Referandumda anarşistlerin tutumu üzerine – Cem Gök

Herkes gibi anarşistler de cumhurbaşkanına sınırsız yetkiler veren anayasa değişikliği referandumuyla ilgili tartışıyorlar. Ancak değişklik ihtiyacının altında yatan asıl nedenler neredeyse hiç tartışma konusu yapılmıyor ya da mesele Erdoğan’ın ihtiraslarıyla ilgiliymiş gibi algılanıyor. Ancak AKP’den ya da Erdoğan’ın kişliiğinden bağımsız biçimde sistemin merkezileştirilmesinin egemen sınıfların bir ihtiyacı olduğunu tahlil etmeden doğru strateji kurmak mümkün değil.  Devlet aygıtları işlemiyor, egemen klikler arasında çatışma bitmiyor ve toplum ancak kaba baskı ile kontrol altında tutulabiliyor. Önümüzde küresel düzeyde daha büyük ekonomik, siyasal krizlerin, savaşların ve toplumsal kalkışmaların olduğu bir dönem var. Türkiye her anlamıyla bu krizlerin ortasında ve küresel sistemin en zayıf haklarından birisi konumunda. Böylesi koşullarda toplumun yönetilebilmesi için karar süreçlerinin merkezileştirilmesi, baskının arttırılması, her tür muhalefetin etkisizleştirilmesi gerekiyor. Bu anayasa değişikliğiyle var olan ağır baskı koşullarının kalıcı ve kurumsal hale getirilmesi planıyor.

Egemen sınıfların güncel ihtiyaçlarının sonucu olan ve iktidarı daha da güçlendiren bu düzenlemeye karşı çıkmamız gerektiği açık. Ancak bunun nasıl olacağı bir başka tartışma konusu. Bir grup anarşist için tek sorun AKP’nin gitmesi ve mevcut koşullarda bunun seçimlerden başka bir yolu yok. Bu grup 30 Mart yerel seçimlerinden bu yana seçimlerle  AKP’yi göndermenin hesabını yapıyor[1]. Toplumsal bir örgütlenme ve mücadele hattı oluşturma çabasının yakınından bile geçmeden masa üzerinde matematik hesaplarıyla hayali cepheler kuruyor, “siyaset üretiyorlar”. Tüm dünyada burjuva demokrasisinin sıvası dökülmekteyken hala AKP yerine daha demokrat bir iktidarın gelmesinin hesaplarını yapıyorlar. Türkiye için kurdukları en iyimser hayalleri, CHP-HDP ittifakının kurulması ve AKP’nin bölünmesinden, Erdoğan’ın gitmesinden ve aslında AKP’nin “fabirka ayarlarına” dönmesinden ibaret. Ancak gidip sandıkta oy kullanmak dışında bu sürecin önüne nasıl geçilebileceğine dair de bir önerileri yok.

Buna karşın boykot diyen anarşistlerin de yaşadığımız sürecin ne olduğuna, bu süreci ortaya çıkartan koşullara ilişkin bir tespiti ve buna karşı mücadele yöntemlerine dair bir önerisi yok. “Anarşistler ilkesel olarak oy kullanmaz ve seçimlere katılmazlar.” şeklinde aslında hatalı olan bir söylemle sorunun esası es geçiliyor[2]. Anarşistler arasında karşılık bulan her iki bakış açısı da -solun büyük bir çoğunluğu gibi- 90’lardan bu yana var olan görece istikrarın artık ortadan kalktığını, sistemin rutin işleşini sürdüremediğini ve krizler üretmeye devam edeceğini, bu koşullarda politik faaliyetlerin alışılageldik biçimiyle yapılamayacağını gözardı ediyor.

Anarşistler ilkesel olarak seçimlere karşı mıdır?

Burada bir parantez açıp şunu ifade edelim: Anarşistler kategori olarak seçimlere/oy vermeye karşı değillerdir. Parlamentarizme karşıdırlar. Sermayenin egemenliğinin aracı olan devlet aygıtı seçimlerinin (yerel yönetimler, meclis ya da cumhurbaşkanı vb.) bir yanılsama yarattığını, emekçileri böldüğünü, nihayetinde seçilenlerin egemen sınıfı temsil eden partilerden biri olduğunu söylerler. Dolayısıyla insanların seçimlere angaje olarak hareket etmesini, bu seçimlerden medet ummasını engelleyerek, kurtuluş için işyerlerinde, okullarında, yaşam alanlarında ve sokakta mücadele etmek gerektiğini anlatırlar. Taban örgütlenmeleri oluşturulması için mücadele ederken, alınacak kararlarda oy kullanmaya ya da federatif örgütlenmelerde delegelerin seçimine karşı çıkmaz, bunu doğrudan demokrasinin gereği olarak görürler.

Anarşizm; düzenin topyekün ortadan kaldırılarak, yeni bir toplumsal düzenin inşaası gerekliliğini ortaya koyan bir politik akım olmasının ötesinde gündelik sorunlara dair mücadeleyi de yadsımaz, tersine anarşist ilkeler bu mücadelelerin nasıl kazanılacağı ve ilerletileceği ile ilgili de bir bakış açısı sunar. İktidarların yaşamlarımızı doğrudan etkileyen politiklarına karşı mücadele ile toplumsal devrim hedefi arasında bir bağ kurar. Anarşistler her tür mücadelede temel ve en etkin yöntemin doğrudan eylem olduğunu savunsa da bunun dışındaki yöntemleri de kategorik olarak reddetmezler. Yani önümüze istemediğimiz bir politikayla ilgili bir referandum sandığı konulmak istendiğinde ilk yapmamız gereken sandığın gelmesini engellemek olsa da bunun kaçınılmaz olduğu koşullarda oy vermemeyi savunamayız. Örneğin Gezi parkının yıkılmaması için mücadele eden insanlara AKP referandum yapılmasını önerdiğinde, bunu reddedecek gücümüz olduğu için bunu engelleyebildik. Ancak engelleyemediğimiz durumda tavrımız boykot olmazdı. Anarşistlerin dünyanın başka yerlerinde de referandumda oy kullanma çağrısı yaptığı da pek çok örnek vardır. Örneğin İrlanda’da 1983 yılındaki kürtaj karşıtı referandumda anarşistler hayır oyu vermeyi savunmuşlardır[3]. Yunanistan’da 2015 yılında AB Troykasının dayattığı kemer sıkma politikalarıyla ilgili referandumda da anarşistler (en azından bir bölümü) hayır oyu kullanmayı savunmuştur[4].

Buna karşın; “mücadeleyi” seçimlerde oy vermeye sıkıştıran ve seçim sonuçlarının çok büyük bir fark yaratacağını, neredeyse “Hayır” çıkması halinde pek çok sorunun çözüleceğini iddia eden anlayış da sorunlu ve tehlikelidir. Anarşist ilkeler tarihten süzülen deneyimlerden ve somut ihtiyaçlardan çıkmıştır. Anarşistlerin; insanların seçimlere bel bağlamaması gerektiği şeklindeki anlayışının pek çok tarihsel örnekle doğrulanan nedenleri vardır. Bu örneklerden biri de 7 Haziran seçimleridir. 7 Haziran sonrasında yaşananlar, politik ve örgütsel bir hazırlık olmazsa, çıkacak “Hayır” sonucunun tek başına; iktidarın otoriterleşmesini engellemeyeceğini, içine girdiğimiz savaş ve kaos ortamından çıkılmasını sağlamayacağını, sonuç ne olursa olsun sorunların çoğalarak devam edeceğini göstermeye yeter. Karşımızda olan tehlikeler, yalnızca referandumda gidip oy kullanarak değil, insanların yeniden umut etmesi ve mücadeleye girişmesi sağlanarak engellenebilecektir. Anarşistlerin görevi bunu anlatmak, insanlara umut verecek somut bir politik hedef ve program ortaya koymak, bunun için çalışmaktır.

Hayır demenin yolu

İktidarın baskıcı politikalarına, sürüklendiğimiz kaos ve savaş koşullarına karşı mücadele etmemiz, bunun parçası olan bu anayasa değişikliğine de elimizden gelen her yolla “Hayır” dememiz gerektiği açıktır. Yani bu değişiklikle ilgili ilkelerden bahsedeceksek, anarşistlerin böylesi bir değişikliğe dair tutumu “hayır” demek olmalıdır. Bunun nasıl olacağı ise mevcut koşullarda kimin elinden ne geldiğine bağlıdır. Gücümüz bu önerinin meclisten geçmesini engellemeye yetmedi. Referandumu yaptırmamaya da yetmiyorsa, sandığa gidip hayır demek kimsenin anarşistliğine halel getirmez. Ancak bunun yeterli olmadığını unutmadan ve anlatmaktan geri durmadan… Egemen sınıfların toplumu kontrol altında tutabilmek için ihtiyaç duyduğu bu yeni rejimin inşaasını durdurmak için asıl yapılması gereken; yaşam ve çalışma alanlarında, okullarda bu düzene karşı sabırla örgütlenmek, mücadele etmektir. Düzenin sürekli yenisi gelen hamlelerine ve saldırılarına karşı, savunma pozisyonundan çıkıp, kendi alternatifimizi yaratmaya yönelik somut bir program ve mücadele hedefi ortaya koymalıyız. İnsanların her yerde politika konuşmaya başladığı, alttan alta bir öfkenin tohumlandığı bu süreç, bütün olarak düzene karşı bir tepkinin örgütlenmesinin, kaos ortamından çıkışın tek yolu olan devrimci bir alternatifin yaratılmasının zemini olarak değerlendirilebilir.

[1] http://www.gunzileli.com/2017/01/31/hayirin-avantajlari/

[2]  http://anarsistfaaliyet.org/bildiriler/referanduma-dair/

[3]  http://struggle.ws/ws/2002/ws69/referendum.html

[4] https://www.opendemocracy.net/can-europe-make-it/antonis-vradis/why-i-will-be-voting-no-in-sunday’s-greek-referendum


Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir