eğilimindedir.

Marks, Kapital’in birinci cildinde, “farklı bireylerin kendi emek güçlerini bilinçli biçimde topluluğun birleşik emek gücü olarak ortaya koydukları ve kendi işlerini de bu ortak üretimin araçları ile gerçekleştirdikleri özgür bireyler topluluğu… Özgür bir biçimde biraraya gelen erkeklerin üretimi… tanımlanmış bir plana uygun olarak bilinçli bir biçimde düzenlenir.” bahsinde bulunur. (sayfa:90, 92)

Marx yeni bir toplumsal düzen tarif etmek yerine, işçi sınıfının iktidarı kolektif biçimde ele geçirmesi, (geçici olarak) yönetici sınıf olarak burjuvazinin yerini alması ihtiyacı üzerine odaklandı. İşçiler ve müttefikleri, mevcut devletten kurtulacak ve onun yerine Paris Komünü’ne benzer radikal demokratik bir devlet kuracaklardır. Bu [devlet], özünde kendi kendine örgütlenmiş işçi sınıfı olacaktır. Bu yeni devlet kapitalist sınıfı mülksüzleştirecektir. İşçiler, halihazırdaki tekelci ve sınıflara ayrılmış kapitalist ekonomiyi ortadan kaldıracak ve yerine emeğin toplumsallaşması, kolektifleştirilmesi ve merkezileştirilmesi üzerine kurulu yeni bir ekonomi inşa edileceklerdir. Üretim araçları ortaklaştırılacaktır (ama bireysel tüketim malzemeleri değil). Ortak bir ekonomik plan oluşturulacaktır (bunun nasıl yapılacağı asla açıklanmadı).

Bundan böyle mallar piyasalarda alınıp satılmayacağı için, bir değer yasası olmayacaktır. Meta olmayacaktır. İnsanın emeği, farklı endüstrilerin gerekliliklerini gözeten bir plan dahilinde düzenlenecektir. Çünkü bir devrim yoluyla kurulmuş işçi devleti, salt zorlayıcı ve cebri bir toplumsal mekanizma olması yönleriyle ‘tükenecek’ ya da ‘kendi kendine yitip gidecek’, ekonomiyi düzenleyen, şiddet içermeyen bir kamu kurumuna dönüşecektir. İşçi ve patron olarak ayrışmış, farklı toplumsal katmanlar halini almış sınıflar, sınıfsız bir toplum içinde çözüleceklerdir.

2. Bölüm’de tartışıldığı şekliyle ‘yabancılaşma’ ve ‘fetişizm’ de ortadan kalkacaktır. Emek yabancılaşamayacaktır, çünkü başkası için değil, her bireyin özgür bir üyesi olduğu topluluk için yapılacaktır. Tüm ilişkilerin toplumsal doğası fetişleştirilmiş halden çıkarılıp şeffaflaştırılarak, herkes tarafından açık biçimde kavranabilir hale gelecektir. Daha önce sınıfsal olarak belirlenmiş olan iş bölümüne, kent ve kır arasındaki ilişkileri de içerecek biçimde son verilerek çalışmanın ve işin doğası değişecektir.

Komünist Manifesto’nun Programı

1848 tarihli Komünist Manifesto’nun ikinci bölümünün başlığı, “Proleterler ve Komünistler”dir. Bu bölümün sonunda Marx kısa bir program ortaya koyar. Bu komünizmin tam bir tanımı değil, daha çok ona doğru ilerlemeye yönelik bir dizi adımı tarif eden bir geçiş programıdır. Her şeyden önce, işçi sınıfının iktidarı alması gerekmektedir. İşte o zaman, “proletarya, siyasi üstünlüğünü kullanarak tüm sermayeyi burjuvazinin elinden aşamalı olarak alacak ve tüm üretim araçları devletin elinde, yani artık egemen sınıf olarak örgütlenmiş proletaryanın kontrolünde merkezileştirilecektir… mülkiyet haklarına yönelik despotik saldırılar yoluyla…” (Draper, 1998, s. 155)

Bunun için, “… 5. Kredilerin devlet elinde merkezileştirilmesi… 6.İletişim ve ulaşım araçlarının devlet elinde merkezileştirilmesi… 7. Fabrika alanlarının ve üretim araçlarının devletin eline geçmesi… 8. Özellikle tarım için endüstriyel orduların oluşturulması ve herkesin emek bakımından eşit sorumluluklara sahip olması…” maddelerini içeren on maddelik bir program takip edilecektir. (Draper, s. 155)

Marx’ın iddiası, bu programın müstakil ve ayrışmış sınıfların sonunun getirilmesine öncülük edeceğiydi. Program bir sınıfın bir diğer sınıf üzerinde zor aracı olan devletin sona erdirilmesini sağlayacaktı. “Gelişim sürecinde … tüm üretim sadece belli bireylerin elinde yoğunlaştığında, kamu gücü politik karakterini yiritmektedir… Eski burjuva toplumdaki sınıflı yapının ve sınıflar arasındaki bu çatışmaların yerini her birinin özgürce gelişmesinin, hepsinin birden özgürce gelişebilmelerinin önkoşulu olduğu bir birlik, ortaklık alacaktır.” (Draper, s. 157)

Anarşistler, “kamu gücü”nün tüm sanayiyi ve tarımı kendi kontrolünde merkezileştirerek herkesi bu endüstriyel ordularda çalışmaya zorladığı (“bununla mükellef kıldığı”) bir özgür bireysel gelişimin mümkün olduğuna inanmazlar.

Zaten Engels de daha 1872’de bu programın “bazı ayrıntılarda modası geçmiş” olduğunu fark etmişti. Bu belirli noktaları özel olarak tartışmak yerine şöyle yazdı: “Bir şey özellikle Komün [Paris Komünü] tarafından kanıtlandı, o da işçi sınıfının hazır devlet makinesini öylece eline alıp kendi amaçları için kullanamıyor oluşudur” (Draper, s.262)

Engels’in vurgulamaya çalıştığı, burjuva devletini radikal bir şekilde demokratikleştirmenin tek başına yeterli olmadığıydı. Bunun yerine, kapitalist devleti tümüyle ortadan kaldırmak ve “egemen sınıf olarak örgütlenmiş proletarya” denebilecek Paris Komünü gibi bir kurumu tesis etmek gerekiyordu. Ancak o sayede bu devlet kendi “politik karakteri”nin köklerinden evrimleşerek bir işçi devleti olabilecektir. Engels, burada “politik karakter” tanımını kullanarak Marx’ın Paris Komünü hakkındaki yazısından alıntı yapıyordu. Bu noktanın vurgulanmasına o kadar önem veriyordu ki, Manifesto’ya 1888’de yazdığı girişte hiçbir değişiklik yapmadan onu tekrar kullandı.

Marx ve Engels yazılarında, 1871 Paris Komünü’nü had safhada demokratik bir ayaklanma biçiminde tanımlarlar. Bilhassa, belediye meclisi üyelerinin doğrudan şehirdeki farklı birimler tarafından seçilerek gönderilmeleri ve bu birimlerin artık onlarla anlaşamadığında geri çağrılabilmeleri önemliydi. Temsilcilere ortalama bir işçiden daha fazla ödeme yapılmıyordu. Yargıçlar ve yerel polis de dahil bütün memurlar benzer şekilde seçilmişlerdi ve denetlenebilirlerdi. Gönüllü milisler olan silahlanmış yerel halk, düzenli ordunun yerini almıştı. Marx, eğer sürebilseydi, Paris Komünü’nün, Fransa’daki diğer tüm şehir, kasaba ve köy komünleriyle birleşeceğini düşünüyordu.

Bu, demokrasinin son derece demokratik bir tasavvuruydu. Ama yine de burada, farklı toplumsal kesim ve katmanlardan çıkarak bir araya gelen ve mahallelerini nasıl yöneteceklerine karar veren toplum üyeleriyle ilgili herhangi bir şey, doğrudan demokrasinin herhangi bir tasviri yoktu. O gün ne yapacaklarına karar vermek için her sabah fabrikada, dükkânda veya ofiste yüz yüze görüşen işçiler de anlatılmıyordu. Anarşistler genel olarak büyük ve karmaşık topluluklarda bir dereceye kadar delegelerle temsile ya da yetkilendirmeye karşı değillerdir. Ancak anarşistler için bu temsiliyet, toplulukların yaşamlarını doğrudan kontrol edebildikleri, ademi merkeziyetçi, yaşamın tam içinde bir doğrudan demokrasi fikrine dayandırılmalıdır. En özgürlükçü ya da liberter sayılacak demokrasi tanımlarında dahi, Marx ve Engels’te bu kavrayışa rastlanmaz.

Gotha Programı’nın Eleştirisi

“Gotha Programı’nın Eleştririsi”nde Marx, komünizmi “üretim araçlarının ortak mülkiyetine dayalı işbirlikçi bir toplum” olarak tanımlamıştı. (1974, s.345). Burada ‘iki aşamalı’ komünizm fikri ortaya koyuluyordu. İlk aşamada, “Burada ele aldığımız komünist toplum … kapitalist toplumdan doğduğu şekliyle … hala rahminden çıktığı eski toplumun doğum lekeleriyle damgalanmış bir toplumdur.” (Gotha Programı’nın Eleştirisi, 1992, s.346)

Lenin her nedense, Marx’ın “komünist toplumun ilk aşaması” olarak tanımladığı evreyi “sosyalizm” olarak ve “komünist toplumun daha ileri aşaması” olarak tanımladığı ikinci evreyiyse hakiki “komünizm” olarak yeniden adlandırdı. Marx’a göreyse bunların ikisi de komünizmin aşamalarıydı. (Lenin’in buradaki adlandırma tercihi ile daha sonra ortaya çıkacak Sosyalist ve Komünist partiler arasındaki farklılıklar arasında bir bağ yoktur.)

Komünizmin erken ve olgun aşamaları arasında gözlenmesi olası farklılıklar arasında Marx, oldukça tartışmalı bir konu olan, işçilerin ücretlendirilmesi konusuna odaklandı. İlk aşamada işçiler, üretim kapasitesinin korunması ve sürdürülmesi, ayrıca çocukların, hastaların ve yaşlıların bakımı için ayrılacak fon için yapılacak kesintiler dışında, katkıda bulundukları iş ölçüsünde bir değeri geri alacaklardır. Marx’ın öngörüsünde, çalışabilecek sağlığa sahip işçilere, yaptıkları üretimin miktarına bağlı bir ödüllendirmeye dayalı değil, ne kadar yoğun ve ne kadar süreyle çalıştıklarını göz önüne alan, emeğin ‘süresi ve yoğunluğu’nu kaydeden bir sertifika üzerinden ücret ödenecekti. Marx, daha vasıflı veya yüksek eğitimli işçilere daha yüksek bir ücret ödenmesi gerektiğini düşünmez, dahası bu konuyu hiçbir şekilde ele almamıştır. Bu sertifikalar para yerine kullanılamaz, bir piyasadaki malları elde etmek üzere biriktirilemez ya da piyasada takas edilemezler. Bunun yerine, [sertifikalar] üretimi için eşdeğer ölçüde emek gereken mallarla takas edilecekleri ortak depoya getirilebilirler.(Örneğin, on saatlik bir işin sonucu olarak, üretilmesi için yine yaklaşık olarak on saatlik iş gücü gereken bir gömleğe sahip olunabilir.) Bu sertifikalarla geri alınabilecek olan şey üretim araçları değil, yalnızca tüketim ürünleridir.

Marx için bu kapitalizmden daha iyi ama yine de sınırlı bir durumu ifade eder. Bu komünizmin yalnızca ilk aşamasıdır. Bir işçinin ortaya koyduğu emekle eşdeğerde bir malı, ürünü geri alması, kapitalizmin asla başaramadığı bir şey olmakla birlikte, prensipte hala bir “burjuva haktır”. Çalışanlar farklı ölçülerde güç ve yeteneklere sahiptir ve bazıları daha uzun süreyle ya da daha yoğun çalışabilmektedir. Ne kadar sıkı ve yoğun çalıştıklarından bağımsız olarak birbirinden farklı ihtiyaçları ve istekleri olacaktır. Dolayısıyla bu eşitlik bir yönüyle yine de eşitsiz ve adaletsiz kalacaktır. Toplum henüz yabancılaşmadan bütünüyle kurtulmuş değildir.

Komünist toplumun daha yüksek bir evresinde, … emek, yalnızca yaşam aracı değil, yaşamın birincil gereksinmesi haline gelmesinden sonra; bireylerin her yönüyle gelişmesiyle birlikte, üretici güçlerin de artması ve bütün kolektif zenginlik kaynaklarının gürül gürül fışkırmasından sonra – işte ancak o zaman, burjuva hukukunun dar ufukları tümüyle aşılmış olacak ve toplum, bayraklarının üzerine şunu yazabilecektir: ‘Herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyaçlarına göre!’ ” (Gotha Programı’nın Eleştirisi, 1992, s.347)

Marx siyasi öngörülerini ortaya sermek konusunda, Gotha Programının Eleştirisi’nde daha da ileri giderek; “Komünist bir toplumda… mevcuttaki devletin işlevlerine benzer hangi sosyal işlevler bulunmaya devam edecek?” diye sorar. (GPE, s. 355) Bu sorunun yanıtını doğrudan vermek yerine, devletsiz bir toplumda sosyal eşgüdüme ve diğer görevlendirmelere hala ihtiyaç olabileceğini ima eder. Ve şunu yazar: “Kapitalist toplum ve komünist toplum arasında, birinden diğerine devrimci dönüşüm dönemi yaşanacaktır. Buna da bir siyasal geçiş dönemi tekabül eder ve burada, devlet proletaryanın devrimci diktatörlüğünden başka bir şey olamaz.” (GPE, s. 355)

Proletaryanın devrimci diktatörlüğü” ile Marx ve Engels’in tam olarak neyi kastetmiş oldukları bir tartışma konusudur. Marksizm ve Leninizm’in gelişmesiyle birlikte, proleterya diktatörlüğü de giderek bir kişinin, dar bir grubun ya da en fazla bir siyasi partinin diktatörlüğü anlamlarını taşır hale gelmiştir. Marx’ın, komünizmin daha düşük bir aşaması olarak, kapitalizmden komünizme geçiş ve benzeri konulardaki aşamacı fikirleri, Stalinist totalitarizm döneminde bu devrimsel geçişin bahanesi olarak kullanıldı. Aşamacı fikirler, gerçek dünyada devletsiz, sınıfsız, özgür bireylerin birlikteliğine doğru ilerletmek yerine, tam aksine bundan uzaklaşan rejimlerin meşrulaştırması ve rasyonalize edilmesi için kullanıldılar.

Marx veya Engels’in tanımladığı şekliyle demokratik ilkeler düşünüldüğünde, proleterya diktatörlüğünün sonradan yüklendiği bu anlamların hiçbiri kabul edilebilir olmamalıydı. Onların döneminde “diktatörlük” kimi zaman bir parlamento, kimi zaman da bir halk sınıfı egemenliği anlamına geliyordu. En iyi ifadesiyle, “proletarya diktatörlüğü” ile kastettikleri şey, “işçi sınıfı egemenliği”nin ne fazlası ne de daha azıydı. İşaret ettikleri proletarya diktatörlüğü, bir aşırı demokrasi örneği olan Paris Komünü’nüydü. Bazı özgürlükçü Marksistlerse bu tanımı, kendiliğinden örgütlenmiş işçi sınıfının devletsiz yönetimi anlamında kullandılar. Lenin, Devlet ve Devrim adlı kitabında, aslında Marx ve Engels’in, daha oluşumunun ‘hemen’ ertesinde, halkın katılımı arttıkça ortadan kalkmaya başlayacak olan bir “yarı-devlet”i kastettiğini iddia etmiştir (bu, kendisinin tek parti diktatörlüğü kurmasının hemen öncesinde gerçekleşmiştir). Bu sebeplerle, bir ara aşama anlamında bu tanım, artık daha fazla kullanılabilir değildir.

Benim açımdan, Marx’ın düşüncesinde, “politik alanda… devrimci dönüşüm dönemi”nin komünizmin ara aşamasının bir önceli mi, yoksa bu erken aşamayı da içeren bir dönem mi olduğu belirsizdir. Büyük olasılıkla işçi sınıfının, erken aşamanın yaratılmasına başlamadan önce iktidarı ele geçirmesi zorunluluğu anlatılmaya çalışılmaktadır (Anarşistler için, “iktidarı ele geçirme”nin,”devlet iktidarını ele geçirmek” yani, yeni bir askeri-bürokratik devlet aygıtı yaratmak anlamına gelmesi gerekmez). Dünyanın daha yoksul, ezilen uluslarıyla ilgili olaraksa bu daha zorlu bir mesele olarak ortada durmaktadır. Marx’ın döneminde olduğu gibi, bugün de dünyadaki çoğu ülke kendi başına komünizmin erken aşamasına dahi gelemeyecek kadar yoksuldur. Diğer yandan, Marx’ın dönemin aksine dünya, bir bütün olarak ele alındığında, refah içinde bir uluslararası komünizm kurmaya fazlasıyla hazırdır.

Öyleyse Afrika’daki, Asya’daki ya da Latin Amerika’daki ezilen uluslar için seçenekler nelerdir? Yapılabilir olan şey, işçilerin, köylülerin ve bu ülkelerde ezilen diğer tüm kesimlerin iktidarı ele geçirmeleri ve kendi işçi ve köylü konseyleri federasyonlarını kurmasıdır (Bunun bir devlet olup olmadığı sorusunu şimdilik dışarıda bırakıyorum). Federasyon komünizme doğru evirilebilir, ancak bu kendi içinde sınırlı bir evrim olacaktır. Pazar ve değer yasası bir anda ortadan kaldırılamaz. Ancak bu noktada federasyon, devrimi hem diğer ezilen uluslara hem de emperyalist uluslara yaymak için elinden geleni yapabilir. Bu ikinciler, yoksul ülkelerin özgürleştirici komünizme doğru gelişmesinde kullanılabilecek zenginliğe sahiptir. Bu uluslararası ölçekte uygulanacak Sürekli Devrim stratejisidir.

Sürekli Devrim, daha önce Maocular ya da Menşevikler tarafından savunulmuş olan, önce kapitalist devrim ve sonra onu izleyen proleter devrim gibi iki aşamalı bir strateji değildir. Süreklilik stratejisi, işçiler ve müttefiklerinin iktidarı ele alarak; onu hem burjuva demokratik devrim, hem de proleter sosyalist devrim görevlerini aynı zamanda yerine getirecek şekilde sonuca ulaştırmaları gerektiğini söylemektedir. Bu devrimlerin ilki, onu kullanacak olan köylülere toprak, ifade özgürlüğü, memurların seçimle belirlenmesi, ulusal anlamda kendi kaderini tayin etme gibi hakları verecek, ikincisiyse, aynı zamanda toprak ve sanayinin kamusal mülkiyeti, işçi yönetimi ve sanayi planlaması, uluslararası devrim gibi sürekliliğe dair unsurları kapsayacaktır.

Teknolojik Devrim

Pek çok kişi Marksizmi, modern teknolojinin ve toplumsal örgütlenmenin, – şirket yönetim kurulları ve burjuva devlet yerine, merkezi bir işçi devleti olmasının dışında- sosyalizm altında da, yarı tekelleşmiş kapitalizmde düzenlendiğine benzer biçimde, devam edeceği anlamına gelecek şekilde yorumluyor. Halbuki Marx ve Engels, teknolojinin çoğu zaman işçilerin sömürülmesini artırmak dışında bir amaca hizmet etmeyecek şekilde geliştirildiğinin farkındaydı. Engels bunu Anti Dühring’te: “Tek tek her bir birey özgür bırakılmadığı sürece toplum da kendini özgürleştiremeyecektir. Bu nedenle özellikle eski işbölümü tümüyle ortadan kaldırılmalı ve eski üretim tarzı baştan sona devrimcileştirilmelidir. Bunun yerini, üretken emeğin köleleştirme aracı olmak yerine, her bireye kendi yetilerinin tümünü her yönde yetkinleştirme olanağı sağlayan, onların özgürleşmesinin bir aracı haline gelecek, üretici emeği yük olmaktan çıkıp, bir zevk haline getirecek bir üretim örgütü almalıdır.” biçiminde dile getirir. (Anti Dühring, 1954, s.408)

Bu Marx’ın, “komünist toplumun daha ileri bir aşamasına, bireylerin işbölümüne kölece boyun eğmelerinin ve de dolayısıyla zihinsel emekle bedensel emek arasındaki çelişkinin ortadan kalkmasıyla…[ulaşılır]…” biçiminde tarif ettiği husustur. (GPE, s.347)

Yabancılaşmanın aşılmasında en güç olanı iş bölümüyle, yani zihinle beden, kafa emeği ile kol emeği, karar verme ile kararı hayata geçirme, emir verme ile emir alma arasında olandı. Emeği bütünleştirme fikri “ütopyacılar” tarafından geliştirilmiş ve anarşistler tarafından daha ileri bir seviyeye taşımış olsa da, bu husus Marx ve Engels için önemliydi.

Emeğin teknik olarak bütünselleştirilmesiyle ilgili bu kavrayış, tarımın ve sanayinin, şehrin ve kırın sentezlenmesini içeriyordu. Bu toplumsaldı ama ekolojik esenlik anlamında bir gereklilikti. Engels Anti Dühring’te; “Havadaki, sudaki ve topraktaki mevcut kirlenmeye, zehirlenmeye ancak kent ve kırın kaynaşmasıyla son verilebilir…” der. (s. 411)

On maddeden oluşan Komünist Manifesto’nun dokuzuncu maddesinde, “Tarımsal üretimin ve imalat sanayilerinin birleştirilmesi: nüfusun ülke çapında daha dengeli bir şekilde dağıtılarak kent ve kır arasındaki ayrımın giderek ortadan kaldırılması …” tarif edilmektedir. (s.155)

Engels, “ütopyacı sosyalistlerin” tarımla sanayiyi bütünleştirmenin aracı olarak ortaya koydukları kolektif kasabalar fikrine atıfta bulunur ve bunun yalnızca ve yalnızca merkezi bir planla gerçekleştirilebileceğini ileri sürer. “Sadece, üretici güçlerinin her birini, tek bir büyük plan temelinde uyumlu bir şekilde birbirine geçirmeyi başarmış bir toplum, sanayinin tüm ülkeye yayılmasına olanak sağlayabilir… “ (Anti Dühring, s.411)

Marx’ın Komünizmi ile Anarşist Komünizmin Karşılaştırılması

Marx ve Engels, sosyalist / komünist bir toplumun neye benzeyeceği konusunda kasıtlı olarak ayrıntı vermediler. Yazdıklarından bazı fikirler ediniyoruz. Kendilerini özgürce bir araya gelmiş üreticilerin özyönetimine dayalı demokratik bir topluma adadılar. Bunu, sanayinin ve tarımın entegre olduğu ve demokratik işçi devleti tarafından yürütülecek merkezi plana dayalı bir ekonomi olarak gördüler. Bu, burjuva devletin yerini alacaktı. İşçi devleti kurulur kurulmaz yok olmaya başlayacaktı. Bu çalışanların [karar süreçlerine] artan katılımı ve yabancılaşmamış emeğin gelişimiyle birlikte gerçekleşecekti.

Eski devlet, koordinasyon ve planlama işlevi gören zora dayanmayan bir kamu kurumuna dönüşecekti.

Muhtemelen yine de merkezileştirilmiş olacaktır. Merkezileştirmeyle ilgili sorun, bunun birleşme veya koordinasyondan daha fazlası olmasıdır. Bir merkez ve bir çevre olduğu anlamına gelir. Merkezdeki yetkililer halk tarafından seçilse bile, merkez çevredeki pek çok kişiden bilgi alan ve merkezden kendilerine verilen talimatları uygulayan birkaç kişi tarafından idare edilir.

Bu bakış açısı Kropotkin’inkiyle karşılaştırılabilir. Onun anarşist vizyonu çoğulcu ve ademi merkeziyetçi bir federalizmdir. Peter Kropotkin de ayrıntılı bir program hazırlamadı, ancak birkaç kitapta özgür çalışan insanların bir devrimden sonra bir şehri ve bölgesini nasıl yeniden düzenleyebileceğini tartıştı. (örn. Tarlalar, Fabrikalar ve Atölyeler ve Ekmeğin Fethi) Şöyle yazar:

Gönüllü birlikler … tüm işlevleriyle devletin yerini alır. Olası tüm amaçlar için, yerel, bölgesel, ulusal ve uluslararası – geçici veya az ya da çok kalıcı – her büyüklükte ve dereceden sonsuz çeşitlilikte grup ve federasyonlardan oluşan iç içe geçmiş bir ağ rolü göreceklerdir: Üretim, tüketim ve değişim, iletişim, sağlık hizmetleri, eğitim, karşılıklı koruma, bölgenin savunulması vb. ve diğer yandan sürekli artacak bilimsel, sanatsal, edebi ve sosyal ihtiyaçların karşılanması.”

Gerçek ilerleme, hem bölgesel hem de işlevsel ademi merkeziyetçilik doğrultusunda gerçekleşebilir … basitten bileşiğe özgür federasyonun gelişimiyle.” (2002; s. 284, 286)

Kropotkin, bir işçi devletine, bir şekilde işçi sınıfını temsil eden, ancak – bir devlet olarak – ondan ayrılmış ve onun üstünde olan bir kuruma inanmıyordu. Yukarıdaki alıntıda olduğu gibi, “bölgenin karşılıklı korunması [ve] savunulması” için federe birlikler olmasını önerdi; bu tür görevlerin bir süre daha gerekli olacağına, ancak bir devlet gerektirmediğine inanıyordu.

Kropotkin, iki aşamalı komünizmin anlayışını reddetti. Bir devrimi derhal tam anlamıyla komünizmin izlemesi gerektiğini ancak bununla birlikte sağlıklı yetişkinlerin garanti edilmiş asgari yiyecek, giyecek ve barınağa sahip olabilmesi için yarım gün, belki de [günde] 5 saat çalışmasının bekleneceğini düşünüyordu. Lüksler için gönüllü iş yapmakta özgür olacaklardı. Arkadaşı James Guillame’ye göre, Kropotkin’den önce gelen Bakunin iki aşamaya inanmıştı. Daha yüksek aşama, yüksek düzeyde üretkenliğe dayanan, “herkesten yeteneklerine, herkese ihtiyaçlarına göre” tam komünizm olacaktır. “Bu arada, her topluluk, kolektif emeğin ürünlerinin dağıtımı için en iyi gördükleri yönteme geçiş sürecinde kendisi karar verecektir.”(Bakunin, 1980; s. 362)

Anarşist ve Marksist vizyonlar mutlak alternatifler değildir. Kropotkin’in federe dernekleri, demokratik bir şekilde genel bir ekonomik plan oluşturabilirdi. Öte yandan, Fransa’daki İç Savaş’ta, Marx bir kez, kendi kendini yöneten endüstrilere ilişkin devlet dışı bir vizyon tanımladı (bir programı savunmak yerine bir noktaya değiniyordu). Komünizmin “imkansız” olduğunu ilan eden ama aynı zamanda üretici (işçi tarafından yönetilen) kooperatifleri de savunan burjuva ideologlarının olduğunu belirtiyor. Anarşist-sendikalist gibi ses çıkaran Marx, şu cevabı verdi:

Anarşist ve Marksist bakış açıları mutlak alternatifler değildir. Kropotkin’in federe birlikleri, demokratik bir şekilde genel bir ekonomik plan oluşturabilirdi.

Öte yandan, Fransa’da İç Savaş‘ta, Marx bir kez, kendi kendini yöneten endüstrilere ilişkin devlet dışı bir vizyon tanımlar (bir programı savunmak yerine bir noktaya işaret ediyordu). Komünizmin “imkansız” olduğunu ilan eden ama aynı zamanda üretici (işçiler tarafından yönetilen) kooperatiflerini de savunan burjuva ideologlarının olduğunu vurgular. Marx, anarşist-sendikalistlere benzeyen, şu cevabı verdi:

[Paris] Komünü, … üretim araçlarını … özgür ve birleşmiş emeğin aletlerinden ibaret hale getirmek istiyordu. Ama bu, komünizmdir; ‘olanaksız” komünizm! … Ama ortaklaşa üretim … kapitalist sistemin yerini alırsa, kooperatifler hep birlikte ulusal üretimi ortak bir plana göre düzenlerse, böylece ulusal üretimi kendi kontrolleri altına alırlarsa … beyler, bu, komünizmden, ‘olanaklı’ komünizmden başka ne olurdu?” (1971; s.75–76)

Gerçekten başka ne olurdu?

Çeviri: Yeryüzü Postası

________________

1. Bölüm: Giriş

2. Bölüm: Emek Değer Teorisi

3. Bölüm: Döngüler, Resesyonlar ve Azalan Kâr Oranları

4. Bölüm: Kapitalizmin Kökenindeki İlkel Birikim

5. Bölüm: Kapitalist Gerileme Çağı 

6. Bölüm: Savaş-Sonrası Yükseliş ve Fiktif Sermaye

7. Bölüm: Devlet Kapitalizmi

8. Bölüm: Sosyalizm mi Barbarlık mı?

9. Bölüm: Marx’ın Sosyalizm / Komünizm Derken Kastettiği

10. Bölüm: Marx’ın Ekonomi Politiğinin Anarşist Bir Eleştirisi

Anarşistler İçin Marx Ekonomisi Broşür (PDF)

________________

Adresi kontrol edin

Aaron Bushnell’in Gazze ile Dayanışma Eylemi Üzerine – Crimethinc

“Yöneten sınıfımızın normal olmasına karar verdiği şey bu” 25 Şubat Pazar günü, bir kişiden [1] …