Anasayfa / Arşiv / Rojava’ya dair hayaller ve gerçekler – Zafer Onat (Servet Düşmanı)

Rojava’ya dair hayaller ve gerçekler – Zafer Onat (Servet Düşmanı)

Servet Düşmanı internet sitesinde 29 Ekim 2014 tarihinde yayınlanmıştır.

Bugün itibariyle 45. gününe giren Kobane direnişi dünyanın her yerindeki devrimcilerin yüzünü Rojava’ya dönmesini sağlamış durumda. Devrimci Anarşist Faaliyet’in yürüttüğü çalışmanın sonucunda, dünyanın pek çok yerinden anarşist yoldaşlar Kobane direnişiyle dayanışma mesajları göndermişler. (1) Kuşkusuz bu enternasyonalist tutum Kobane’de direnen insanlar için büyük önem taşıyor. Ancak eğer olanları tüm gerçekliğiyle değerlendirmezsek ve romantize edersek, hayallerimiz kısa sürede hayal kırıklığına dönüşecektir.

Bunun ötesinde acil bir ihtiyaç olan dünya çapında devrimci bir alternatif oluşturmak için soğukkanlı ve gerçekçi olmak, doğru değerlendirmeler yapmak zorundayız. Bu noktada bir parantez açmak gerekir ki, Kobane direnişi vesilesiyle gönderilen bu dayanışma mesajları, dünya çapındaki devrimci anarşistlerin ve özgürlükçü komünistlerin yerel ve küresel meseleleri tartışacakları ve mücadele ederken dayanışma içinde olabilecekleri enternasyonal bir birliktelik yaratmalarının ne kadar acil olduğunu göstermektedir. Son dört senedir dünyanın pek çok yerinde toplumsal ayaklanmalar meydana gelirken böylesi bir enternasyonalin eksikliğini hissettik; en azından biz Haziran 2013’te Türkiye’de meydana gelen ayaklanmada bu ihtiyacı duyduk.

Bugünse Rojava’yı hayalcilikten uzak biçimde tartışmak ve buna ilişkin tahlillerimizi doğru bir eksende yapmak zorundayız. İnsanın yaşadığı zaman dilimi içindeki gelişmeleri sadece o an gördüklerine bakarak değerlendirmesi çok kolay değildir. Sıkışmışlık ve çaresizlik duygusuyla bulanmış zihinlerle yapılan değerlendirmelerin sağlık cevaplar üretmemizi daha da zorlaştıracağı açıktır.

Bugün dünyanın hiçbir yerinde bizim anladığımız anlamda etkili bir devrimci hareket ve böylesi bir hareketin öncülü olabilecek güçlü bir sınıf hareketi bulunmuyor. Ortaya çıkan mücadeleler ise şiddetle bastırılarak ya da düzen içine çekilerek sönümleniyor. Anlaşılıyor ki, bu nedenle Türkiye’deki Marksist ve anarşistlerin önemli bir kısmı gibi, dünyanın çeşitli yerlerindeki devrimci örgüt ve kişiler de Rojava’da ortaya çıkan yapıya olduğundan fazla bir anlam yükleme eğiliminde. Bulunduğumuz yerlerde devrimci bir alternatif oluşturma konusundaki başarısızlığımızın ve toplumsal muhalefetin büyük oranda sisteme entegre olmuş olmasının yükünü; ekonomisi büyük oranda tarıma dayalı olan, çevresi bir yanda Rusya diğer yanda ise ABD’nin başını çektiği emperyalist bloklar, bölgedeki baskıcı, gerici ve işbirlikçi yönetimler ve bu ortamda güç kazanan IŞİD gibi vahşi, cihatçı örgütler tarafından çevrilmiş olan Rojava’da mücadele eden insanların omzuna yüklemek her şeyden önce onlara karşı bir haksızlık. Bu anlamda Rojava’ya olduğundan ve olabileceğinden daha fazla misyon yükleyerek bir beklenti içine girmek de, ölüm kalım savaşı veren insanları koalisyon güçlerinden destek bekledikleri veya “istediğimiz şekilde bir devrim” yapamadıkları için suçlamak da aynı derecede sorunlu.

Her şeyden önce, Rojava’da ortaya çıkan sürecin kadın özgürleşmesi yönünde önemli bir sıçrama ifade ettiğini, sosyal adaletçi, çoğulcu demokrasiye dayalı ve seküler bir siyasal yapının inşa edilmeye çalışıldığını, yönetiminde diğer etnik ve dini gruplara da yer veriyor olması gibi özelliklerinin ilerici nitelikte olduğunu tespit etmek gerekiyor. Ancak, ortaya çıkan yeni yapının özel mülkiyetin tasfiyesi, yani sınıfların ortadan kaldırılması gibi bir hedefi bulunmadığı gibi, aşiret sisteminin devam etmesi ve yönetimde aşiret liderlerinin de yer alıyor olması, hedefin feodal veya kapitalist üretim ilişkilerini ortadan kaldırmak değil, kendi ifadeleriyle “demokratik ulus inşası” olduğunu gösteriyor. Ayrıca unutmamak gerekiyor ki, PYD 35 yıldır ulusal kurtuluş hedefiyle mücadele eden, Abdullah Öcalan liderliğindeki siyasal yapının parçasıdır ve tüm ulus eksenli hareketlerin sahip olduğu politik sınırlar PYD için de geçerlidir. Kaldı ki özellikle Türkiye’deki Kürt hareketi içindeki egemen sınıfa dahil ve sistemle uzlaşma yanlısı unsurların etkisi çözüm süreciyle birlikte giderek artmaktadır.

Bu noktada Rojava’daki siyasal sistemin temelini oluşturan demokratik konfederalizmi tanımlayan KCK Sözleşmesi’ni incelemekte yarar var. (2) Sözleşmenin Öcalan tarafından kaleme alınan önsözünde birkaç nokta dikkat çekici: “Bu sistem toplumsal temelde etnik, dini ve sınıfsal farklılıkları gözeten bir sistemdir.”“Kürdistan’da üç hukuk geçerli olacaktır: AB hukuku, üniter devlet hukuku, demokratik konfederal hukuk.”

Yani özetle sınıflı toplum varlığını devam ettireceği, küresel sistemle ve ulus devletle uyumlu federatif bir siyasal sistem örneği ortaya konuluyor. Bununla uyumlu olarak, sözleşmenin “Bireysel, Siyasal Hak ve Özgürlükler” başlıklı 8. maddesinde özel mülkiyetin savunulduğu ve Temel Görevler başlıklı 10. maddesinin c bendinde, “Meşru savunma savaşı hali durumunda yurtseverliğin bir gereği olarak yurdun, temel hak ve özgürlüklerin savunulmasına aktif katılma yükümlülüğü vardır.” denilerek, zorunlu askerliğin anayasal zemini oluşturulmuş olduğu görülüyor. Sözleşmede iktidarın hedeflenmediği belirtilmekle birlikte aynı zamanda devlet aygıtının yıkımının da hedeflenmediği yani mevcut ulus devletler içinde bir özerkliğin hedeflendiği anlaşılmaktadır. Yani sözleşmenin bütününe bakıldığında ortaya konulan hedef demokratik konfederalizm olarak isimlendirilen bir burjuva demokratik sistemin ötesinde değil. Özetle, sosyal medyada bolca yayınlanan, birisi İspanya İç Savaşında, diğeri Rojava’da çekilmiş, omuzlarında tüfek tutan iki kadının fotoğrafı, kadınların kendi özgürlükleri için savaşmaları bağlamında bir benzerliğe işaret etmekteyse de, Rojava’da IŞİD’e karşı savaşan insanların, İspanya’da CNT-FAI içerisinde, devleti ve özel mülkiyeti tümüyle ortadan kaldırmak için savaşan işçi ve yoksul köylülerle aynı hedef ve ideallere henüz sahip olmadıkları açık. Kaldı ki iki süreç arasında; ortaya çıktıkları koşullar, öznelerinin sınıfsal pozisyonu, sürecin yürütücülerinin politik hattı ve dünya çapında devrimci hareketinin gücü gibi yönlerden ciddi farklar var.

Bu durumda, IŞİD’in askeri kuşatmasını yarmak için PYD’nin bölgesel ve küresel güçlerle ittifak için mevcut pozisyonlarından da vazgeçmek zorunda kalmaları halinde ne şaşırmalı, ne de bunun için onları suçlamamalıyız. Kobane’de mücadele eden insanlardan kapitalizmin dünya çapında hegemonyasını ortadan kaldırmalarını veya bu hegemonyaya uzun süre direnmelerini bekleyemeyiz. Bu ancak, dünya çapında güçlü bir sınıf hareketi ve devrimci bir alternatifin yaratılmasıyla mümkün olabilir.

Kapitalizmin küresel düzeyde siyasal bir kriz içinde ve dünyanın her yanına savaş ihraç ederek bu krizi aşmaya çalışan emperyalistlerin ve bölgedeki baskıcı rejimlerin politikaları Suriye ve Irak’ı bir cehenneme çevirmiş durumda. Devrimci bir alternatifin olmadığı koşullarda Ukrayna’da Rusya yanlısı ve yozlaşmış hükümete karşı ortaya çıkan toplumsal ayaklanma, faşist destekli AB yanlısı güçlerin iktidarı ele geçirmesiyle sonuçlandı ve ülkede iki emperyalist blok arasındaki güç savaşı devam ediyor. Avrupa ülkelerinde ırkçılık ve faşizm hızla yükseliyor. Türkiye’deki siyasal krizlerin ardı arkası kesilmiyor ve toplumdaki etnik ve mezhepsel bölünme giderek derinleşiyor. Bu koşullarda Rojava sarılacağımız bir dal gibi gözükse de, IŞİD’in askeri kuşatmasının ötesinde, batılı devletlerin ve Türkiye, Barzani, Özgür Suriye Ordusu gibi güçlerin politik kuşatması altında olduğu göz önüne alındığında, dünya çapında sırtını dayayabileceği devrimci bir alternatif ortaya çıkmadığı müddetçe mevcut pozisyonunu dahi uzun vadede koruyabilmesi kolay gözükmüyor.

Sadece Rojava’nın fiziki ve politik olarak savunulmasının ve daha ileriye taşınabilmesinin değil, aynı zamanda bölge halklarını her geçen gün daha fazla içine çeken etnik, dinsel ve mezhepsel çatışma ortamının önüne geçilebilmesinin ve kapitalizmin kürsel düzeydeki krizi karşısında emekçilerin sağ radikalizme kaymalarını engellemenin de yolu sınıfsal temelde bir örgütlenme ve mücadele zemini yaratmaktan, bununla bağlantılı olarak güçlü ve küresel düzeyde örgütlenmiş devrimci bir alternatif oluşturmaktan geçiyor. Kobane’yle dayanışmak önemli olmakla birlikte yetersizdir. Bunun ötesinde, bulunduğumuz her yerde devrimci bir sürecin yaratılması için ne yapılması gerektiğini tartışmanın ve bunun için uluslararası düzeyde örgütlenmenin sadece Kobane’de direnenler için değil, tüm dünyadaki milyonlarca emekçi için bir zorunluluk olduğunu görmemiz gerekiyor.

(1) http://meydangazetesi.org/gundem/2014/10/dunya-anarsistlerinden-kobane-dayanismasi/
(2) http://tr.wikisource.org/wiki/KCK_S%C3%B6zle%C5%9Fmesi

Adresi kontrol edin

Bir Ermeni Anarşist: Aleksander Atabekyan

Aleksander Movsesi (Moiseevich) Atabekyan 2 Şubat 1868’de Çarlık Rusyası’nın Dağlık Karabağ Bölgesinin Suşi şehrinde doğdu. …

Bir yorum var

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir