Anasayfa / Arşiv / Cornelius Castoriadis ve Devrimci Eylem – Ender Yılmaz (Kara Kızıl Notlar)

Cornelius Castoriadis ve Devrimci Eylem – Ender Yılmaz (Kara Kızıl Notlar)

Kara Kızıl Notlar dergisinin Aralık 2005 tarihli 4. sayısında yayınlanmıştır

Castoriadis, Sosyalizm ya da Barbarlık (Socialisme ou Barbarie – SouB) dergisinin son sayılarında yayınlanan ‘Marksizm ve Devrimci Kuram’ başlıklı uzun değerlendirmesinde şöyle demişti: “Devrimci Marksizm’den yola çıkıp, Marksist olarak kalmakla devrimci olarak kalmak arasında bir tercih yapmamızı gerektiren bir noktaya vardık; bu nokta, uzun zamandan beri ne bir düşünümü ne de bir eylemi harekete geçiremez olmuş bir öğretiye sadık kalmakla, öncelikle değiştirmek istenen şeyin kavranmasını ve toplumun içinde o topluma gerçekten karşı çıkan ve onun o anki biçimiyle gerçekten mücadele eden şeyin tanımlanmasını gerektiren bir projeye, toplumun radikal bir biçimde dönüştürülmesi projesine sadık kalmak arasında bir tercih yapmamızı da gerektirmekteydi.” (Castoriadis, 1997, 25). 1922’de İstanbul’da doğan ve ailesi daha sonra Yunanistan’a göç eden Castoriadis İkinci Dünya Savaşı’nı ve savaş sonrasında 68 dalgasına kadar süren göreli suskunluğunu yaşayan Avrupalı devrimcilerin en özgünlerindendi. Stalinizmin ve Keynesyen kapitalizmin eleştirisinden yola çıkarak Marks’ın metodolojisini yeniden değerlendirerek onu Hegelci ve pozitivist ögelerden temizlemeye ve emek hareketinin deneyimleri ışığında sosyalizmin içeriğinin derinleştirilmesine girişti. Bu kapsamlı projenin tamamımı incelememize burada imkân olmadığı için özellikle Castoriadis’in, Marks’ın Hegelci diyalektik idealizmi ve Feuerbach’ın materyalizmini eleştirmekte kullandığı praksis kavramı üzerinden Marks’ın kendisini eleştirerek toplumsal teoriyi ve devrimci pratiği yenileme çabasına odaklanacağız. Castoriadis’in teorik gelişimini anlamak için öncelikle onu tarihteki yerine konumlandırabilmek gerekli. Bu sadece bugünden baktığımızda onu daha iyi anlamamızı sağlamaz, aynı zamanda Castoriadis’in Marksizm’in en ürkütücü özelliği olarak gördüğü teorinin tarihsel ve coğrafi bağlamından kopup kendisine tarih ve toplum ötesi bir konum atfetmesini de engeller.

SSCB’nin Analizinden Konsey Teorisine

Castoriadis’in siyasi hayatı Metaksas diktatörlüğü sırasında 1937’de Genç Komünistlere, 1941’de de Yunanistan Komünist Partisi’ne katılmasıyla başladı. YKP’yi gittikçe şövenist bulmaya başlayınca hem Nazilerin ve onları takip eden Britanya destekli sağcı diktatörlüğün, hem de Stalinist YKP’nin ölüm listelerinde bulunan Troçkist muhalefete katıldı. Bu dönemde ufak Troçkist gurubun beş yüzden fazla taraftarı iki taraftan gelen saldırılar sonucu hayatını yitirdi. Castoriadis 1945’te Paris’e yerleşip Troçkist Dördüncü Enternasyonal’in Fransa bölümü olan PCI’ye katıldı ve burada sonraki on beş yılda sürekli beraber çalışacağı 1924 doğumlu Claude Lefort ile tanıştı. Troçki’nin SSCB’yi yozlaşmış bir işçi devleti olarak tanımlamasına karşı muhalefeti 1949’da yandaşlarıyla birlikte parti’yi terk edip SouB dergisini/gurubunu kurmalarıyla son buldu. Eski Troçkistler ve eski Bordigistlerden oluşan gurup Liberter Komünizm Manifestosu’nun yazarı anarşist-komünist Fontenis ve konsey komünizminin önemli teorisyenlerinden Pannekoek gibi radikal solun diğer akımlarından insanların da düşünce alışverişinde bulunduğu bir alan oldu.

Troçkist hareket içersinde SSCB’yi yozlaşmış bir işçi devleti olarak görmeye ve onun savunulmasına koşulsuz destek vermeye karşı ilk muhalefet ABD’de başlatılmıştı. Muhalifler için SSCB’de bürokrasi işçi sınıfı içersinde ayrıcalıklı bir kast değil, ayrı çıkarları olan bir sınıftı ve karşıdevrim işçi iktidarının toplumsal temellerini de yok ettiği için SSCB’nin sosyalizme yönelmesi için Troçki’nin dediğinin aksine sadece politik bir devrim değil, yeni bir toplumsal devrim de gerekliydi. Castoriadis, ABD’deki muhalifler ile bağlantı halindeydi ve hatta 1950’lerde ABD’ye gidip bir süre muhalefetin teorisyenlerinden C.L.R. James ile beraber çalışacaktı. Castoriadis 40’ların ikinci yarısında SSCB’nin bir tür sosyalizm olarak tanımlanmasına karşı çıkıyor ve Doğu ile Batı Blokları arasında ikisi arasından daha az kötüyü seçmeye el vermeyecek bir temel benzerlik olduğunu savunuyordu. Her iki tarafta da ‘bürokratik kapitalizm’ hâkim olmuştu (Castoriadis, y.y.). Bu ‘devlet kapitalizmi’ teorisinden nitel olarak farklıydı, çünkü ‘devlet kapitalizmi’ teorisi hem ekonomide devlet müdahalesi olsa da tamamen devlet kontrolü olmayan Batı’yı yanlış yansıtıyor, hem de özel mülkiyetin, piyasanın ve rekabetin fiili olarak yok olduğu, bu yüzden de kapitalizmin ekonomik yasalarının işlemediği Doğu’da kapitalizmin hâkim olduğu izlenimi yaratıyordu. Dahası Doğu hakkında oluşturulan bu yanlış izlenim sosyalist devrim teorisinde çözülmesi gereken bir sorunu, yeni bir sömürücü sınıf olan bürokrasiyi, gözden uzaklaştırıyordu. Bürokratik kapitalizm ise toplumların örgütlenmesinin geldiği yeni bir aşamanın sonucuydu. Tıpkı Doğu’da olduğu gibi Batı’da da planlama devlet düzeyinde ve şirketler düzeyinde egemen olmuştu ve her iki türde de bürokrasi ya da idareciler yeni bir sınıf olarak ortaya çıkmıştı. Piyasanın yarattığı düzensizlikler ve ekonomik krizler Doğu’da piyasanın yok edilmesiyle Batı’da ise tekeller ve piyasanın yarattığı bilgi eksikliğinden ortaya çıkan sorunları engelleyecek planlama teknikleriyle fiili olarak yok olmuştu. Castoriadis için planlama çağında Marksist kriz ve çöküş teorileri işlevsiz hale gelmişti, çünkü artık ekonomik toplumu oluşturan yapılardan bağımsız yasaları olan, onları belirleyen bir altyapı olarak düşünülemezdi.

Bu aynı zamanda kapitalizmin temel çelişkisi olarak görülen ekonomik çelişkinin de sonu demekti. Keynesyen talep denetimi emekçileri sürekli olarak ekonomik sefalete sürükleyen döngüye son vermiş, emek ve sermaye arasında ekonomik bir çelişkiden çok az eser kalmıştı (Bu yorum sermayenin neoliberal saldırısı altında yaşayan günümüz toplumları için şüphesiz oldukça garip geliyor). Fakat bu devrimci politikanın sonu demek değildi, çünkü üretimin örgütlenmesindeki yöneten-yönetilen çelişkisi gittikçe güçlenmişti. Başından beri sermaye ile emek arasındaki ilişki basitçe emeğin bir nesne, piyasada satılan bir meta haline getirildiği tek yönlü bir süreç değildi. Castoriadis’in, Marks’ın kapitalizm analizinin geri kalanına olduğu gibi, emek-değer teorisine de temel eleştirilerinden biri buydu: Marks tıpkı eleştirdiği burjuva ekonomi politikçiler gibi sınıf mücadelesinin olmadığı bir ekonominin analizini yapmış ve ekonomi politik kategorilerini sürece emeğin gözünden bakılmasını sağlayacak biçimde eleştirememişti. Sermaye asla emeği diğer metalarla değiştirilebilecek bir madde haline getiremez, çünkü sınıf mücadelesi emeğin katacağı değeri tahmin edilemez hale getirir. Dahası sermaye üretimin örgütlenmesi için emeğin öznelliğine ihtiyaç duyar. Modern işletmeler isteseler de istemeseler de bir sorun yaşandığında ona müdahale edebilecek işçi guruplarına ihtiyaç duymuştur. Sermaye bir yandan emeği nesneleştirerek onu bir makine ile yer değiştirebilecek hale getirmeye, diğer yandansa onun üretime öznel olarak katılmasıyla kendisinin çözemediği sorunları çözdürmeye, üretim sürecinin işleyişini pürüzsüzleştirmeye çalışır.

Üretim sürecindeki bu çelişki emeğin özerkliğinin de kurulduğu yerdir. Sanayi, ulaşım, ticaret, bankacılık, sigorta, kamu yönetimi gibi sektörlerdeki orta ve büyük işletmelerde ortaya çıkan bu tür ‘konsey öncesi kolektifleri’ ayrıntılı bir şekilde belgeleyen Castoriadis için bunlar ne kaza eseri meydana gelmişler, ne de idare tarafından planlanmışlardır, fakat kapitalist üretim tarzının işleyişinin zorunlu ve olmazsa olmaz parçalarıdırlar (Not Bored, 1996). Modern şirket ve devlet bürokrasisinin zamanının büyük kısmı tabandaki karşı-planlamaya karşı mücadele etmeye ve kendi iktidarını yeniden kurmaya harcar; sonuç sadece boşa harcanmış enerji değil, aynı zamanda hiç bitmeyen çatışmadır. Sınıfın birliği, onun ekonomik ve politik örgütleri bu kaynaktan doğar. Bu örgütlerin yozlaşması ‘hataların’ ya da ‘ihanetlerin’ sonucu değil, üretim sürecinin yeni örgütlenmesinin bir tekrarıdır: idareci, emekçi karşısında nasıl kendini üretim sürecine dair mutlak bilginin sahibi olarak konumlandırıyorsa, sendika bürokratı da emekçinin sorunlarının çözüm yollarını bilen tek kişi, Leninist de emekçinin tarihsel çıkarlarını bilen ve kapitalist toplumun işleyiş yasalarını çözmüş olan tek kişidir. Sosyalistlerin ya da emekçilerin toplumun nasıl örgütleneceği sorusuna verdikleri yanıt, burjuvazinin verdiği yanıtla aynı olduğu için, yani üretim sürecinin örgütlenişi kopyalandığı için ne kadar iyi niyetli olursak olalım yozlaşma kaçınılmazdır. Sınıf ile devrimciler arasında kurulan bu ilişki yüzünden bürokratlaşma aslında Marksist sosyalizm projesinin temelinde yatar ve bunu engellemek için Marksist materyalizm teorisi gözden geçirilmeli ve sosyalizmin içeriği derinleştirilmelidir. Sosyalizmin, toplumun konseyler yoluyla özyönetimi olarak kavranması gereklidir. 1953 Doğu Alman ayaklanması nasıl emekçilerin bürokratik kapitalizm altında isyanının imkânını gösterdiyse devasa bir konsey hareketi etrafında şekillenen 1956 Macar devrimi de özyönetim fikrinin yeni sosyalist dalganın temeli olacağını kanıtladı.

Çok ufuk açıcı olsa da bu noktalar Castoriadis’in belli bir tarihsel döneme dair yaptığı analizi tüm kapitalizme yaymasının örneklerinden biridir. Tekelci kapitalizmin özelliği olan bürokratikleşme sadece emekçi sınıfın direnişinin ve aynı zamanda onun örgütlerinin sistemle entegrasyonunun da kaynağı olarak gösterilir. Oysa emeğin örgütleri sadece üretim sürecindeki planlama savaşımının sonucu değildir, aynı zamanda üretimin yarattığı ekonomik sefalete karşı hayatını koruma mücadelesinin yarattığı örgütler ve Edward P. Thompson gibi tarihçilerin ayrıntılı bir şekilde anlattığı üretim sürecinin dışında, ama ondan bağımsız olarak değil, sınıfın eski gelenekler veya esas olarak o amaca hizmet etmek için kurulmuş olmasa da fiili olarak sınıfın örgütlenme yeri haline gelen kurumlar gözden kaçmaktadır. Castoriadis’in sadece 2. Dünya Savaşı sonrası gelişmiş ülkelere bakarak oluşturduğu ekonomik çelişkinin yok olduğu yerde planlama üzerinden sınıfın kendisini kurması o zamanki tüm dünya için geçerli olmadığı gibi her emekçinin neoliberal saldırının altında yaşadığı bugün için kesinlikle tek referans noktası değildir. Tekelci kapitalizmden çıkarılan bir sınıf örgütlerinin bürokratikleşmesi savı, hem daha önceki örnekleri gözden kaçırmakta, hem de anarşizmin her tür temsil iddiasını sınıflı toplumların temel özelliği olarak gören eleştirisinin yanında zayıf kalmaktadır.

Castoriadis’te konsey teorisine dair değinmemiz gereken son bir nokta onu konsey komünistlerinden ve Durumcu Enternasyonal gibi konsey ve özyönetimi devrim teorisinin temeline oturtmuş çağdaşlarından farkıydı. Castoriadis, konsey fikrini fetişleştirmeye kesinlikle karşıydı ve esas meselenin toplumun kendisini nasıl özerk olarak ymnetebileceğini bilmesi olduğunu vurgulamıştı: “Bu açıdan ‘sovyet’ ya da ‘konsey’ tipi organizasyonların her tür fetişleştirilmesini açıkça kınamalıyız. ‘Temsilcilerin sürekli denetimi ve geri çağrılabilirliği’ kendi başına konseyin işçi sınıfının çıkarlarını bir ifadesi olarak kalacağının ‘garantisi’ olmak için yeterli değildir. Konsey, ancak insanlar onun bu işe yaramasını sağlayacak şeyleri yapmaya hazır olduklarında bu tür bir ifade olarak kalabilir.” (Not Bored, 1996)

Yeni Bir Devrimci Teori

SouB’un heterojen yapısı beraberinde çözülmemiş çok önemli sorunların sık sık su yüzüne çıkmasını getirdi. Gurup, kapitalizme ve Sartre gibi Stalinistlere karşı bir araya gelebiliyordu, fakat devrimci eleştiri ve pratiğe dair farklı görüşler örgüt içinde kabaca üç kanadın doğmasına yol açtı: Eski Bordigistlerden oluşan Leninizan bir akım, Castoriadis çevresi ve Lefort çevresi. Castoriadis, Leninist örgüt pratiklerine şiddetle karşı çıkarak gurubun yeni bir tür teori ve eylem tarzına sahip bir eylemciler örgütüne dönüşmesini istiyordu; Lefort ise siyasal bir öncü örgüt fikrine karşı çıkıyor, dağınık emekçi ve muhalif guruplar arasında iletişimi sağlayacak bir eşgüdüm örgütünü savunuyordu. De Gaulle darbesinin toplumsal muhalefet dinamiklerini harekete geçirmesi ve gurubun Cezayir’deki savaşa karşı aldığı ilkeli tutum hem guruba acilen politik eyleme girişmeyi savunan yeni üyeler kazandırdı, hem de siyasal bir örgüt kurulmasını savunun kanatları cesaretlendirdi. Lefort çevresi iç tartışmalar sonucunda 1958’de SouB’u terk edip Informations et Liaisons Ouvriéres’i (ILO) kurdu. 1960’ta Infonmations et Corresporance Ouvriéres (ICO) adını alan gurup 1973’e kadar faaliyet gösterdi. Gurubun gazetelerini yerel emekçi ve eylemci çevreleri arasında bir aracılık yapan ve propagandatif olmayan bir yayın haline getirme çabası kendi kendisini yıkıyordu, çünkü verilen haberler de temas halindeki yereller de belli bir ideolojik seçimin ürünleriydi. Bu çelişkiler gurubun 68 dalgası sonucu büyümesiyle iyice sürdürülemez hale geldi ve gurubun tasfiyesine yol açtı.

Castoriadis bu yıllarda Marks’ın ekonomik teorisine getirdiği eleştiriyi onun tüm yöntemini hedef alacak biçimde genişletmeye ve siyasal örgüt ile sınıf arasındaki ilişkiyi gözden geçirmeye yöneldi. Bu dönemin ürünleri 1964 ve 1965 yıllarında yazıp SouB’da yayınladığı ‘Marksizm ve Devrimci Kuram’ adlı metinde en net haline kavuştu. Feuerbach Üzerine Tezler’de Marks’ın materyalizmini praksis kavramı üzerinden kurması ve önündeki sorunu dünyayı anlamak değil, onu değiştirmek olarak koyması Castoriadis için Marks’ın daha sonra izlediği Hegelci ve pozitivist yolla açıkça çelişir. Doğa bilimlerinin aksine toplumsal teori “yöntemle içerik, kategoriyle malzeme arasında katı bir ayrım” yapamaz, çünkü “tarihi düşünmek için başvurduğumuz kategoriler, temel ölçüde, tarihsel gelişmenin gerçek ürünleridir. […] [E]konominin ve onun toplum açısından öneminin çözümlenmesi ancak 17., özellikle de 18. yüzyıldan itibaren, yani, fiilen ekonomiyi toplumsal yaşamın başat anı olarak yücelten kapitalizmin doğuşuyla oluşabildi” (Castoriadis, 1997, 22-23). Bu fikirler elbette ki Marks’a yabancı değildi, kendi bilimsel çabasını dünya devrimini getirecek belli bir tarihselliği olan bir praksisin parçası olarak görmüştü. Fakat Hegel’de aldığı esin ona aynı zamanda insanlık tarihinin amacını tahmin edebileceğini zannettirmişti. Hegel’in insanlık tarihine biçtiği akılcılığı, Marks çeşitli yollardan yeniden üretmişti: “[G]eçmiş tarih, her şeyin bizim aklımızın 1859’daki durumuna mükemmel biçimde uygun ve yatkın nedenlere göre cereyan ettiği anlamda akılsaldır. […] [Ş]eylere içkin, mucizevî bir biçimde aklımıza uygun bir toplumu ortaya çıkaracak olan bir akıl vardır. […] Gelecek tarih olması gerektiği gibi olacak, insanların özlemlerini hayata geçirecek, insanın nihayet insani olacağı (bu onun varoluşunun özüyle çakışacağı ve fiili varlığını kavramını gerçekleştireceği anlamına gelir) akılsal bir toplumun doğduğunu görecektir.” (age., 73-74)

Castoriadis eleştirisini, tarihsel materyalizmin teknolojik belirlenimciliğe kayan ve tarihi yine sadece fikirlerle – ama bu sefer felsefi, dinsel ya da siyasal değil, teknik fikirlerle ve onların gelişimiyle – açıklamasına ve diyalektiğin akılcı ve determinist özüne doğru genişletir. Marks’ın teorisinde, insan eylemine determinist yaklaşımı (tarihsel ve diyalektik materyalizmin teknolojik ve akılcı belirlenimciliği) ile sınıfın devrimci eylemi (sınıf mücadelesi) arasındaki gerilimin yol açtığı Leninist pratikleri aşmak ve devrimci teoriyi ve örgütü tekrar düşünmek ana meselesidir. Topluma dair bütüncül bir bilme iddiası olamadan devrimci eylemin mümkün olamayacağı savına karşı aslında her eylemin tamamen bilinçsiz bir ‘refleks etkinlik’ ile bütüncül bilmeye dayanan ‘teknik’ arasında gerçekleştiğini ve “(h)içbir insan yapması(nın) bilinçsiz” olmadığını, “ancak bu yapmanın herhangi birine kendisine önceden kapsayıcı bir bilmenin gerekliliği, nesnesinin ve işlerlik gösterme tarzının tam bir açıklığının gerekliliği dayatılacak olsa, bu yapmanın bir saniye daha süreme(yeceği)” belirtir (age., 129). Çocuk eğitimi ve tıbbi tedaviden verdiği örneklerle nasıl devrimci kuramın toplumun doğal yasalarını keşfetme iddiasında olmaksızın var olabileceğini gösterir: “(Praksisin) nesnesi, o giriştiği ve kendisini yaptığı, ama aynı zamanda da kendisini yapan o deneyimden hareketle, sürekli dönüşür. ‘Eğitimbilimciler eğitilir’, ‘Şiir, şairini yaratır’” (age., 136-137). İnsanın etkinliği – yapma ve yaratma (praksis ve poesis) – sadece yeni fikirler üretmezler, aynı zamanda içinde bulundukları koşulları değiştirerek her tür bütüncül tarih kurgusunu yıkacak yeni koşullar yaratırlar. Yaratmanın önemindendir ki insalığın ilk yıllarında farklı toplumlar benzer sorunlara farklı çözümler üretmişlerdir. Fakat bu her şeyin olası olduğu bir dünya değildir, beklenmedik sonuçlar tarihin temel özelliklerindendir, ama kesinlikle onun ayırt edici özelliği değildir.

Castoriadis emekçilere tahmin edilebilen tepkiler veren eşyalar muamelesi yapan bir siyasetin yöneten-yönetilen ayrımını yeniden üreteceğinin farkındaydı. Onun için devrimci siyaset “kendisine konu olarak, herkesin özerkliğini sağlamak amacıyla toplumun örgütlenme ve yönelimini seçen ve bu özerkliğin; toplumun, kendisi de ancak insanların özerk etkinliğinin ortaya çıkmasıyla mümkün olabilecek bir radikal dönüşümünü önvarsaydığını kabul eden bir praksistir” (age., 137). Bu tür bir siyaset tarzında teknikte olduğu gibi araç ile amaç arasında bir ayrımdan söz edilemez: ötekinin özerkliği hem araçtır, hem de amaçtır. Devrimci proje, “[g]erçeğin dönüştürülmesi yönünde bir niyettir ve bu niyet, o dönüşümün anlamının (gerçek koşulları dikkate alan ve bir etkinliği harekete geçiren) bir temsili tarafından yönlendirilir” (age., 137).

Castoriadis ve Marks’ın farklı yollardan aynı sonuca geldikleri söylenebilir: Ütopik olduğu söyleyen tarafından kabul edilse bile geleceğin toplumuna dair her organizasyon tasarısı Marks tarafından emekçi sınıfın iktidarı tarihin kaçınılmaz sonu olduğu ve dolayısıyla bu tür öngörüler gereksiz ve bilim-dışı olduğu için, Castoriadis tarafındansa özerklik mücadelesinin yaratıcı mantığıyla çelişeceği için reddedilir. Castoriadis bu nokta üzerinden devrimci programı ve bugüne dair analizi değersizleştirmeye özerklik mücadelesini farklı bir temelde kurmaya başlar. İnsanlık tarihindeki istisnai bir gelişme olan Antik Yunan’da demokrasi ve özerk toplum fikrinin doğuşu Batı toplumlarının kendilerini tanımladıkları ve kurumlaştırdıkları bir imgelem olarak yerleşmiştir. Nasıl bürokrasi üretim sürecinin işleyişi için bir yandan emekçinin katılımına ihtiyaç duyuyor, diğer yandansa kendi iktidarını korumak için ona saldırıyorsa kapitalizm de kendi doğumu ve sürekliliği için özerklik projesine ihtiyaç duyar, ama diğer yandan da kendi iktidarına karşı özerklik mücadelesine karşı savaşmak zorundadır. Castoriadis’in 60’ların sonunda vardığı bu düşünce, toplumu dönüştürecek öznenin ne olduğuna dair bir şey söylemeyerek bir akademisyene dönüşmesine ve aynı zamanda da moda haline gelen post-modernizmi özerklik mücadelesine karşı genelleşmiş bir konformizm olarak suçlamasına yol açar: Foucault’nun zaferi, ancak 68’in yenilgisiyle mümkündür.

Sona Doğru

SouB gelişmelerden olumlu etkilenmesine ve çıkardıkları Pouvoir Ouvrier (PO) gazetesinin dağıtımının artmasına rağmen Castoriadis’in umduğu teorik yeniliği sağlayamamıştı. Castoriadis’in eleştirilerinin Marks’ın yapıtlarını açıkça hedef alması gurup içinde tepkiyle karşılandı (1970’lerde post-modernizmin öncü teorisyenlerinden biri olacak olan Lyotard’ın SouB içersinde Castoriadis’e karşı hararetle Marksist pozisyonları savunması şüphesiz tarihin ironilerinden biriydi.). 1963’teki ikinci bölünme sonucunda Castoriadis çevresi SouB dergisini, Marksist kanat ise PO’yu aldı. 1965’te derginin son sayıları çıktı ve 1967’de gurup dağıldığını ilan etti. Castoriadis için dergi okuyucuları tüketiciler olmaktan öteye gidememişler ve bundan daha önemlisi Fransız toplumu yakın vadede devrimci bir hareket geliştiremeyecek şekilde depolitize olmuştu. Bu değerlendirmenin 1968 Mayısından sadece bir yıl önce yapılması bugün kulağa garip gelse de hem hiçbir devrimci gurubun bu hareketi önceden tahmin edemediğini, hem de Castoriadis’in bunu politik sağın ve solun Batı’daki ve Doğu’daki bürokratik kapitalizmler tarafından uzun yıllardır ele geçirilmiş olduğu ve kapitalizmin kendi ekonomik çelişkilerini hafifletmiş, hatta yok etmiş göründüğü bir dönemin sonunda yaptığını akılda tutmak gerek.

Castoriadis’in birikiminin önemli bir kısmı bu yazının kapsamı dışında bırakarak – ki aksi çok kapsamlı bir çaba gerektirirdi – sınıf mücadeleci anarşizmin bugünkü durumu için en yararlı kısımlarını gözden geçirmeye çalıştık. Arkasında Rus devriminin bürokratikleşmesinde Leninzmin ve Leninizmin doğuşunda Marksizmin oynadığı role dair kapsamlı bir eleştiri bıraktı. Bürokratik kapitalizm analizi üretim sürecinin yeniden değerlendirilmesi için önemli bir temel sağladı, fakat çağdaşı olan İtalyan operarist/otonomist geleneğin hem bu alanda, hem de Marks’ın ekonomi politik eleştirisini tersine çevirmede kat ettiği yolla – ki bu konuda kesinlikle Castoriadis’ten daha kapsamlı bir analiz gerçekleştirdiler – ya hiç ilgilenmedi ya da en azından onları referans almadı. Castoriadis akademiye çekilmiş durumda olsa da hiçbir zaman bir sol eğilimli bir liberal ya da anti-komünist bir muhafazakâr olmadı, otoriter solu ve post-modernist konformizmi eleştirmeye ve özerklik teorisi üzerinde çalışmaya devam etti. 1997’de 75 yaşında ölmeden birkaç hafta önce yaptığı bir röportajda şöyle demişti: “Ben bir devrimciyim ve radikal dönüşümü görmek istiyorum.” (Pirie, 2001, 2)

Kaynakça:
Barker, J. (1998). An Obituary: Cornelius Castoriadis (1922 – 1997). Capital & Class 65(159).
Castoriadis, C. (1955). On the Content of Socialism, Part One. Alındığı yer: http://www.geocities.com/cordobakaf/contenta.html
Castoriadis, C. (1959). The Proletariat and Organisation. Alındığı yer: http://www.geocities.com/cordobakaf/proleorga.html

Castoriadis, C. (1997). Marksizm ve Devrimci Kuram: Toplum, İmgeleminde Kendini Nasıl Kurar. İletişim Yayınları: İstanbul
Castoriadis, C. (2001). Dünyaya, İnsana ve Topluma Dair. İletişim Yayınları: İstanbul
Castoriadis, C. (y.y.). From the Analysis of Bureaucracy to Workers Management. Alındığı yer: http://libcom.org/library/analysis-bureaucracy-workers-management-socialisme-ou-barbarie
Joas, H. (1989). Institutionalization as a Creative Process. On The Sociological Importance Of Cornelius Castoriadis’ Political Philosophy. American Journal of Sociology, 94 (1184-1199)

Not Bored (1996). Workers’ Councils, Cornelius Castoriadis and the Situationist International. Alındığı yer: http://www.notbored.org/councils.html
Pirie, I. (2001). Recommencing Revolution? Politics and Society in the work of Cornelius Castoriadis (1922 – 1997). Part I. Alındığı yer: http://www.agorainternational.org/ppirie.pdf
Van der Linden, M. (1997). Socialisme ou Barbarie: A French Revolutionary Group (1949-65). Left History 5.1. Alındığı yer: http://www.geocities.com/CapitolHill/Lobby/2379/s_ou_b.htm

Adresi kontrol edin

Bir Ermeni Anarşist: Aleksander Atabekyan

Aleksander Movsesi (Moiseevich) Atabekyan 2 Şubat 1868’de Çarlık Rusyası’nın Dağlık Karabağ Bölgesinin Suşi şehrinde doğdu. …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir